„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.
„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın (âsiler) ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*
>7:200, 15:34, 16:98<
Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
20:1 Tâ, hâ.
Tâ, Hâ…*
Kur’ân’ın şifresi, anahtarı Hurûf-ı Mukattaa: – https://ikra.vision
20:2 Mâ enzelnâ aleykel kur’âne li teşkâ.
‘Yâ Muhammed!’ Ve indirmedik Kur’ân’ı sana ki, bedbaht ‘olman’ için!
20:3 İllâ tezkireten li men yahşâ.
Ancak ‘hakikat bilgisini’ hatırlatmadır ‘o’ kişi için ki, huşû duyar.*
>16:16, 17:107, 17:109, 20:3, 25:73<
20:4 Tenzîlen mimmen halakal arda ves semâvâtil ulâ.
(Kur’ân-ı Kerîm), peyderpey indirilişledir Zât’ından;* ki, ‘oluşumu yapılandırılarak’ yarattı yeri ve ulu gökleri!
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
20:5 Er rahmânu alel arşistevâ.
Sonsuz şefkatle merhamet eden; teşrif etti, Arş’a (cennet ve cehennemi de içinde barındıran, zamansız, mekânsız, evrenin yönetmeliğine).
20:6 Lehu mâ fis semâvâti ve mâ fîl ardı ve mâ beynehumâ ve mâ tahtes serâ.
Zât’ının dır, ne varsa göklerde ve ne varsa yerde ve bunların arasındaki şeyler ve
toprağın altındaki şeyler!
20:7 Ve in techer bil kavli fe innehu ya’lemus sirre ve ahfâ.
Ve eğer haykırsan da sözü, artık muhakkak ki O, bilir, sırları ve saklıyı!*
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
20:8 Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.
Allâh ki, ilâh olamaz O’ndan başka!* Zât’ının dır, ‘tüm’ güzel isimler!
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
20:9 Ve hel etâke hadîsu mûsâ.
‘Yâ Muhammed!’ Ve geldi mi sana, Mûsâ hadisesi?
20:10 İz reâ nâren fe kâle li ehlihimkusû innî ânestu nâren leallî âtîkum minhâ bi kabesin ev ecidu alen nâri hudâ (huden).
Ki, gördüğü zaman bir ateş,* hemen dedi ki ‘ev’ ahalisine: „ Bekleyin! Muhakkak ki ben, bir ateş fark ettim; belki getiririm size ondan bir köz veya bulurum ateşin yanında yönlendirilmeye ‘vesile, bir haber’! “.
(Şimşek çakması nedeniyle yanan çalılar olabilir.)
20:11 Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Artık vardığında oraya, nidâ edildi ki: „ Yâ Mûsâ! “.**
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:12 İnnî ene rabbuke fehla’ na’leyk (na’leyke), inneke bil vâdil mukaddesi tuvâ (tuven).
„ Muhakkak ki Ben… Ben, Rabbinim! Haydi çıkar iskarpinlerini; muhakkak ki sen, mukaddes vadi Tuvâ’dasın!
20:13 Ve enahtertuke festemi’ li mâ yûhâ.
Ve seni seçtim! O hâlde dinle, vahyolunan şeyi ‘İlâhî esasları’!**
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:14 İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
Muhakkak ki Ben… Benim, Allâh! Ki, ilâh olamaz Benden başka!* Artık ‘yalnızca’ Bana ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk et!* Ve uygula takdisi (Allâh’ı kutsamak, hürmet ve hamd etmek için namaz)** ki, yâd etmek için ‘Beni’!*
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
Âdem’dan beri Allâh’ın inananlara emri: – https://ikra.vision
>2:152, 2:239, 3:135, 3:191, 4:103, 6:118, 13:28, 20:14, 33:41<
20:15 İnnes sâate âtiyetun ekâdu uhfîhâ li tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â.
Muhakkak ki, o saat (kıyâmet) gelir!* Neredeyse saklarım onu ki, ödüllendirilmesi için her nefsi, koşuşturduğu şeylere.*
>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<
>6:70, 20:15, 32:17, 40:17, 45:22, 74:38<
20:16 Fe lâ yesuddenneke anhâ men lâ yu’minu bihâ vettebea hevâhu fe terdâ.
Artık alıkoymasın seni ondan ‘namazdan’, ona (Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği neticesine)* inanmayan kimseler; ve peşine düştü isteklerinin (arzularının esiri yapan tutkular) ki,* ancak değerin düşer!
>2:6, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:96, 10:97, 14:11, 23:71, 45:32, 50:5<
>7:176, 10:58, 14:43, 15:3, 17:18, 17:19, 17:20, 18:28, 20:16, 25:43, 28:50, 38:26, 45:23, 47:14, 47:25, 57:20, 79:40, 79:41<
20:17 Ve mâ tilke bi yemînike yâ mûsâ.
Ve bu nedir sağ elindeki, yâ Mûsâ?! “.
20:18 Kâle hiye asây (asâye), etevekkeu aleyhâ ve ehuşşu bihâ alâ ganemî ve liye fîhâ meâribu uhrâ.
Dedi ki: „ O asamdır; dayanırım ona, ve yaprak silkelerim onunla koyunlarıma! Ve benim ondan, diğer bir gereç ‘edinmem içindir’! “.
20:19 Kâle elkıhâ yâ mûsâ.
‘Allâh, vahiyle’** dedi ki: „ Bırak onu, yâ Mûsâ! “.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:20 Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
Bunun üzerine ‘Mûsâ’ attı onu ‘yere’; hemen o oluverdi, koşuşturan bir canlı.
20:21 Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehel ûlâ.
‘Allâh, vahiyle’** dedi ki: „ Al onu, ve korkma! Geri döndürürüz onu ilk suretine!
