„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.
„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*
>7:200, 15:34, 16:98<
Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
12:1 Elif lâm râ tilke âyâtul kitâbil mubîn (mubîni).
Elif, Lâm, Râ…* Bunlar âyetleridir, apaçık ‘İlâhî esasları açıklayan’ kitabın (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!*
Kur’ân’ın şifresi, anahtarı Hurûf-ı Mukattaa – ÎKRA.vision
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
12:2 İnnâ enzelnâhu kur’ânen arabiyyen le allekum ta’kılûn (ta’kılûne).
Muhakkak ki Biz, indirdik onu ki, Arapçadır Kur’ân!* Ki, belki akıl yürütürsünüz!
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
12:3 Nahnu nakussu aleyke ahsenel kasası bimâ evhaynâ ileyke hâzel kur’âne ve in kunte min kablihî le minel gâfilîn (gâfilîne).
‘Yâ Muhammed!’, Kıssa ediyoruz ‘bahsediyoruz’ sana, en iyi kıssaları ki, vahyettiğimiz** şeyle sana, bu Kur’ân’ı! Ve sen ise, ondan önce elbette bihaberdin.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
12:4 İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş şemse vel kamere re eytuhum lî sâcidîn (sâcidîne).
Demişti ki, Yûsuf babasına: „ Yâ babacığım! Muhakkak ki ben, ‘rüyamda’ gördüm ki, on bir gezegen ve güneşi ve ay’ı. Gördüm ki onlar, bana ‘saygı ile’ yere kapananlardandı! “.*
>12:100, 12:101<
12:5 Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ (keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn (mubînun).
‘Babası, Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Yâ oğlum! Anlatma rüyanı ağabeylerine, yoksa sana tuzak ‘üstüne’ tuzak kurarlar! Muhakkak ki şeytan, insana apaçık düşmandır!*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
12:6 Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk (ishâke), inne rabbeke alîmun hakîm (hakîmun).
Ve böylelikle seçip seni Rabbin ve öğretir sana ‘rüyalarındaki’ hadiselerin yorumundan.* Ve tamamlar lütfunu üzerindeki ve Yâkub hanedanı üzerindeki. Öncesinden tamamladığı gibi ebeveyninin üzerine İbrâhîm’e ve İshâk’a! “. Şüphesiz ki Rabbin, en iyi bilendir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!
>12:21, 12:36, 12:37, 12:41, 12:46, 12:47, 12:48, 12:49<
12:7 Le kad kâne fî yûsufe ve ihvetihî âyâtun lis sâilîn (sâilîne).
Andolsun ki, Yûsuf’un ve ağabeylerinin ‘kıssası’, gereksinenler için âyetlerdir ‘alâmetlerdir’.
12:8 İz kâlû le yûsufu ve ehûhu ehabbu ilâ ebînâ minnâ ve nahnu usbeh (usbehtun), inne ebânâ le fî dalâlin mubîn (mubînin).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ın ağabeyleri’ demişlerdi ki: „ Gerçekten Yûsuf ve ‘baba bir’ kardeşi (Bünyâmin), babamıza bizlerden daha sevimli ‘geliyor’; ve ekip ‘olmamıza rağmen’! Muhakkak ki babamız, elbet apaçık şaşkınlık içinde!
12:9 Uktulû yûsufe evitrahûhu ardan yahlu lekum vechu ebîkum ve tekûnû min ba’dihî kavmen sâlihîn (sâlihîne).
Öldürün Yûsuf’u veya atın onu bir yere ki, babanızın yüzü ‘ilgisi’ sizlere kalsın. Ve ‘tövbe eder’ olursunuz bunun ardından, erdemli toplum! “.
12:10 Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yel-tekithu ba’dus seyyâreti in kuntum fâilîn (fâilîne).
Dedi ki, konuşan biri onların aralarından (Ruben ve sonradan da Yehûda): „ Öldürmeyin Yûsuf’u! Ve bırakın onu bir kuyu derinliğine ki, bir yolcu kafilesi bulup alır onu; eğer ki, ‘düşündüğünüzü’ ifa ederseniz! “.
12:11 Kâlû yâ ebânâ mâ leke lâ te’mennâ alâ yûsufe ve innâ lehu lenâsıhûn (lenâsıhûne).
‘Babaları Yâkub aleyhisselâm’a gelip’ dediler ki: „ Yâ babamız! Sana ne oluyor da emanet etmiyorsun bizlere Yûsuf’u? Ve muhakkak ki biz, ona, elbette iyi nasihat edenleriz!
12:12 Ersilhu ma anâ gaden yerta’ ve yel’ab ve innâ lehu lehâfizûn (lehâfizûne).
Gönder onu bizlerle beraber yarın, eğlensin ve oynasın. Ve muhakkak ki biz, onu elbette ‘iyi’ muhafaza edenleriz! “.
12:13 Kâle innî le yahzununî en tezhebû bihî ve ehâfu en ye’kulehuz zi’bu ve entum anhu gâfilûn (gâfilûne).
‘Babaları’ dedi ki: „ Doğrusu beni… Mutlaka ki beni, hüzünlendirir onunla gitmeniz. Ve korkarım ki, bir kurt yemesinden onu ve sizler, ondan bihaberken! “.
12:14 Kâlû le in ekelehuz zi’bu ve nahnu usbetun innâ izen lehâsirûn (lehâsirûne).
‘Ağabeyleri’ dediler ki: „ Mutlaka ki, eğer bir kurt yediyse onu ve ekip ‘olmamıza rağmen’, doğrusu bizler o zaman, mutlaka hüsrana uğrayanlarızdır! “.
12:15 Fe lemmâ zehebû bihî ve ecmeû en yec’alûhu fî gayâbetil cubb (cubbi), ve evhaynâ ileyhi le tunebbiennehum bi emrihim hâzâ ve hum lâ yeş’urûn (yeş’urûne).
Artık gittiklerinde onunla ve toplanıp kılmaya ‘koymaya’ onu, bir kuyu derinliğine ve vahyettik** ona ki, ‘Yûsuf aleyhisselâm’a’: „ Mutlaka bildirirsin onlara ‘abilerine’, bu emirlerini ‘kararlarını’; ve onlar, ‘bunun’ farkına ‘bile’ varmazlarken. “.*
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
>12:89<
12:16 Ve câû ebâhum işâen yebkûn (yebkûne).
Ve geldiler babalarına akşamüstü, ağlayarak.
12:17 Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn (sâdikîne).
Dediler ki: „ Yâ babamız! Muhakkak ki biz, yarış için gittik ve bıraktık Yûsuf’u eşyamızın yanına; fakat onu kurt yedi. Ve değilsin inanacak bizlere ve olsak bile samimiler! “.
12:18 Ve câû alâ kamîsıhî bi demin kezib (kezibin), kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), vallâhul musteânu alâ mâ tesıfûn (tesıfûne).