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:22 Vadmum yedeke ilâ cenâhıke tahruc beydâe min gayri sûin âyeten uhrâ.
Ve koy elini kanadına ‘böğrüne’ ki, çıkar berrak, kusursuz! ‘Bu da’ diğer bir âyettir ‘alâmettir’!*
>7:107, 7:108, 7:133, 7:160, 7:171, 17:101, 26:63, 28:30<
20:23 Li nuriyeke min âyâtinel kubrâ.
Göstermemiz için sana, büyük âyetlerimizden (Ki, Zât’ının varlığına delalettir)!
20:24 İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
Git Firavun’a! Muhakkak ki o, arsızlaştı! “.*
>28:38, 79:24<
20:25 Kâle rabbişrah lî sadrî.
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Rabbim, aç göğsümü ‘gönlümü ferahlat’!
20:26 Ve yessir lî emrî.
Ve kolaylaştır ‘işimi, bu’ emir için!
20:27 Vahlul ukdeten min lisânî.
Ve çöz bağı lisanımdan ‘dilimden’!*
>20:27, 20:28, 28:33, 28:34, 43:52<
20:28 Yefkahû kavlî.
Ki, derinden kavrarlar sözümü!
20:29 Vec’al lî vezîren min ehlî.
Ve kıl bana ‘ev’ ahalimden bir yetkili!
20:30 Hârûne ahî.
Ağabeyim Hârûn’u!
20:31 Uşdud bihî ezrî.
Ki, pekiştir onunla arka ‘çıkan yapıp’!
20:32 Ve eşrikhu fî emrî.
Ve ortak et onu işime!
20:33 Key nusebbihake kesîrâ (kesîren).
Ki, ‘birlikte’ çokça noksanlık, kusur, âcizlikten öte sayalım Seni!
20:34 Ve nezkureke kesîrâ (kesîren).
Ve ‘birlikte’ çokça yâd edelim Seni!
20:35 İnneke kunte binâ basîrâ (basîren).
Şüphesiz ki Sen’sin, bizi her hâliyle gören! “.
20:36 Kâle kad ûtîte su’leke yâ mûsâ.
‘Allâh, vahiyle’** dedi ki: „ Verilmiştir gereksinimin, yâ Mûsâ!
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:37 Ve lekad menennâ aleyke merreten uhrâ.
Ve andolsun ki, ‘lâyık görüp’ minnettar kıldık seni, diğer bir defa ‘daha’!
20:38 İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
Vahyettiğimizde annene,** vahyolunan şeyi ki…
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:39 Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh (lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
Koymasını onu ‘bebek Mûsâ’yı’ sandığa; ‘dedik ki’: „artık koy onu akarsuya ki, böylelikle atsın onu akarsu, sahile ‘kıyıya’! Ki, alır onu ‘sahip çıkar’ düşmanım ve ona düşman ‘olan biri’!“. Ve bıraktım üzerine tarafımdan bir sevimlilik ve yetiştirilmen için gözetimimde!*
>20:40<
20:40 İz temşî uhtuke fe tekûlu hel edullukum alâ men yekfuluh (yekfuluhu), fe reca’nâke ilâ ummike key takarre aynuhâ ve lâ tahzen (tahzene), ve katelte nefsen fe necceynâke minel gammi ve fetennâke futûnâ (futûnen), fe lebiste sinîne fî ehli medyene summe ci’te alâ kaderin yâ mûsâ.
Yürüyordu ablan ‘seni izleyerek’, derken diyordu ki: „Delalet edeyim mi size, ona kefil olup ‘emzirecek, bakımını üstlenecek’ kimseyi?“ Böylece seni, annene geri getirdik ki, ona göz aydınlığı olsun ve hüzünlenmesin. Ve katletmiştin bir cana ‘kıyıp’; bunun üzerine kurtardık seni gamdan. Ve sınadık seni sınavlarla ki, böylece kaldın senelerce Medyen ahalisiyle. Sonra geldin takdir üzerine ‘buraya’ yâ Mûsâ!
20:41 Vastana’tuke li nefsî.
Ve ‘peygamberliğe’ seçip yetiştirdim seni, Zât’ım için!
20:42 İzheb ente ve ehûke bi âyâtî ve lâ teniyâ fî zikrî.
Git, sen ve ağabeyin, âyetlerimle ‘alâmetlerimle’!* Ve üşenmeyin yâd edilmemde!
>7:107, 7:108, 7:133, 7:160, 7:171, 17:101, 26:63, 28:30<
20:43 İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.
Gidin, Firavun’a! Muhakkak ki o, arsızlaştı!*
>28:38, 79:24<
20:44 Fe kûlâ lehu kavlen leyyinen leallehu yetezekkeru ev yahşâ.
Ancak söyleyin ona, yumuşak sözle (tatlı bir dille)! Ki, belki hatırda tutar* veya huşû duyar. “.
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
20:45 Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.
Dediler ki: „ Rabbimiz… Muhakkak ki, korkuyoruz abartılı davranmasından bizlere karşı veya arsızlığından! “.
20:46 Kâle lâ tehâfâ innenî meakumâ esmau ve erâ.
‘Allâh, vahiyle’** dedi ki: „ Korkmayın! Muhakkak ki Ben, beraberim sizinle; duyarım ve görürüm!*
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
20:47 Fe’tiyâhu fe kûlâ innâ resûlâ rabbike fe ersil meanâ benî isrâîle ve lâ tuazzibhum, kad ci’nâke bi âyetin min rabbik (rabbike), ves selâmu alâ menittebeal hudâ.
Haydi varın ona artık, deyin ki: „Muhakkak ki, elçileriyiz Rabbinin! Haydi gönder bizimle beraber İsrâîloğullarını ve azap etme onlara! Geldik sana bir âyet ‘alâmet’ ile Rabbinden! Ve esenlik üzerinedir yönlendirilmeye ‘vesileye’ uyan kişilerin.*
>3:33, 3:42, 22:75, 27:59, 35:32<
20:48 İnnâ kad ûhıye ileynâ ennel azâbe alâ men kezzebe ve tevellâ.
Doğrusu vahyolunmuştur bize ki, azabın, ‘bu gerçeği’ yalanlayan kişi üzerine olması ve ‘bundan’ dönenin!“ “.
20:49 Kâle fe men rabbikumâ yâ mûsâ.
‘Firavun’ dedi ki: „ O hâlde kimdir Rabbiniz, ey Mûsâ?! “.
20:50 Kâle rabbunellezî a’tâ kulle şey’in halkahu summe hedâ.
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Rabbimiz… Ki Zât’ı, verir, ‘amacı gereği’ her tür şeye ‘oluşumu yapılandırılarak’ yaratılışını; sonra da yönlendirir ‘onları’! “.
20:51 Kâle fe mâ bâlul kurûnil ûlâ.
‘Firavun’ dedi ki: „ O hâlde nedir hâli ilk uygarlıkların? “.*
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
20:52 Kâle ilmuhâ inde rabbî fî kitâb (kitâbin), lâ yadıllu rabbî ve lâ yensâ.
‘Mûsâ’ dedi ki: „ İlmi onun, Rabbimin katındaki kitaptadır (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!* Ki, şaşırmaz Rabbim ve unutmaz! “.
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
20:53 Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines semâi mââ (mâen), fe ahrecnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.
Zât’ı, var etti sizlere yeryüzünü beşik; ve geçirir sizleri orada yollara. Ve indirdi gökten su; ki, böylelikle çıkardık onunla çifter çifter dağınık bitkisinden.
20:54 Kulû ver’av en’âmekum, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Ki, yiyin; ve otlatın ‘çiftlik’ hayvanlarınızı. Muhakkak ki işte bunlar, elbette âyetlerdir ‘alâmetlerdir’, sağduyu sahipleri için!*
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
20:55 Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ.
Ondan (yer, su ve bitkiden),* ‘oluşumu yapılandırılarak’ yarattık sizleri!** Ve oraya geri döndürürüz sizleri! Ve ondan çıkarırız sizleri, diğer bir defa daha!
(Özümlenme ile vücuda yarayışlı biçime sokularak, dokuların yapısında yer alışı)
>15:28, 17:61, 20:55, 25:54, 30:20, 71:17<
İnsanın tek hücrelilerden meydana geldiği: – https://ikra.vision
20:56 Ve lekad ereynâhu âyâtinâ kullehâ fe kezzebe ve ebâ.
Ve andolsun ki, gösterdik ona ‘Firavun’a’,* tüm âyetlerimizi ‘alâmetlerimizi’.* Ne var ki, yalanladı ve karşı çıktı.
>20:56, 54:41, 54:42, 79:20, 79:21<
>7:107, 7:108, 7:133, 7:160, 7:171, 17:101, 26:63, 28:30<
20:57 Kâle e ci’tenâ li tuhricenâ min ardınâ bi sihrike yâ mûsâ.
‘Firavun’ dedi ki: „ Geldin ki bizlere, çıkarmak için mi bizleri yerimizden, ‘dalavere’ sihrinle ey Mûsâ?!
20:58 Fe le ne’tiyenneke bi sıhrin mislihî fec’al beynenâ ve beyneke mev’ıden lâ nuhlifuhu nahnu ve lâ ente mekânen suvâ (suven).
Öyleyse elbet getiririz sana, onun benzeri bir sihri. Haydi belirle aramızda ve aranda vadedilen ‘bir süreç’ ki, caymayalım onda, biz de ve ne de sen, uygun ‘açık alan bir’ yerde! “.
20:59 Kâle mev’ıdukum yevmuz zîneti ve en yuhşeren nâsu duhâ (duhan).
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Vaadleşmemiz süs ‘ihtişam, bayram’ günü ve bir araya getirilmesinde insanların, ‘kuşluk vakti’ aydınlığında ‘olsun’! “.
20:60 Fe tevellâ fir’avnu fe cemea keydehu summe etâ.
Bunun üzerine döndü Firavun. Derken, toplayıp ‘sihirbazlarını’ tuzak kurmasından sonra, vardı ‘buluşma zamanı’.
20:61 Kâle lehum mûsâ veylekum lâ tefterû alallâhi keziben fe yushıtekum bi azâb (azâbin), ve kad hâbe menifterâ.
Dedi ki onlara, Mûsâ: „ Eyvahlar olsun size! Uydurmayın Allâh ‘adına’ yalanı, yoksa kökten kurutur sizi azapla! “. Ve heba oldu kim, uydurduysa.
20:62 Fe tenâzeû emrehum beynehum ve eserrûn necvâ.
Artık kapıştılar işlerini, ‘kendi’ aralarında ve gizlediler baş başa gizli konuşmalarla.
20:63 Kâlû in hâzâni le sâhirâni yurîdâni en yuhricâkum min ardıkum bi sihrihimâ ve yezhebâ bi tarîkatikumul muslâ.
(Mûsâ ve Hârûn’ı kastederek, Yahudi halkına)* Dediler ki: „ Bunlar olsa olsa mutlaka sihirbazlardır; ki muradları, çıkarmak sizleri yerinizden, ‘dalavere’ sihirleriyle! Ve gidermek, ‘örnek’ yolunuzu! “.
>2:61<
20:64 Fe ecmiû keydekum summe’tû saffâ (saffen), ve kad eflehal yevme menista’lâ.