Ve getirdiler üzerindeki yalandan kanlı gömleğini. ‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Hayır, sevk etti sizleri nefsiniz bir işe! Ne var ki, güzelce sabretmektir ‘bana düşen’! Ve Allâh, medet umulan ‘tek Zât’tır’ vasıflandırdığınız şey üzere! “.*
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
12:19 Ve câet seyyâretun fe erselû vâridehum fe adlâ delveh (delvehu), kâle yâ buşrâ hâzâ gulâm (gulâmun), ve eserrûhu bidâah (bidâ’aten), vallâhu alîmun bi mâ ya’melûn (ya’melûne).
Ve geldi bir yolcu kafilesi. Bunun üzerine gönderdiler sakalarını ‘kuyuya’ ki, hemen kovasını sarkıttı. Dedi ki: „ He hey, müjde! Bu bir oğlan! “. Ve sermaye ‘amaçlı’ gizlediler onu. Ve Allâh, en iyi bilendir; gayret ettikleri şeyleri!
12:20 Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh (ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn (zâhidîne).
Ve onu ‘Yûsuf aleyhisselâm’ı’ pazarladılar, adedi düşük fiyatlı, ‘birkaç’ dirheme. Ve onun hakkında çekinceliydiler.
12:21 Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ (veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil ehâdîs (ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun (ya’lemune).
Ve dedi ki, Mısır’dan ‘olup’ onu satın alan kimse (birlik komutanı Potifar), karısına (Zeliha): „ Kalacağı yerine ağırla; ola ki, bizlere faydası olur veya onu evlât ediniriz! “. Ve böylelikle imkânlandırdık Yûsuf’u yeryüzünde; ve ona, ‘rüyalarındaki’ hadiselerin yorumundan öğretmemiz için.* Ve Allâh, emriyle ‘oluşan her şey’ üzerinde mutlak galiptir! Ve lâkin ‘bu gerçeği’ insanların birçoğu bilmezler.
>12:21, 12:36, 12:37, 12:41, 12:46, 12:47, 12:48, 12:49<
12:22 Ve lemmâ belega eşuddehû âteynâhu hukmen ve ilmâ (ilmen), ve kezâlike neczîl muhsinîn (muhsinîne).
Ve ulaştığında gücüne, verdik ona, idrak ‘yetisi’ ve ‘hakikat bilgisi’ ilmi. Ve işte böyledir ödülü, ‘kendisini’ koruyan, iyilere!
12:23 Ve râvedethulletî huve fî beytihâ an nefsihî ve ğallekatil ebvâbe ve kâlet heyte lek (leke), kâle ma âzallâhi innehu rabbî ahsene mesvây (mesvâye), innehu lâ yuflihuz zâlimûn (zâlimûne).
Ve şevkle yeltendi ona, ki o ‘kadın’ onu evinde ‘barındıran’ ki, nefsini ‘kandırmak için’. Ve kapıları kilitledi ve dedi ki: „ Hadi gel, sana ‘hazırlandım’! “. Ve dedi ki, ‘Yûsuf aleyhisselâm’: „ Allâh’a sığınırım! Muhakkak ki O, Rabbimdir! ‘Sayesinde’ kaldığım yerim en iyisidir. “. Muhakkak ki, zalimler, felâha eremezler!
12:24 Ve le kad hemmet bihî ve hemme bihâ, levlâ en reâ burhâne rabbih (rabbihi), kezâlike li nasrife anhus sûe vel fahşâ (fahşâe), innehu min ibâdinel muhlesîn (muhlesîne).
Ve andolsun ki, ‘kadın’ ona yeltendi. Ve ‘o da’ yeltenirdi ona ki, olmasaydı delilini görmesi Rabbinin. Böylelikle savuşturmamız için onu kötülükten ve müstehcenlikten. Muhakkak ki o, samimi kullarımızdandır.
12:25 Vestebekâl bâbe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeyâ seyyidehâ ledel bâb (bâbi), kâlet mâ cezâu men erâde bi ehlike sûen illâ en yuscene ev azâbun elîm (elîmun).
Ve yarıştılar kapıya. Ve ‘kadın, çekip’ yırttı gömleğini arkadan. Ve karşısına çıktılar efendisinin ‘kadının kocasının’ kapının yanında. ‘Kadın’ dedi ki: „ Nedir cezası ‘ev’ ahaline kötülük murad eden kimsenin, zindana tıkılmak veya elem azap dışında?! “.
12:26 Kâle hiye râvedetnî an nefsî ve şehide şâhidun min ehlihâ, in kâne kamîsuhu kudde min kubulin fe sadekat ve huve minel kâzibîn (kâzibîne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ O ‘kadın’ şevkle yeltendi ki, nefsimi ‘kandırmak için’! “. Ve şahit oldu ki, ‘görüşüne başvurulan’ bir şahit, onun ‘kadının, ev’ ahalisinden: „ Eğer onun gömleği önden yırtılmışsa, öyleyse o ‘kadın’, doğru söylüyor ve o, yalancılardan!
12:27 Ve in kâne kamîsuhu kudde min duburin fe kezebet ve huve mines sâdikîn (sâdikîne).
Ve eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, öyleyse o ‘kadın’, yalan söylüyor ve o, samimilerden! “.
12:28 Fe lemmâ reâ kamîsahu kudde min duburin kâle innehu min keydikun (kunne), inne keydekunne azîm (azîmun).
Fakat ‘kocası, Yûsuf aleyhisselâm’ı’ gördüğünde ki, gömleği arkadan yırtılmış; dedi ki: „ Doğrusu o, ‘siz kadınların’ tuzağınızdır. Mutlaka tuzağınız büyüktür!
12:29 Yûsufu a’rıd an hâzâ vestagfirî li zenbik (zenbiki), inneki kunti minel hâtıîn (hâtıîne).
Yûsuf! Bundan ‘olayı sürdürmekten’ vazgeç! Ve ‘karısına’ suçun için istiğfar et ‘af dile’! Muhakkak ki, hata edenlerden oldun! “.
12:30 Ve kâle nisvetun fîl medînetimre’etul azîzi turâvidu fetâhâ an nefsih (nefsihî), kad şegafehâ hubbâ (hubben), innâ le nerâhâ fî dalâlin mubîn (mubînin).
Ve ‘dedikodu yaparak’ dediler ki, şehirdeki hâtunlar: „ Muhteremin karısı, şevkle yelteniyor ki, nefsini ‘kandırmak için’ gencin! Sevdası kalbine işlemiş! Doğrusu elbet görüyoruz onu ki, apaçık şaşkınlık içinde! “.
12:31 Fe lemmâ semiat bi mekrihinne erselet ileyhinne ve a’tedet lehunne mutteke’en ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn (aleyhinne), fe lemmâ re’eynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne ve kulne hâşe lillâhi mâ hâzâ beşerâ (beşeren),in hâzâ illâ melekun kerîm (kerîmun).
Hemen duyduğunda, kurdukları ‘dile düşürülme’ düzenlerini, gönderdi onlara ‘davetçi’. Ve hazırladı onlara ‘kadınlara’ sedirler. Ve verdi onlardan her birine ‘meyve’ bıçağı. Ve ‘Yûsuf aleyhisselâm’a’ dedi ki: „ Çık karşılarına! “. Fakat gördüklerinde onu, ‘gözlerinde’ büyüttüler ve ‘şaşkınlıklarından’ kestiler ellerini. Ve dediler ki: „ Hâşâ! Allâh için bu, insanoğlu değil, olsa olsa ancak kıymetli ‘bir’ melektir! “.