‘Mûsâ’: „ Haydi toplanın tuzaklarınızla, sonra varın saf tutup dizilerek! “. Ve felâha ermiştir o gün,* üstün ‘gelen’ kimse.*
>11:103, 11:104, 11:105, 11:106, 14:48, 14:49, 17:22, 21:103, 24:24, 28:66, 30:14<
>20:64, 23:1, 87:14, 91:9<
20:65 Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
‘Sihirbazlar’ dediler ki: „ Yâ Mûsâ! ‘Ortaya’ ya atarsın, ya da evvela bizler olalım atan kimseler! “.
20:66 Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sıhrihim ennehâ tes’â.
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Yok, atın! “. Ne var ki, o zaman da, urganları ve asaları hayalinde ona; ki, sihirlerinden, onun koşuşturduğu ‘gibi’ olmasıydı.
20:67 Fe evcese fî nefsihî hîfeten mûsâ.
Hemen korku düştü içine Mûsâ’nın.
20:68 Kulnâ lâ tehaf inneke entel a’lâ.
Dedik ki „ Korkma! Muhakkak ki, Sen… Sen’sin, üstün ‘gelen’!
20:69 Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır (sâhırin), ve lâ yuflihus sâhıru haysu etâ.
Ve at, sağ elindekini ki, ürettikleri şeyleri yutar! “. Ürettikleri şeylerin ‘etkileri’ sadece sihirbaz tuzağıdır ‘hilesidir’. Ve ‘oysa ki’, felâha eremez sihirbaz, nereye varsa!
20:70 Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
Hemen atıldılar ‘ikna olan’ sihirbazlar, ‘Allâh’ın huzuruna’ yere kapanarak. Dediler ki: „ İnandık Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine! “.
20:71 Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr (sihra), fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ.
‘Firavun’ dedi ki: „ İnandınız ona ‘ha’!? İzin vermemden önce sizlere! Muhakkak ki o, elbette büyüğünüz ‘ustanız’; ki o, talim etti sizlere sihri! Artık mutlaka keserim ellerinizi ve ayaklarınızı ki, karşı çıkmaktan! Ve mutlaka asarım sizleri hurma ağacı kütüğüne! Ve elbet bilirsiniz hangimiz daha şiddetli ve bâki! “.
20:72 Kâlû len nu’sireke alâ mâ câenâ minel beyyinâti vellezî fataranâ fakdi mâ ente kâd (kâdin), innemâ takdî hâzihil hayâted dunyâ.
‘Îmân eden sihirbazlar’ dediler ki: „ Asla tercih etmeyiz seni ki, ayan beyan ‘deliller’ gelmesine karşı, bizlere! Ve Zât’ı ki, Fâtîr’ımızdır!* Artık sen değilsin yargılayan, ancak yargın burada, dünya hayatındadır!
(Yokluktan dâhili cevher yaratılması, bunun yarılma ile meydana gelmesi, açığa çıkarılması)
20:73 İnnâ âmennâ bi rabbinâ li yagfire lenâ hatâyânâ ve mâ ekrehtenâ aleyhi mines sihr (sihri), vallâhu hayrun ve ebkâ.
Muhakkak ki, ‘samimi’ inandık Rabbimize! Ki, bağışlaması için bizleri,* hatalarımızdan ve bizi sihir yapmaya mecbur ettiğin hoşlanılmayan şeylerden! “. Ve Allâh, en hayırlısıdır ve bâki!
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
20:74 İnnehu men ye’ti rabbehu mucrimen fe inne lehu cehennem (cehenneme), lâ yemûtu fîhâ ve lâ yahyâ.
Mutlaka o kim, gelirse Rabbine, ‘günah’ suçlusu olarak; öyleyse, onadır (âhiret mükâfatına değer vermeyip şeytana uyduğu sebebiyle)* cehennem ki, ne ölür orada ve ne de yaşar.
>7:16, 7:17, 7:18, 14:22, 34:20, 34:21, 72:6<
20:75 Ve men ye’tihî mu’minen kad amiles sâlihâti fe ulâike lehumud derecâtul ulâ.
Ve kim, O’na gelirse, ‘samimi’ inanan olarak, gayretleri erdemlerle; artık işte onlar ki… Onlaradır, ulu dereceler!
20:76 Cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâu men tezekkâ.
Adn has bahçeleri ‘cennetleri’ ki, cereyan eder onun altından nehirler; ki kalıcılardır orada. Ve işte bu ödül, arınan kimseyedir.
20:77 Ve lekad evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ibâdî fadrib lehum tarîkan fîl bahri yebesâ (yebesen), lâ tehâfu dereken ve lâ tahşâ.
Ve andolsun ki, vahyettik** Mûsâ’ya ki, yola koyulmasını kullarımla. ‘Derken, dedik ki’: „ Haydi vur, onlara, deryada kuru bir yol! Korkma yetişilmesinden ve endişelenme! “.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:78 Fe etbeahum fir’avnu bi cunûdihî fe gaşiyehum minel yemmi mâ gaşiyehum.
Hemen peşlerine düştü Firavun, ordusuyla. Fakat bürüyüp örttü onları, akarsuda ‘dalgalar’, ne ‘biçim’ bir bürüyüp örtmeyle onları.
20:79 Ve edalle fir’avnu kavmehu ve mâ hedâ.
Ve daha da saptırdı Firavun, halkını ve yönlendirdiği şeyde.
20:80 Yâ benî isrâîle kad enceynâkum min aduvvikum ve vâadnâkum cânibet tûril eymene ve nezzelnâ aleykumul menne ves selvâ.