12:32 Kâlet fe zâlikunnellezî lumtunnenî fîh (fîhi), ve lekad râvedtuhu an nefsihî festa’sam (festa’same), ve lein lem yef’al mâ âmuruhu le yuscenenne ve leyekûnen mines sâgırîn (sâgırîne).
‘Zeliha’ dedi ki: „ Ama işte bu o; ki, hakkında beni kınadığınız! Ve yemin olsun ki, şevkle yeltendim, nefsini ‘kandırmak için’; ama kaçındı. Ve elbet eğer uygulamazsa ona emrettiğim şeyi, mutlaka zindana tıkılır ve elbette küçümsenenlerden olur! “.
12:33 Kâle rabbis sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyh (ileyhi), ve illâ tasrif annî keydehunne asbu ileyhinne ve ekun minel câhilîn (câhilîne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Rabbim… Zindan bana daha hoş, beni ona davet ettikleri şeyden! Ve savuşturmazsan benden, onların ‘Zeliha ve hizmetçilerinin’ tuzaklarını, onlara kapılır ve cahillerden ‘düşüncesizlerden’ olurum! “.
12:34 Festecâbe lehu rabbuhu fe sarefe anhu keydehunn (keydehunne), innehu huves semîul alîm (alîmu).
Nihayet icabet etti ona, Rabbi. Hemen savdı tuzaklarını ondan. Şüphesiz ki O… O’dur ki, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!
12:35 Summe bedâlehum min ba’di mâ raevul âyâti le yescununnehu hattâ hîn (hînin).
Sonra başladılar, âyetleri ‘dedikoduların alâmetlerini’ gördükleri şeylerin ardından, ‘karar verdiler’ ki, mutlaka zindana tıkmayı onu bir müddete kadar.
12:36 Ve dehale meahus sicne feteyân (feteyâni), kâle ehaduhumâ innî erânî a’sıru hamrâ (hamren), ve kâlel âharu innî erânî ahmilu fevka re’sî hubzen te’kulut tayru minh (minhu), nebbi’nâ bi te’vîlih (te’vîlihî), innâ nerâke minel muhsinîn (muhsinîne).
Ve girdi onunla beraber iki genç (Rab edindiklerinin hizmetkârları) zindana. Onlardan biri ‘rüya yorumu yaptığını duyup’ dedi ki: „ Muhakkak ki ben, kendimi gördüm ki, ‘üzümden’ şarap sıkıyorum. “. Ve dedi ki, diğeri de: „ Doğrusu ben de, kendimi görüyorum ki, yükleniyorum başımın üstünde ekmek ki, kuşlar yiyorlar ondan. Bildir bize yorumunu. Doğrusu görüyoruz ki, ‘kendisini’ koruyan, iyilerdensin! “.
12:37 Kâle lâ ye’tikumâ taâmun turzekânihî illâ nebbe’tukumâ bi te’vîlihî kable en ye’tiyekumâ, zâlikumâ mimmâ allemenî rabbî, innî terektu millete kavmin lâ yu’minûne billâhi ve hum bil âhiretihum kâfirûn (kâfirûne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Gelmez ki, size rızıklandırılacağınız bir öğün ki, önce onun yorumunu yapmış, bildirmiş olmayayım ikinize! İşte bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir!* Muhakkak ki ben, bıraktım Allâh’a inanmayan milletin toplumunu! Ve onlar ki, âhiretlerini de inkâr edenlerdir!*
İlham’ı Allâh’tan aldığımız – ÎKRA.vision
12:38 Vetteba’tu millete âbâî ibrâhîme ve ishâka ve ya’kûb (ya’kûbe), mâ kâne lenâ en nuşrike billâhi min şey (şey’in), zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn (yeşkurûne).
Ve uydum atalarım İbrâhîm ve İshâk ve Yâkub’un (İbrâhîm aleyhisselâm’ın torunu) dînine ‘İslâm’a’!* Olmaz bizlere, Allâh’a ortak yakıştırmamız bir şeyi! İşte bu, Allâh’ın liyakatindendir üzerlerimize ve insanların üzerlerine de! Ve lâkin insanların birçoğu şükretmezler.
>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<
12:39 Yâ sâhibeyis sicni e erbâbun muteferrikûne hayrun emillâhul vâhıdul kahhâr (kahhâru).
Ey zindan yoldaşlarım! ‘Dîni kurallar koyan’, ayrı ayrı erbaplar mı en hayırlısıdır* yoksa, tek yegâne kahredici Allâh mı?*
>39:29<
>40:16<
12:40 Mâ ta’budûne min dûnihî illâ esmâen semmeytumûhâ entum ve âbâukum mâ enzelallâhu bihâ min sultân (sultânin), inil hukmu illâ lillâh (lillâhi), emere ellâ ta’budû illâ iyyâh (iyyâhu), zâliked dînul kayyimu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).
Neye ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edersiniz? Ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade ‘uydurarak’ isimlendirdiğiniz isimlerden ‘putlardan’ başka ‘bir şey’ değildir, sizlerin ve atalarınızın da ‘taptıklarınız’!* Ki, Allâh indirmemişken ona, bir delil!* Hüküm, ancak Allâh’ındır!* Emretti ki, ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk etmeyin, ‘kutsallaştırılan zât’a, puta’! Müstesnadır yalnızca O ‘Allâhû Teâlâ’!* İşte bu, kaynak ve dayanak ‘İslâm’ dînidir.* Ve lâkin ‘bu gerçeği’ insanların birçoğu bilmezler.
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
>7:71, 10:68, 12:40, 18:15, 30:35, 34:44, 35:40, 37:156, 37:157, 43:21<
>6:57, 6:62, 12:40, 12:67, 28:70, 28:88, 40:12, 42:10<
>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<
>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<
12:41 Yâ sâhıbeyis sicni emmâ ehadukumâ fe yeskî rabbehu hamrâ (hamren), ve emmel âharu fe yuslebu fe te’kulut tayru min re’sih (re’sihî), kudiyel emrullezî fîhi testeftiyân (testeftiyâni).
Ey zindan yoldaşlarım! İkinizden biriniz ise, artık rab edindiğine şarap içirir. Ve fakat diğeri asılır. Öyle ki, kuşlar yer onun başından! Bitirildi ‘Allâhû Teâlâ’nın’ emri, hakkında istediğiniz fetva ‘fikir’! “.
12:42 Ve kâle lillezî zanne ennehu nâcin minhumazkurnî inde rabbike fe ensâhuş şeytânu zikre rabbihî fe lebise fîs sicni bid’a sinîn (sinîne).
Ve dedi ki, onlardan o, kurtulacağını fark ettiği kişiye: „ Beni hatırla Rab edindiğinin yanında ki, ‘suçsuzluğum belli olsun’! “. Fakat unutturdu ona şeytan, rab edindiğinin ‘yanında onu’ hatırlamayı, öyle ki, ‘Yûsuf aleyhisselâm’ kaldı zindanda birkaç seneler ‘daha’.
12:43 Ve kâlel meliku innî erâ seb’a bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’a sunbulâtin hudrin ve uhara yâbisât (yâbisâtin), yâ eyyuhel meleu eftûnî fî ru’yâye in kuntum lir ru’yâ ta’burûn (ta’burûne).
Ve ‘bir gün’ dedi ki, hükümdar*: „ Muhakkak ki ben, ‘rüyamda’ gördüm ki, yedi cılız inekler, yedi semiz ‘inekleri’ yiyorlar. Ve yedi koyu yeşil başaklar ve diğerleri de kupkuru. Ey yetkililer! Bu rüyam hakkında bana bir fetva ‘fikir’ verin, eğer rüya yorumlayanlar ‘anlayanlarsınız’! “.
12:44 Kâlû adgâsu ahlâm (ahlâmin), ve mâ nahnu bi te’vîlil ahlâmi bi âlimîn (âlimîne).
‘Onlar da’ dediler ki: „ ‘Bunlar’ karmakarışık düşler. Ve ‘böyle’ düşlerin yorumunu bilenler değiliz! “.
12:45 Ve kâlellezî necâ minhumâ veddekere ba’de ummetin ene unebbiukum bi te’vîlihî fe ersilûn (ersilûni).
Ve dedi ki o, kurtulan; ve anladığının ardından: „ Ben bildiririm sizlere onun yorumunu. Hemen beni gönderin! “.
12:46 Yûsufu eyyuhes sıddîku eftinâ fî seb’ı bakarâtin simânin ye’kuluhunne seb’un icâfun ve seb’ı sunbulâtin hudrin ve uhare yâbisâtin, leallî erciu ilen nâsi leallehum ya’lemûn (ya’lemûne).
‘Geldiğinde dedi ki’: „ Yûsuf! Ey samimi ‘insan’! Bir fetva ‘fikir’ ver bizlere ‘bir şey’ hakkında. Yedi cılız inekler, yedi semiz ‘inekleri’ yiyorlar. Ve yedi koyu yeşil başaklar ve diğerleri de kupkuru. Belki rücu ederim insanlara da, belki onlar, ‘değerini’ bilirler! “.
12:47 Kâle tezreûne seb’a sinîne de’ebâ (de’eben), fe mâ hasadtum fe zerûhu fî sunbulihî illâ kalîlen mimmâ te’kulûn (te’kulûne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ ‘Ekin’ ekersiniz yedi sene usulünce. Ne var ki, hasat ettiğiniz şeyleri artık başağında bırakın, birazı dışında ki, yediğiniz şeyler ‘kadarını’!
12:48 Summe ye’tî min ba’di zâlike seb’un şidâdun ye’kulne mâ kaddemtum lehunne illâ kalîlen mimmâ tuhsinûn (tuhsinûne).
Sonra, gelir işte bunun ardından şiddetli yedi ‘sene kıtlık’ ki, onlara sunduklarınızı ‘hazırladıklarınızı’ yiyip ‘tüketir’, birazı dışında biriktirdiğiniz şeyler ‘kadar’!
12:49 Summe ye’tî min ba’di zâlike âmun fîhi yugâsun nâsu ve fîhi ya’sırûn (ya’sırûne).
Sonra, gelir işte bunun ardından verimli ‘bir süre’* ki, insanlara yağdırılır ve onda sıkıp sağarlar. “.
>9:37, 12:49, 29:14, 31:14< (Arapça da âmin kelimesinin kullanıldığı âyetler.)
12:50 Ve kâlel meliku’tûnî bih (bihî), fe lemmâ câehur resûlu kâlerci’ ilâ rabbike fes’elhu mâ bâlun nisvetillâtî katta’ne eydiyehunn (eydiyehunne), inne rabbî bi keydihinne alîm (alîmun).
‘Yorum ulaşınca’ ve dedi ki, hükümdar: „ Getirin bana onu! “. Ancak geldiğinde ona elçi, ‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Rücu et, rab edindiğine o hâlde sor ona ki, nedir ellerini kesen hâtunların hâli!* Şüphesiz ki Rabbim, onların ‘Zeliha ve hizmetçilerinin’ tuzaklarını en iyi bilendir! “.
>12:31<
12:51 Kâle mâ hatbukunne iz râvedtunne yûsufe an nefsih (nefsihî), kulne hâşe lillâhi mâ alimnâ aleyhi min sû’ (sûin), kâletimre’etul azîzil âne hashasal hakku ene râvedtuhu an nefsihî ve innehu le mines sâdikîn (sâdikîne).
‘Hükümdar onları toplatıp’ dedi ki: „ Nedir maksadınız, şevkle yeltendiğinizde nefsini ‘kandırmak için’ Yûsuf‘un? “. Dediler ki: „ Hâşâ! Allâh için, bilmiyoruz ondan bir kötülük! “. Muhteremin karısı (Zeliha) dedi ki: „ Şimdi gerçek açığa çıktı; ben, şevkle yeltendim, nefsini ‘kandırmak için’! Ve muhakkak ki o, elbette samimilerdendir!
12:52 Zâlike li ya’leme ennî lem ehunhu bil gaybi ve ennallâhe lâ yehdî keydel hâinîn (hâinîne).
İşte bunu ‘kocamın’ bilmesi içindir; muhakkak ki ben, ona gıyabında hainlik etmedim! (Münasebet olmadı).* Ve ‘bilin’ Allâh’ın, ‘razı olduğu yola’ yönlendirmez olduğunu, tuzak kuran hainleri!*
>12:29, 12:35, 12:54<
>8:18, 8:19, 12:52, 16:107<
12:53 Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm (rahîmun).
Ve arındıramam kendimi nefsimden ‘kötü huylarımdan’! Mutlak ki nefs, emreder kötülüğü! Rabbimin esirgeyip, acıyıp, bahşettikleri ‘inançlı kimseler’ dışında! Şüphesiz ki Rabbim, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
12:54 Ve kâlel meliku’tûnî bihî estahlishu li nefsî, fe lemmâ kellemehu kâle innekel yevme ledeynâ mekînun emîn (emînun).
Ve dedi ki, hükümdar: „ Getirin bana onu! Kendime tahsis ettim onu! “. Nihayet onunla konuşunca dedi ki: „ Mutlaka ki, bugün yanımızdasın, mevkii de, emniyette! “.
12:55 Kâlec’alnî alâ hazâinil ard (ardı), innî hafîzun alîm (alîmun).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Belirle beni, bu yerin hazineleri üzerine ‘sorumlu’. Muhakkak ki ben, ‘yönetip, iyi’ muhafaza etmeyi de bilenim! “.*
>12:47, 12:48, 12:49<
12:56 Ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ard (ardı), yetebevveu minhâ haysu yeşâ’ (yeşâu), nusîbu bi rahmetinâ men neşâu ve lâ nudîu ecrel muhsinîn (muhsinîne).