Ey İsrâîloğulları… Kurtarmıştık sizleri düşmanlarınızdan. Ve vadettik sizlere, Tur’un (Sînâ’daki Tur dağı) sağ tarafından! Ve indirdik üzerlerinize kudret helvası ve bıldırcın!
20:81 Kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.
Ki, yiyin temizlerinden, sizleri rızıklandırdığımız şeylerden; ve ayarsız olmayın onda! Yoksa siner üzerlerinize gazabım! Ve kime sinerse gazabım, artık ‘o’ batmıştır!
20:82 Ve innî le gaffârun li men tâbe ve âmene ve amile sâlihan summehtedâ.
Muhakkak ki Ben, elbette tekrar tekrar bağışlayanım!* ‘O’ kişi için ki, tövbe eder ve ‘samimi’ inanır da ve gayretleri erdemlidir; sonra ‘Allâh’ın razı olduğu yola’ yönelmişse.
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
20:83 Ve mâ a’celeke an kavmike yâ mûsâ.
„ Ve nedir acele ettiren seni, halkından ‘uzaklaşıp, onları bilinçlendirmeden’, yâ Mûsâ?! “.
20:84 Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Onlar ki… Onlar, izimdeler!* Ve acele etmem Sana, Rabbim… Hoşnutluğun için! “.
>2:51, 20:84, 20:85, 20:96<
20:85 Kâle fe innâ kad fetennâ kavmeke min ba’dike ve edallehumus sâmiriyy (sâmiriyyu).
‘Allâh, vahiyle’** dedi ki: „ Ne var ki, muhakkak ki Biz, sınamıştık halkını, senin ardından. Ve daha da saptırdı onları, Sâmirî! “.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyle veya melekler aracılığıyladır.)
20:86 Fe recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifâ (esifen), kâle yâ kavmi e lem yaıdkum rabbukum va’den hasenâ (hasenen), e fe tâle aleykumul ahdu em eredtum en yahılle aleykum gadabun min rabbikum fe ahleftum mev’ıdî.
Hemen rücu etti Mûsâ, ‘saptığı bildirilen’ halkına, hiddetle ve esefle;* dedi ki: „
Ey halkım! Vadetmedi mi sizlere Rabbiniz, iyi bir vaat? Bu yüzden midir ki, uzadı da üzerlerinize taahhüt; veya muradınız, sinmesi ‘midir’ gazabın Rabbinizden? Ki, bu sebeple caydınız vadedilenden! “.
>2:51, 20:84, 20:85, 20:96<
20:87 Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâren min zînetil kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy (sâmiriyyu).
Dediler ki: „ Caymadık vadedilenden sana ki, ‘akli’ melekelerimizle! Ve lâkin yükletildi bizlere taşınan ‘çalınan’ ziynetlerinden ‘Firavun’ halkının! Bu yüzden ‘günahtan korktuk’ koyduk onları ki, artık işte böyle attı Sâmirî de (onları ateşe)! “.
20:88 Fe ahrece lehum ıclen ceseden lehu huvârun fe kâlû hâzâ ilâhukum ve ilâhu mûsâ fe nesiy (nesiye).
Böylelikle çıkardı onlara, bir buzağı cismi ki, böğürme sesi olan. Bunun üzerine dediler ki: „ Budur ilâhınız ve ilâhı Mûsâ’nın! Ne var ki ‘o, geçmişini’ unuttu! “.
20:89 E fe lâ yerevne ellâ yerciu ileyhim kavlen ve lâ yemliku lehum darren ve lâ nef’â (nef’an).
Hâlâ görmüyorlar mı ki, rücu etmediğini kendilerine sözün? Ve ehil değil onlara, mağduriyet önlemeye ve ne de fayda sağlamaya.
20:90 Ve lekad kâle lehum hârûnu min kablu yâ kavmi innemâ futintum bih (bihî) ve inne rabbekumur rahmânu fettebiûnî ve etîû emrî.
Ve andolsun ki, demişti onlara Hârûn, öncesinden ki: „ Ey halkım! Sadece sınandınız onunla;* ve muhakkak ki, Rabbiniz, sonsuz şefkatle merhamet edendir! Ve itaat edin emrime! “.*
>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<
>3:179, 4:13, 4:14, 4:69, 8:13, 8:29, 9:63, 24:47, 33:36, 58:5, 58:20<
20:91 Kâlû len nebreha aleyhi âkifîne hattâ yercia ileynâ mûsâ.
Dediler ki: „ Asla direnmekten ‘vazgeçmeyiz’ ona, ibadete çekilmeyi ki, rücu edene kadar bize Mûsâ! “.
20:92 Kâle yâ hârûnu mâ meneake iz reeytehum dallû.
‘Tur’dan dönen, Mûsâ’ dedi ki: „ Yâ Hârûn! Nedir sana mâni olan şey, gördüğün zaman onların saptıklarını?!
20:93 Ellâ tettebian (tettebiani), e fe asayte emrî.
Uymadın da bana, artık isyan mı ettin emrime? “.
20:94 Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.
‘Hârûn’ dedi ki: „ Anam oğlu, alma ‘tutma’ sakalımı ne de başımı! Doğrusu, ‘zaten’ endişelendim demenden ki, ayrılık çıkardın İsrâîloğulları arasında. Ve gözetmedin sözümü. “.
20:95 Kâle fe mâ hatbuke yâ sâmiriyy (sâmiriyyu).
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Öyleyse nedir maksadın, ey Sâmirî?! “.
20:96 Kâle basurtu bi mâ lem yabsurû bihî fe kabadtu kabdaten min eserir resûli fe nebeztuhâ ve kezâlike sevvelet lî nefsî.
‘Sâmirî’ dedi ki: „ Baktım ki, görmedikleri şeyler (ziynetler); onu hemen kavzadım elde edip ki, elçinin izinde ‘olmayıp’ artık attım onu!* Ve işte böyle, nefsim sevk ettiği için ‘yaptım’! “.
>2:51, 20:84, 20:85, 20:96<
20:97 Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefeh (tuhlefehu), vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ (âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ (nesfen).
‘Mûsâ’ dedi ki: „ Öyleyse git! Artık senin, hayatta demen ki: „dokunmayın!“. Ve muhakkak ki sana vadedilen, asla cayılmazdır o! Ve bak ilâhına, ki o ısrar ettiğine, ibadete çekilip! Mutlaka yakar onu, sonra da mutlaka savururuz onu, akarsuya savurarak! “.
20:98 İnnemâ ilâhukumullâhullezî lâ ilâhe illâ hûv (huve), vesia kulle şey’in ilmâ (ilmen).
Ancak İlâhınız Allâh’tır!* O ki, ilâh olamaz O’ndan başka!* Kapsamıştır, her şeyi ilimle!
>16:60, 16:74, 27:9, 30:27, 87:1, 92:20<
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
20:99 Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak (sebaka), ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ (zikren).
‘Yâ Muhammed!’ İşte böyle, kıssa ediyoruz ‘bahsediyoruz’ sana havadisleri geçmiş olan şeylerden! Ve verdik sana katımızdan Zikri (Kur’ân-ı Kerîm)!*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
20:100 Men a’rada anhu fe innehu yahmilu yevmel kıyâmeti vizrâ (vizren).
Kim vazgeçerse ondan ‘bildikleri hükümlerden’, artık doğrusu ona, yüklendirilir kıyâmet günü taşıdığı ‘günahı’.
20:101 Hâlidîne fîh (fîhi), ve sâe lehum yevmel kıyâmeti hımlâ (hımlen).
Sonsuza ‘dek’ kalıcılardır orada. Ve kötüdür onlar için, kıyâmet günü yükü!
20:102 Yevme yunfehu fîs sûri ve nahşurul mucrimîne yevme izin zurkâ (zurkan).
O gün, üfürülür Sûr’a.* Ve bir araya getiririz ‘günah’ suçlularını izin günü (Allâh’ın izniyle gerçekleşecek kıyâmet günü),* mosmor ‘kesilmiş’.
>22:1, 22:2, 23:100, 23:101, 34:51, 50:16, 50:41, 56:83, 56:84, 56:85, 56:86, 56:87, 70:10, 70:11, 70:12,70:13, 70:14, 78:17, 78:18, 99:1, 99:2, 99:3, 99:4, 99:5, 99:6<
>11:103, 11:104, 11:105, 11:106, 14:48, 14:49, 17:22, 21:103, 24:24, 28:66, 30:14<
20:103 Yetehâfetûne beynehum in lebistum illâ aşrâ (aşren).
Gizlice konuşarak ‘kendi’ aralarında: „ Kaldınız ‘Dünyada’ ise, ancak 10 ‘gün’! “.
20:104 Nahnu a’lemu bimâ yekûlûne iz yekûlu emseluhum tarîkaten in lebistum illâ yevmâ (yevmen).
İyi biliyoruz dedikleri şeyleri; ki, söyledikleri zaman, emsal ‘olan’ onlara, ‘örnek’ yol ‘ile’ (evrim sürecinin, Allâh’ın eseri olmadığını savunanların): „ Kaldınız ‘Dünyada’ ise, ancak bir gün! “.**
Kur’ân’da, evrim teorisi: – https://ikra.vision
>10:45, 17:52, 36:52, 23:112, 23:113, 23:114, 30:55, 30:56, 46:35, 79:46<
20:105 Ve yes’elûneke anil cibâli fe kul yensifuhâ rabbî nesfâ (nesfen).
‘Yâ Muhammed!’ Sorarlar sana, ‘son saatte’ dağlardan! Öyleyse, de ki: „ Savurur onu Rabbim, savurarak. “.*
>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<
20:106 Fe yezeruhâ kâan safsafâ (safsafen).
Artık bırakır onu ^yeryüzünü’, düpedüz bomboş.
20:107 Lâ terâ fîhâ ivecen ve lâ emtâ (emten).
Göremezsin onda bir eğrilik ve ne de çukur-tümsek.
20:108 Yevme izin yettebiûned dâıye lâ ivece leh (lehu), ve haşeatil asvâtu lir rahmâni fe lâ tesmeu illâ hemsâ (hemsen).
İzin günü (Allâh’ın izniyle gerçekleşecek kıyâmet günü),* uyarlar davetçiye. Yoktur bir eğrilik onda. Ve kısılır sesler, sonsuz şefkatle merhamet edene. Öyle ki, duymazsın gizli ses dışında.
>11:103, 11:104, 11:105, 11:106, 14:48, 14:49, 17:22, 21:103, 24:24, 28:66, 30:14<
>11:105, 20:108, 78:38<
20:109 Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ (kavlen).
İzin günü (Allâh’ın izniyle gerçekleşecek kıyâmet günü),* fayda sağlamaz şefaat, ‘o’ kimse dışında ki, ona izin verdiğinin, sonsuz şefkatle merhamet edenin; ve razı olduğunun, sözünden!*
>11:103, 11:104, 11:105, 11:106, 14:48, 14:49, 17:22, 21:103, 24:24, 28:66, 30:14<
>6:94, 19:87, 21:28, 39:43, 39:44, 53:26, 78:38<
20:110 Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ (ılmen).
Ki bilir, onların ‘yarattıklarının’, önlerindekileri ve arkalarındakileri (gelecek ve geçmiş)! Ve ‘onlar ise’, kavrayamazlar onu, ilimle.*
>6:98, 10:39, 20:110, 20:114<
20:111 Ve anetil vucûhu lil hayyil kayyûm (kayyûmi), ve kad hâbe men hamele zulmâ (zulmen).