Ve böylelikle imkânlandırdık Yûsuf’u yeryüzünde; yerleşiyordu orada dilediği yerde. Ulaştırırız bahşetmemizi, bağışlamamızı, merhametle esirgememizi dilediğimiz ‘rızamıza uyan’ kimseye. Ve zayi etmeyiz ecrini, ‘kendisini’ koruyan, iyilere!
12:57 Ve le ecrul âhıreti hayrun lillezîne âmenû ve kânû yettekûn (yettekûne).
Ve elbette âhiret ecri en hayırlısıdır inançlı kimselere ve ‘günahlardan’ korunuyor olanlara.*
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
12:58 Ve câe ihvetu yûsufe fe dehalû aleyhi fe arefehum ve hum lehu munkirûn (munkirûne).
Ve geldiler ‘kurak geçen senede’ Yûsuf’un ağabeyleri; derken girdiler huzuruna. Hemen tanıdı ‘Yûsuf aleyhisselâm’ onları ve onlar onu ret enlerdi (veya tanımadılar).
12:59 Ve lemmâ cehhezehum bi cehâzihim kâle’tûnî bi ahin lekum min ebîkum, e lâ terevne ennî ûfîl keyle ve ene hayrul munzilîn (munzilîne).
Ve yüklettiğinde ‘Yûsuf aleyhisselâm’ onlara, zahire yüklerini dedi ki: „ Getirin ‘bir dahaki sefere’ bana erkek kardeşinizi (Bünyâmin’i) babanızdan ‘baba bir olan’! Görmüyor musunuz ‘kardeşinizin payını da vermekle’ ölçeği tam uyguladığımı ve ben, ‘merama cevap’ indiricilerin en hayırlısıyım!
12:60 Fe in lem te’tûnî bihî fe lâ keyle lekum indî ve lâ takrebûn (takrebûni).
Ne var ki, değilse, bana getirmezseniz onu, artık yoktur sizlere ‘verilecek hiç’ bir ölçek yanımda! Ve ‘bir daha da’ yakınlaşmayın bana! “.
12:61 Kâlû senurâvidu anhu ebâhu ve innâ le fâ’ilûn (fâ’ilûne).
Dediler ki: „ İstirham edeceğiz onu ‘almaya’ Babasından! Ve elbette ‘bu isteğini’ mutlaka yapabiliriz! “.
12:62 Ve kâle li fityânihic’alû bidâatehum fî rihâlihim leallehum ya’rifûnehâ izenkalebû ilâ ehlihim leallehum yerci’ûn (yerci’ûne).
Ve dedi ki, ‘gizlice emrindeki’ gençlere: „ Yerleştirin sermayelerini balyalarına! Ki, belki tanırlar ‘fark ederler’ onu, geri döndükleri zaman, ‘ev’ ahalilerine ki, belki rücu ederler! “.
12:63 Fe lemmâ receû ilâ ebîhim kâlû yâ ebânâ munia minnel keylu fe ersil meanâ ehânâ nektel ve innâ lehu le hâfizûn (hâfizûne).
Artık rücu ettiklerinde babalarına, dediler ki: „ Yâ babamız! Mâni olundu bizlerden, ‘bir dahaki sefere’ bir ölçek ‘bile’. Haydi gönder bizimle beraber kardeşimizi (Bünyâmin’i) ki, bir miktar ‘daha’ alabilelim. Ve muhakkak ki biz, onu elbette ‘iyi’ muhafaza edenleriz! “.
12:64 Kâle hel âmenukum aleyhi illâ kemâ emintukum alâ ahîhi min kabl (kablu), fallâhu hayrun hâfizâ (hâfizen) ve huve erhamur râhimîn (râhimîne).
‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ İnanmalı mıyım ki, sizlere onun için? İllâ ki, öncesinden ağabeyi (Yûsuf aleyhisselâm) hakkında sizlerden emin olduğum gibi? “. Ne var ki, Allâh, en hayırlısıdır muhafaza eden, koruyup kollayan, gözeten ‘olarak’! Ve O’dur, inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedenlerin en esirgeyeni, acıyanı, bahşedeni!
12:65 Ve lemmâ fetehû metâahum vecedû bidâatehum ruddet ileyhim, kâlû yâ ebânâ mâ nebgî, hâzihî bidâatunâ ruddet ileynâ, ve nemîru ehlenâ ve nahfazu ehânâ ve nezdâdu keyle beîr (beîrin), zâlike keylun yesîr (yesîrun).
Ve açtıklarında geçimliklerini, buldular sermayelerini kendilerine geri dönmüş. Dediler ki: „ Yâ babamız! Amacımız ney? Ki burada sermayemiz, geri dönmüş bizlere! Ve ‘onunla tekrar’ yiyecek getiririz ‘ev’ ahalimize. Ve muhafaza ederiz kardeşimizi de; ve ziyade ederiz bir deve yükü miktarı da. İşte bu miktarı ‘almak, onunla daha’ kolaydır! “.
12:66 Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi le te’tunnenî bihî illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu alâ mâ nekûlu vekîl (vekîlun).
‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Asla göndermem onu beraberinizde ki, kesin söz verinceye kadar bana Allâh ‘adına’, mutlaka onu getireceğinize dair ki, müstesnadır kuşatılmanız! “. Hemen kesin sözlerini verdiklerinde ona, dedi ki: „ Allâh, söylediğimiz şeyler üzerinde her hususta tanık, idareyi üstlenen, itimat edilendir! “.
12:67 Ve kâle yâ beniyye lâ tedhulû min bâbin vâhidin vedhulû min ebvâbin muteferrikah (muteferrikatin), ve mâ ugnî ankum minallâhi min şey (şey’in) inil hukmu illâ lillâh (lillâhi), aleyhi tevekkeltu ve aleyhi fel yetevekkelil mutevekkilûn (mutevekkilûne).
Ve dedi ki: „ Ey oğullarım! Girmeyin ‘şehre’ bir kapıdan; ve girin ayrı ayrı kapılardan! Ve yararım olmaz sizlere, ‘önlemeye’ Allâh’tan ‘gelecek azaba karşı’ bir şeyi! Hüküm, ancak Allâh’ındır!* Zât’ına itimat ettim! “. Ve artık Zât’ına itimat etsinler, itimat edenler!
>6:57, 6:62, 12:40, 12:67, 28:70, 28:88, 40:12, 42:10<
12:68 Ve lemmâ dehalû min haysu emerehum ebûhum, mâ kâne yugnî anhum minallâhi min şey’in illâ hâceten fî nefsi ya’kûbe kadâhâ, ve innehu le zû ilmin limâ allemnâhu ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve girdiklerinde, babalarının onlara tembihlediği yerden ki, yarar sağlayacak değildi onlara, ‘önlemeye’ Allâh’tan ‘gelecek azaba karşı’ bir şeyi. ‘Bu’ Yâkub’un olmasına taktir ettiği içindeki bir hacetten başka ‘bir şey’ değildi. Ve muhakkak ki o, elbette ‘Allâhû Teâlâ’nın hükmüne karşı konulamayacağına’ bilgi sahibiydi; öğrettiğimiz için ona. Ve lâkin ‘bu gerçeği’ insanların birçoğu bilmezler.