Ve ‘izin günü’ eğilmiştir yüzler ki, evvelî ve ebedî diriye; var olan her şeyin kaynağı, dayanağına! Ve heba oldu kim, ‘haksız yere’ zulüm yüklenen.
20:112 Ve men ya’mel mines sâlihâti ve huve mu’minun fe lâ yehâfu zulmen ve lâ hadmâ (hadmen).
Ve kimin gayretleri erdemlidir ve o, ‘samimi’ inandıysa, o hâlde korkmaz, ‘haksız yere’ zulümden ve ne de ‘hakkının’ çiğnenmesinden.
20:113 Ve kezâlike enzelnâhu kur’ânen arabîyyen ve sarrafnâ fîhi minel vaîdi leallehum yettekûne ev yuhdisu lehum zikrâ (zikren).
Ve işte böyle, Biz indirdik onu ki, Kur’ân, Arapçadır!* Ve sarf ettik ‘tüm’ vaatlerden ki, belki ‘günahlardan’ korunurlar! Veya hasıl olur onlara, hatırlatmaya.*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
>>2:152, 2:239, 3:135, 3:191, 4:103, 6:118, 13:28, 20:14, 33:41<
20:114 Fe teâlallâhul melikul hak (hakku), ve lâ ta’cel bil kur’âni min kabli en yukdâ ileyke vahyuhu ve kul rabbi zidnî ılmâ (ılmen).
Öyle ki, yücedir Allâh; mutlak, gerçek hükümdardır; hakikattir! ‘Yâ Muhammed!’ Ve acele etme Kur’ân’a ki, icra edilmesinden önce sana, vahyinin! Ve de ki: „ Rabbim… Artır bana, ‘hakikat bilgisi’ ilmi ‘idrakimi’! “.
20:115 Ve lekad ahidnâ ilâ âdeme min kablu fe nesîye ve lem necid lehu azmâ (azmen).
Ve andolsun ki, taahhüt ettik Âdem’e, öncesinden.*** Ne var ki ‘önemsemeyip’ unuttu; ve bulmadık onu azimkâr.*
(Şeytana uymamayı; bilinçli varlık olarak yaşamayı; bu idrakin Allâh’tan olduğuna inanıp, teslimiyeti üstlenebilmeyi.)
>7:35, 7:172, 7:173, 17:70, 20:115, 33:72, 33:73, 36:60, 36:61, 59:21<
“Dünya’ya gelmem bana sorulmadı!”: – https://ikra.vision
>7:172, 20:115, 33:72, 36:60, 36:61<
20:116 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs (iblîse), ebâ.
Ve dediğimiz zaman meleklere ki: „ ‘Saygı ile’ yere kapanın, Âdem ‘yarattığım’ için! “. Hemen ‘her biri, saygı ile’ yere kapandılar ki, İblis (ümidi kesilmiş olan) hariç; ‘o’ karşı çıktı.
20:117 Fe kulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvun leke ve li zevcike fe lâ yuhricennekumâ minel cenneti fe teşkâ.
Oysa dedik ki: „ Yâ Âdem! Muhakkak ki bu ‘şeytan’, düşmandır sana ve eşine!* Öyle ki, çıkarmasın ikinizi has bahçe ‘cennetten’; bu yüzden bedbaht ‘olmayın’!
>7:16, 15:39, 15:42, 26:94, 26:95, 26:224, 28:63, 37:32<
20:118 İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ ta’râ.
Muhakkak ki, senin acıkman olmaz orada ve ne de üryan kalman!
20:119 Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ.
Doğrusu, susamazsın da orada ve ne de hararetten bunalman! “.
20:120 Fe vesvese ileyhiş şeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceretil huldi ve mulkin lâ yeblâ.
Fakat vesveseyle, şeytan (âsiler) ona, dedi ki: „ Ey Âdem! Delalet edeyim mi sana, ‘cennette’ kalıcılık ağacını ve bir saltanatı ki, niceliğini yitirmez?! “.
20:121 Fe ekelâ minhâ fe bedet lehumâ sev’âtuhumâ ve tafıkâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneti ve asâ âdemu rabbehu fe gavâ.
Fakat yediklerinde ondan ‘ağacın meyvesini’, hemen belirdi onlara, cinsel organları ve başladılar üzerlerine yapıştırmaya has bahçe ‘cennet’ yapraklarından. Ve âsi oldu Âdem Rabbine, derken ayartıldı!
20:122 Summectebâhu rabbuhu fe tâbe aleyhi ve hedâ.
Sonra seçti onu, Rabbi; derken tövbesini kabul eyledi* ve yönlendirdi.
>4:17, 4:18, 7:23, 20:122, 25:71<
20:123 Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv (aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe men ittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
‘Allâh’ dedi ki: „ İnin, oradan topluca; birbirinize düşmanca! Buna rağmen, geldiğinde sizlere yönlendirilmeye ‘vesile’ Benden, artık kim uyarsa yönlendirmeme, o zaman şaşırmaz ve ne de bedbahttır! “.
20:124 Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ.
Ve kim aldırış etmezse Zikre (Kur’ân-ı Kerîm), artık mutlaka onadır, kasvetli geçim. Ve bir araya getiririz onları, kıyâmet günü kör ‘olarak’.*
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
20:125 Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad kuntu basîrâ (basîran).
‘Bu kişi’ der ki: „ Rabbim… Neden bir araya getirdin beni ‘diğerleriyle’ ki, kör ‘olarak’? Ve olmasına ‘şaştım’ ki, ben görüyordum! “.*
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
20:126 Kâle kezâlike etetke âyâtunâ fe nesîtehâ, ve kezâlikel yevme tunsâ.
‘Allâh’ dedi ki: „ İşte böyledir! Geldiğinde sana âyetlerimiz, o zaman ‘önemsemeyip’ unuttun onu ve işte böyle o gün,* ‘sen, önemsemeyip’ unutulursun! “.*
>11:103, 11:104, 11:105, 11:106, 14:48, 14:49, 17:22, 21:103, 24:24, 28:66, 30:14<
>7:51, 9:67, 20:126, 32:14, 38:26, 45:34, 58:19, 59:19<
20:127 Ve kezâlike neczî men esrefe ve lem yu’min bi âyâti rabbih (rabbihî), ve le azâbul âhıreti eşeddu ve ebkâ.
İşte böyle cezalandırırız, israf ‘aşırılık’ eden kimseyi! Ve inanmayanı Rabbinin âyetlerine! Ve mutlak ki, âhiret azabı daha şiddetlidir ve bâki.*
>2:6, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:96, 10:97, 14:11, 23:71, 45:32, 50:5<
20:128 E fe lem yehdi lehum kem ehleknâ kablehum minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin li ulîn nuhâ.
Hâlâ yönlendirmedi mi onları, nicelerini yok etmemiz, onlardan önceki ‘uyarılan inkârcı’ uygarlıklardan?!* Ki, geziniyorlar orada, meskenlerinde. Muhakkak ki işte bunlar, elbette âyetlerdir ‘alâmetlerdir’, sağduyu sahipleri için!*
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
20:129 Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ (musemmen).
Ve olmasaydı geçmiş bir kelâm ‘kıyâmet hükmü’ Rabbinden, elbette kaçınılmaz olurdu ‘kıyâmet’.* Ve bir vade ki, adlandırılmıştır* (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!*
>7:34, 10:19, 11:110, 20:129, 41:45, 42:14<
>3:145, 6:2, 7:34, 11:104, 14:48, 30:8, 78:17<
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
20:130 Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.
‘Yâ Muhammed!’ Artık sabret, söyledikleri şeylere karşı! Ve noksanlık, kusur, âcizlikten öte say, minnet edip şükrederek, Rabbine! Ki, güneşin doğuşundan önce (sabah), ve batışından önce (ikindi) ve gece vakitlerinde (yatsı ve isteğe bağlı gece namazı) derken noksanlık, kusur, âcizlikten öte say, günün etrafında da (öğlen)!* Ki, belki hoşnut olunursun!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
20:131 Ve lâ temuddenne ayneyke ilâ mâ mettâ’nâ bihî ezvâcen minhum zehretel hayâtid dunyâ li neftinehum fîh (fîhi), ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ.
‘Yâ Muhammed!’ Dikme gözlerini ki, menfaatlendirdiğimiz şeylere onunla, onlardan (bir kısmının, İlâhî adalet gereği sahip olduklarına) çifter çifter! Ki, dünya hayatının süs motifleridir, sınama ‘vesilesi’ için onlara, ondan ‘bu konuda’. Ve rızkı Rabbinin, en hayırlısıdır ve bâki.
20:132 Ve’mur ehleke bis salâti vastabir aleyhâ, lâ nes’eluke rızkâ (rızkan), nahnu nerzukuk (nerzukuke), vel âkıbetu lit takvâ.
‘Yâ Muhammed!’ Ve tembihle ‘ev’ ahaline takdisi (Allâh’ı kutsamak, hürmet ve hamd etmek için namaz)* ve sabret ‘ısrarla’ üzerinde! Ki, sual etmiyoruz senden, rızık ‘kazanman için zaman ayırmanı’;* Yalnızca Biz rızıklandırırız seni! Ve ‘güzel’ âkıbet, ‘günahlardan’ korunanlaradır.*
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
>51:55, 51:56, 51:57, 51:58<
>2:195, 7:128, 8:40, 11:49, 13:22, 13:23, 13:24, 13:35, 18:44, 25:15, 28:77, 28:83<
20:133 Ve kâlû lev lâ ye’tînâ bi âyetin min rabbih (rabbihî), e ve lem te’tihim beyyinetu mâ fîs suhufil ûlâ.
Ve dediler ki ‘hakikati örtmeye şartlanmış kimseler’: „ Olsaydı ya gelseydi bizlere ‘Muhammed’ bir âyetle ‘alâmetle’ Rabbinden!* Ve gelmedi mi onlara ayan beyan ‘deliller’, ilk sayfalarda?! “.*
>2:6, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:96, 10:97, 14:11, 23:71, 45:32, 50:5<
>6:124, 10:76, 20:133, 28:48, 53:36, 53:37, 74:52, 87:18, 87:19<
20:134 Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.
Ve eğer ki, yok etseydik onları, ondan ‘elçi göndermeden’ önce azap ile,* derlerdi ki: „ Rabbimiz… Olmaz mıydı, gönderseydin bizlere de bir elçi ki, hemen uyardık âyetlerine, zelil olmamızdan önce ve rüsva’lığımızdan?! “.*
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
>4:163, 4:164, 4:165, 6:130, 6:131, 6:155, 6:156, 6:157, 7:172, 7:173, 17:15, 20:134, 26:208, 28:59, 35:24, 67:8, 67:9<
20:135 Kul kullun muterebbisun fe terabbesû, fe se ta’lemûne men ashâbus sırâtıs seviyyi ve menihtedâ.
‘Yâ Muhammed!’ De ki: „ Hepsi gözetlerler; haydi gözetleyin ‘bakalım’! O hâlde bileceksiniz ‘âhirette’, kim, orantılı yol sahabesi ve kim, ‘Allâh’ın razı olduğu yola’ yönelmişse! “.