12:69 Ve lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ehâhu, kâle innî ene ehûke fe lâ tebteis bimâ kânû ya’melûn (ya’melûne).
Ve girdiklerinde huzuruna Yûsuf ‘un, ‘öz’ kardeşine kucak açtı. Dedi ki: „ Muhakkak ki ben… Ben, ağabeyinim, artık tasalanma gayret ediyor oldukları şeylerden! “.
12:70 Fe lemmâ cehhezehum bi cehâzihim ceales sikâyete fî rahli ahîhi, summe ezzene muezzinun eyyetuhel îru innekum le sârikûn (sârikûne).
Nihayet yüklettiğinde ‘Yûsuf aleyhisselâm’ onlara, zahire yüklerini, yerleştirdi testiyi ‘öz’ kardeşinin balyasına. Sonra ilân etti bir çağrıcı ki: „ Ey kervan! Doğrusu sizler, elbette hırsızlarsınız! “.
12:71 Kâlû ve akbelû aleyhim mâzâ tefkidûn (tefkidûne).
‘Yâkub aleyhisselâm’ın oğulları’ dediler ki, ve onlara doğru: „ Nedir zayiiniz? “.
12:72 Kâlû nefkıdu suvâalmeliki ve li men câe bihî hımlu beîrin ve ene bihî za’îm (za’îmun).
‘Görevli adamlar’ dediler ki: „ Zayiimiz, hükümdarın maşrapası! Ve onu getiren kişi için bir deve yükü ‘daha’ var! “. ‘İçlerinden biri dedi ki’: „ Ve ben buna zimmetliyim! “.
12:73 Kâlû tallâhi lekad alimtum mâ ci’nâ li nufside fil ardı ve mâ kunnâ sârikîn (sârikîne).
Dediler ki: „ Allâh’a yemin olsun, andolsun ki, sizler de biliyorsunuz bu yere bozgun çıkarmak için gelmedik; ve hırsızlar değildik! “.
12:74 Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn (kâzibîne).
‘Görevli adamlar’ dediler ki: „ Öyleyse nedir cezası ‘adetlerinize göre’? Eğer ki, yalancılarsanız. “.
12:75 Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuh (cezâuhu), kezâlike neczîz zâlimîn (zâlimîne).
Dediler ki: „ Cezası, ‘zayii’ kimin balyasında bulunursa, artık o’dur (kendisinin alıkonulmasıdır) cezası! İşte böyle cezalandırırız, zalimleri! “.
12:76 Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahrecehâ min viâi ahîh (ahîhi), kezâlike kidnâ li yûsuf (yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en yeşâallâh (yeşâallâhu), nerfeu derecâtin men neşâ’ (neşâu), ve fevka kulli zî ilmin alîm (alîmun).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ böylelikle ‘aramaya’ başladı, kardeşinin heybesinden önce onların ‘ağabeylerinin’ heybelerinden. Sonra çıkardı onu ‘testiyi, öz’ kardeşinin heybesinden. İşte böyledir ‘ilham verdiğimiz’ tuzak, Yûsuf için. Ki, ‘sebepsiz yere’ alması kardeşini ‘uygun’ olmazdı hükümdarın medeniyetinde. Ki, müstesnadır Allâh’ın dilemesi. Yükseltiriz mertebelerini dilediğimiz ‘rızamıza uyan’ kimselerin. Ve her ‘ilham verdiklerimiz’ ilim sahibinin üstünde daha iyi ‘bir’ bilen vardır!
12:77 Kâlû in yesrık fe kad sereka ehun lehu min kabl (kablu), fe eserreha yûsufu fî nefsihî ve lem yubdihâ lehum kâle entum şerrun mekânâ (mekânen), vallâhu a’lemu bimâ tesifûn (tesifûne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ın ağabeyleri’ dediler ki: „ Eğer çalmışsa da ‘çok görülmez’, çünkü çalmıştı onun ‘öz’ ağabeyi de daha önceleri! “. Fakat gizledi onu Yûsuf içinde ve açıklamadı onu onlara. ‘İçinden’ dedi ki: „ Sizlerin konumu ‘ondan daha’ şerlidir. Ve Allâh, en iyi bilendir; vasıflandırdığınız şeyleri! “.
12:78 Kâlû yâ eyyuhel azîzu inne lehû eben şeyhan kebîren fe huz ehadenâ mekâneh (mekânehu), innâ nerâke minel muhsinîn (muhsinîne).
‘Yine’ dediler ki: „ Ey muhterem! Doğrusu, onun ‘bir’ babası ‘var’ ki, kocamış, yaşlı. Bu yüzden onun yerine bizlerden birini al. Doğrusu görüyoruz ki, ‘kendisini’ koruyan, iyilerdensin! “.
12:79 Kâle maâzâllâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâanâ indehû innâ izen le zâlimûn (zâlimûne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Allâh’a sığınırım almaktan, eşyamızı yanında bulduğumuz kişiden başkasını. Doğrusu o zaman, elbette zalimleriz! “.
12:80 Fe lemmestey’esû minhu halesû neciyyâ (neciyyen), kâle kebîruhum e lem ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf (yûsufe), fe len ebrahal arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayrul hâkimîn (hâkimîne).
Artık ümitsizliğe düştüklerinde ondan, bir kenara çekildiler. Fısıldayarak dedi ki, büyükleri: „ Bilmez misiniz ki, babanız üzerlerinizden, kesin söz aldı Allâh ‘adına’; ve daha önceleri ettiğiniz kusuru Yûsuf’a. Artık bu yerden asla çekip gitmem, ta ki, babam izin verir veya Allâh hükmeder. Ve O’dur, âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedenlerin en hayırlısı!
12:81 Irciû ilâ ebîkum fe kûlû yâ ebânâ innebneke serak (seraka), ve mâ şehidnâ illâ bimâ alimnâ ve mâ kunnâ lil gaybi hâfizîn (hâfizîne).
Rücu edin babanıza artık, deyin ki: “. „ Yâ babamız! Oğlun doğrusu hırsızlık yaptı. Ve bizler şahit olmadık, bildiğimizin dışında bir şeye. Ve olmadık saklı ‘yaptığı bir şeyden de’ muhafaza edenler!
12:82 Ves’elil karyetelletî kunnâ fîhâ vel îrelletî akbelnâ fîhâ, ve innâ le sâdikûn (sâdikûne).
Ve ‘istersen’ sor o, içinde bulunduğumuz memleket ‘halkına’ ve kervana ki o, doğrudan içlerindeydik! Ve muhakkak ki biz, elbette samimileriz! “.
12:83 Kâle bel sevvelet lekum enfusukum emrâ (emren), fe sabrun cemîl (cemîlun), asallâhu en ye’tiyenî bihim cemî’â (cemî’an), innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).
‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Hayır, sevk etti sizleri nefsiniz bir işe! Ne var ki, güzelce sabretmektir ‘bana düşen’! Ola ki, Allâh, bana getirir onları topluca! “. Şüphesiz ki O… O’dur ki, en iyi bilen; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden!
12:84 Ve tevellâ anhum ve kâle yâ esefâ alâ yûsufe vebyaddat aynâhu minel huzni fe huve kezîm (kezîmun).
Ve dönüp onlardan ve ‘içine kapanıp’ dedi ki: „ Ah esefim Yûsuf’a! “. Ve ağardı gözleri hüzünden ki, hâlâ içine atar.
12:85 Kâlû tallâhi tefteu tezkuru yûsufe hattâ tekûne haradan ev tekûne minel hâlikîn (hâlikîne).
‘Haline üzülenler’ dediler ki: „ Allâh’a yemin olsun ki, devam ediyorsun hatırda tutmayı Yûsuf’u, ta ki, yatalak olup veya mahvolanlardan olasın! “.
12:86 Kâle innemâ eşkû bessî ve huznî ilallâhi ve a’lemu inallâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Dedi ki: „ Ben ancak Allâh’a şikâyet ‘havale’ ediyorum kederimi ve hüznümü. Ve biliyorum Allâh’tan ‘gelen ilhamlarla’, bilmediğiniz şeyleri! “.
12:87 Yâ beniyyezhebû fe tehassesû min yûsufe ve ehîhi ve lâ te’yesû min revhillâh (revhıllâhi), innehu lâ ye’yesu min revhillâhi illel kavmul kâfirûn (kâfirûne).
Ve ‘bir gün’ dedi ki: „ Ey oğullarım! Gidin hemen, iyice sezinleyin Yûsuf’u ve kardeşini ‘Bünyâmin’i’! Ve umudu kesmeyin, Allâh’ın tecellisinden! “. Muhakkak ki o, Allâh’ın tecellisinden, inkârcılar toplumundan başkası umudu kesmez!*
>12:87, 15:56, 17:83, 29:23, 30:36, 39:53, 41:49<
12:88 Fe lemmâ dehalû aleyhi kâlû yâ eyyuhel azîzu messenâ ve ehlened durru ve ci’nâ bi bidâatin muzcâtin fe evfi lenel keyle ve tesaddak aleynâ, innallâhe yeczîl mutesaddikîn (mutesaddikîne).
Nihayet girdiklerinde ‘Yûsuf aleyhisselâm’ın ağabeyleri’ huzuruna, dediler ki: „ Ey muhterem! Bizlere ve ‘ev’ ahalimize darlık dokundu ve geldik önemsiz bir sermaye ile. Buna rağmen çok bizlere ver bizlere ölçek ve sadaka! “. Muhakkak ki Allâh, ödüllendirir, sadaka verenleri!
12:89 Kâle hel alimtum mâ fealtum bi yûsufe ve ahîhi iz entum câhilûn (câhilûne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Bildiniz mi, faaliyetlerinizi Yûsuf’a ve ‘öz’ kardeşine, sizler cahiller ‘düşüncesizlerken’? “.*
>12:15<
12:90 Kâlû e inneke le ente yûsuf (yûsufu), kâle ene yûsufu ve hâzâ ahî kad mennallâhu aleynâ, innehu men yettekı ve yasbir fe innallâhe lâ yudî’u ecrel muhsinîn (muhsinîne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ın ağabeyleri’ dediler ki: „ Muhakkak ki sensin!? Elbette sen Yûsuf’sun! “. Dedi ki: „ Ben Yûsuf’um ve bu da kardeşim (Bünyâmin). Minnettar kıldı Allâh, bizleri ‘kavuşturmakla’! “. Mutlaka o kim, ‘günahlardan’ korunur ve sabrederse, o hâlde muhakkak ki Allâh, zayi etmez ecrini, ‘kendisini’ koruyan, iyilere!
12:91 Kâlû tallâhi lekad âserekellâhu aleynâ ve in kunnâ le hâtıîn (hâtıîne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ın ağabeyleri’ dediler ki: „ Allâh’a yemin olsun, andolsun ki, seni tercih etmiştir Allâh bizlere. Ve bizler ise, elbette hata edenleriz! “.
12:92 Kâle lâ tesrîbe aleykumul yevm (yevme), yagfirullâhu lekum ve huve erhamur râhimîn (râhimîne).
‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Suçlama yok sizlere bugün! Bağışlasın Allâh, sizleri! “. Ve O’dur, inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedenlerin en esirgeyeni, acıyanı, bahşedeni!
12:93 Yezhebû bikamîsî hâzâ fe elkûhu alâ vechi ebî ye’ti basîrâ (basîran), ve’tûnî bi ehlikum ecma’în (ecma’îne).
‘Babasının hâlini duyunca dedi ki’: „ Bu gömleğimle gidin, hemen onu babamın yüzü üstüne koyun ki, görmesi ‘tekrar’ gelir. Ve ‘sonra da’ bana getirin ‘ev’ ahalinizi topluca! “.
12:94 Ve lemmâ fasalatil’îru kâle ebûhum innî le ecidu rîha yûsufe lev lâ en tufennidûn (tufennidûni).
Ve ayrıldığında kervan ‘Mısır’dan’, babaları dedi ki: „ Muhakkak ki ben, Yûsuf’un esintisini ‘burnumda tüter’ buluyorum ki, bunadığımı diyecek olsanız da! “.
12:95 Kâlû tallâhi inneke le fî dalâlikel kadîm (kadîmi).
‘Halkı’ dediler ki: „ Allâh’a yemin olsun ki, muhakkak ki sen, elbette ‘hâlâ o’ eski şaşkınlık içindesin! “.
12:96 Fe lemmâ en câel beşîru elkâhu alâ vechihî fertedde basîrâ (basiran), kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Artık geldiğinde müjdeci, onu ‘gömleği’ onun ‘Yâkub aleyhisselâm’ın’ yüzüne bıraktı ki, görmesi hemen geri döndü. ‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Dememiş miydim sizlere? Muhakkak ki biliyorum Allâh’tan ‘gelen ilhamlarla’, bilmediğiniz şeyleri! “.
12:97 Kâlû yâ ebânestagfir lenâ zunûbenâ innâ kunnâ hâtıîn (hâtıîne).
‘Oğulları’ dediler ki: „ Yâ babamız! İstiğfar et ‘af dile’ bizlere, suçlarımız sebebiyle! Muhakkak ki biz, hata edenleriz! “.
12:98 Kâle sevfe estagfiru lekum rabbî, innehu huvel gafûrur rahîm (rahîmu).
‘Yâkub aleyhisselâm’ dedi ki: „ Kesinlikle istiğfar edeceğim sizler için, Rabbimden! “. Şüphesiz ki O… O’dur ki, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayan;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşeden!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
12:99 Fe lemmâ dehalû alâ yûsufe âvâ ileyhi ebeveyhi ve kâledhulû mısra in şâallâhu âminîn (âminîne).
Artık girdiklerinde huzuruna Yûsuf ‘un, ebeveynine kucak açtı. Ve dedi ki: „ Girin Mısır’a, eğer dilerse Allâh, emniyette ‘olursunuz’! “.*
>4:36, 6:151, 16:90, 17:23, 28:77, 55:60, 71:28<
12:100 Ve refea ebeveyhi alel arşı ve harrû lehu succedâ (succeden), ve kâle yâ ebeti hâzâ te’vîlu ru’yâye min kablu kad cealehâ rabbî hakkâ (hakkan), ve kad ahsene bî iz ahrecenî mines sicni ve câe bikum minel bedvi min ba’di en nezegaş şeytânu beynî ve beyne ıhvetî, inne rabbî latîfun limâ yeşâ’ (yeşâu) innehu huvel alîmul hakîm (hakîmu).
Ve çıkardı ebeveynini tahtın üstüne. Ve çöktüler ‘ağabeyleri’ ona, ‘saygı ile’ yere kapanarak. Ve ‘Yûsuf aleyhisselâm’ dedi ki: „ Yâ babacığım! Bu, daha önce olan rüyamın yorumudur. Rabbim gerçek kıldı onu!* Ve oldu ‘sayesinde yerim’ en iyisi, beni çıkardığında zindandan. Ve getirdi sizleri çölden ki, şeytanın benim ve ağabeylerimin arasını bozmasının ardından. Şüphesiz ki Rabbim, dilediği şeyde hoş, nazik, tüm inceliklere, ayrıntılara nüfuz ederek bilen, lütufkârdır! Şüphesiz ki O… O’dur ki, en iyi bilen; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden!
>12:4<
12:101 Rabbi kad âteytenî minel mulki ve allemtenî min te’vîlil ehâdîs (ehâdîsi), fâtıras semâvâti vel ardı ente veliyyî fîd dunyâ Vel âhıreh (âhıreti), teveffenî muslimen ve elhıknî bis sâlihîn (sâlihîne).
Rabbim… Verdin bana saltanattan, hükümranlıktan! Ve öğrettin bana ‘rüyalardaki’ hadiselerin yorumundan!** Ki, örneksiz, sanat inceliğinde üstün yarattı gökleri ve yeri! ‘Ki, o hâlde’ Sen, himayecimsin dünyada ve âhirette de! Beni Müslüman (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen) ‘olarak’ vefat ettir! Ve dâhil et beni erdemlilere! “.*
>12:21, 12:36, 12:37, 12:41, 12:46, 12:47, 12:48, 12:49<
İlham’ı Allâh’tan aldığımız – ÎKRA.vision
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
12:102 Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk (ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz ecmaû emrehum ve hum yemkurûn (yemkurûne).
‘Yâ Muhammed!’, İşte bu, saklı ‘bilgin dışında’ havadislerinden ki, vahyediyoruz onu sana! Ve onların yanında değildin, toplandıkları zaman emirlerine ‘hükümlerine karar vermeye’; ve onlar, düzen kurarlarken de.
12:103 Ve mâ ekserun nâsi ve lev haraste bi mu’minîn (mu’minîne).
Ve değillerdir insanların birçoğu ve hırslanasıya çabalasan da, inananlar!*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
12:104 Ve mâ tes’eluhum aleyhi min ecr (ecrin), in huve illâ zikrun lil âlemîn (âlemîne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve sual etmiyorsun onlardan, ‘tebliğine’ karşı bir ücret! Ki o, ancak ‘hakikat bilgisini’ hatırlatmadır, cümle âlemlere!
12:105 Ve keeyyin min âyetin fîs semâvâti vel ardı yemurrûne aleyhâ ve hum anhâ mu’ridûn (mu’ridûne).
Ve nice âyetlerde ‘alâmetlerde olduğu’ gibi ki, göklerde ve yerde, üzerinden geçer giderler.* Ve onlar, ona aldırış etmeyenlerdir.
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
12:106 Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi illâ ve hum muşrikûn (muşrikûne).
Ve onların birçoğu, inanmazlar Allâh’a, ortak yakıştırmaksızın!*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
12:107 E fe eminû en te’tiyehum gâşiyetun min azâbillâhi ev te’tiyehumus sâatu bagteten ve hum lâ yeş’urûn (yeş’urûne).
Öyleyse emin miydiler, gelmesinden onlara ki, Allâh’ın ‘her şeyi’ bürüyüp örten, azabından veya gelmesinden onlara saatin (kıyâmet’in), ansızın ve onlar, ‘bunun’ farkına ‘bile’ varmazlarken.*
>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<
12:108 Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn (muşrikîne).
‘Yâ Muhammed! Allâh’a ortak yakıştıranlara’, de ki: „ Buradaki yolda, davet ‘dua’ Allâh’adır! Görerek ‘idrak etmişlik’ üzerine ki, ben ve bana uyan kimselerce.* Ve noksanlık, kusur, âcizlikten ötedir Allâh! Ve değilim, ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıranlardan! “.*
>3:153, 3:172, 3:173, 4:95, 9:25<
>6:79, 6:121, 6:137, 9:6, 30:31, 60:4<
12:109 Ve mâ erselnâ min kablike illâ ricâlen nûhî ileyhim min ehlil kurâ, e fe lem yesîrû fîl ardı fe yanzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim, ve le dârul âhıreti hayrun lillezînettekav, e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve göndermedik senden önce de ‘hiçbir elçiyi ki’, kendilerine vahyettiğimiz adamlar dışında, şehirler ahalisinden!* Hâlâ dolaşmazlar mı yeryüzünde ki, haydi baksınlar, nasıl oldu âkıbeti, onlardan önceki kimselerin? Ve elbette âhiret diyarı en hayırlısıdır ‘günahlardan’ korunan kimselere.* Hâlâ akıl yürütmez misiniz!?
>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
12:110 Hattâ izestey’eser rusulu ve zannû ennehum kad kuzibû câehum nasrunâ fe nucciye men neşâ’ (neşâu), ve lâ yureddu be’sunâ anil kavmil mucrimîn (mucrimîne).
Ta ki, elçiler, ‘inanmaya yaklaşmayan halkından’ ümitsizliğe düştükleri zaman ve fark ettiklerinde doğrusu yalanlananlar olduklarını, geldi onlara yardımımız.* Bu yüzden kurtarıldı dilediğimiz ‘rızamıza uyan’ kimseler.* Ve geri döndürülemez baskımız, ‘günah’ suçluları toplumundan.
>5:25, 6:34, 7:89, 10:88, 12:110, 14:15, 71:24<
>10:103, 21:88, 30:47, 40:51<
12:111 Lekad kâne fî kasasıhim ibretun li ûlîl elbâb (elbâbi), mâ kâne hadîsen yufterâ ve lâkin tasdîkallezî beyne yedeyhi ve tafsîle kulli şey’in ve huden ve rahmeten li kavmin yu’minûn (yu’minûne).
Andolsun ki, kıssaları onların ‘elçilerin’, aklı ve gönlü işleyen, derin kavrayış sahiplerine bir ibret olmuştur. Değildir ‘âyetler’ uydurulmuş bir hadis! Ve lâkin tasdikler, o kimselerin ellerindeki ‘diğer mukaddes kitapları’ ve detaylı her şeyi ‘hakikat bilgisini’. Ve yönlendirilmeye ‘vesiledir’ ve bahşedilme, bağışlanma, esirgenmedir ‘samimi’ inanan bir toplum için!*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<