5. MÂİDE:

 

„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.

 

„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*

 

>7:200, 15:34, 16:98<

 

Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.

 

 

5:1      Yâ eyyuhellezîne âmenû evfû bil ukûd (ukûdi) uhıllet lekum behîmetul en’âmi illâ mâ yutlâ aleykum gayre muhillîs saydi ve entum hurum (hurumun) innallâhe yahkumu mâ yurîd (yurîdu).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Vefa edin sözleşmelere! Helâl ‘caiz’ kılındı sizlere dört ayaklı ‘çiftlik’ hayvanları sizlere ki, kıraat edilen şeyler hariç! Ki, helâl ‘olsa dahi’ avlanmamak ‘şartıyla’ ve sizler ‘hac veya umre için’ ihramdayken! Muhakkak ki Allâh, hükmeder ‘kıyâmet günü’ murad ettiği şeye.

 

5:2      Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ (rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni vettekullâh (vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb (ıkâbi).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Helâl ‘caiz’ değildir ‘riayet etmemek’, Allâh’ın şeriatlarına (yaşam ortamı ve şartlarına göre kurallar)! Ve ne de haram aya; (saldırmanın yasak olduğu aylar; Recep, Zul-kade, Zul-hicce ve Muharrem) ve ne de hediye ‘kurbanlıklara’ ve ne de gerdanlıklı ‘tasmalı, sahipli’ hayvanlara; ve ne de emniyetine hürmetli, yasakların uygulandığı Ev’in (Kâbe), Rablerinden liyakat ve razı olunuş gaye edinenlerin! Ve ihramdan çıktığınızda o hâlde ‘isterseniz’ avlanın! Ve sevk etmesin sizleri, bir topluma olan nefretiniz aşırılık etmenize ki, alıkoymalarından sizleri hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethaneden (Kâbe)! Ve yardımlaşın razı olunan niteliğe ve ‘günahlardan’ korunmaya! Ve yardımlaşmayın günah ve düşmanlığa! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Şüphesiz ki Allâh’ın, ezası şiddetlidir!

 

5:3      Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm (ezlâmi), zâlikum fisk (fiskun), elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn (vahşevni) el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ (dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).

 

Haram ‘caiz olmaz’ üzerlerinize ki: Leş ve kan ve domuz eti! Ve helâl ‘caiz’ değildir onu, Allâh’tan gayrısı için ‘adlandırma’! Ve boğularak ve ‘cisimle’ vurularak ve ‘yüksekten’ devrilerek ve boynuzlanarak ölen ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanıp yediği ‘hayvanı ki, müstesnadır canı çıkmadan’ yetişip kesilmesi! Ve anıtlara boğazı kesilen hayvanlar; ve kısmet aramanız fal oklarıyla ‘kehanet araçlarıyla’! İşte bu, fesat ‘çıkarmaktır’! Bugün umudu kestiler o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; dîninizden! Artık ürpermeyin onlardan ve Benden ürperin! Bugün bütünlüğe erdirdim dîninizi ‘dîni algılarınızı’ ve tamamladım üzerlerinizdeki lütfumu. Ve razı oldum sizlere dîn olarak İslâm’dan (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyet).* Artık kim darda kalırsa açlıkla, günaha meyletmeksizin (kötüye kullanmaksızın, istisnalardan yerse), o hâlde şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!

 

>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:4      Yes’elûneke mâ zâ uhılle lehum kul uhılle lekumut tayyibâtu ve mâ allemtum minel cevârihi mukellibîne tuallimûnehunne mimmâ allemekumullâhu fe kulû mimmâ emsekne aleykum vezkurûsmellâhi aleyhi vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe serîul hısâb (hısâbi).

 

‘Yâ Muhammed!’, Soruyorlar sana, onlara, nelerin helâl ‘caiz’ kılındığını. De ki: „ Helâl ‘caiz’ kılınan sizlere, ‘rızıkların’ temizleridir! Ve talim eğittiğiniz av hayvanlarının ki, yetiştirilen yırtıcı hayvanlardan, ‘avladıkları’ şeyden, Allâh’ın sizlere öğrettiği! O hâlde ‘isterseniz’ yiyin, tuttukları şeylerden ‘avlardan’ sizlere! Ve üzerine Allâh’ın adını ‘besmele ile’ yâd edin! “.* Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Şüphesiz ki Allâh, tez, noksansız hesaplayan, saptayandır!

 

>22:28, 22:34, 22:36<

 

5:5      El yevme uhılle lekumut tayyibât (tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel muhsanâtu minel mu’minâti vel muhsanâtu min ellezîne utûl kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân (ehdânin) ve men yekfur bil îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl âhıreti minel hâsirîn (hâsirîne).

 

Bugün helâl ‘caiz’ kılındı sizlere, ‘rızıkların’ temizleri! Ve yemeği de o kimselerin ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen ‘Yahudiler ve Hristiyanların da’, helâldir ‘caizdir’ sizlere! Ve sizlerin yemeği de onlara helâldir ‘caizdir’! Ve iffetli kadınlar da ki, ‘samimi’ inanan!* Ve iffetli kadınlar ki, sizlerden önceki kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen ‘Yahudi ve Hristiyan’ kimselerdendir. Verdiğinizde onlara evlilik bağışlarını, ‘helâldir caizdir, kendisini’ koruyan, iyiler ki, gayrı meşru ilişkisiz ve gizli dost edinmeyen! Ve kim, inkâr ederse ‘Allâhû Teâlâ’ya’ inanmayı, artık heba olur gayreti ve o, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır.*

 

>2:221, 4:3, 4:23, 4:24, 4:25, 5:5, 17:32, 24:2, 24:3, 24:4, 24:26, 24:32, 24:33, 58:3, 60:10<

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

5:6      Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ kumtum iles salâti fagsilû vucûhekum ve eydiyekum ilel merâfikı vemsehû bi ruusikum ve erculekum ilâl ka’beyn (ka’beyni) ve in kuntum cunuben fattahherû ve in kuntum mardâ ev alâ seferin ev câe ehadun minkum minel gâitı ev lâmestumun nisâe fe lem tecidû mâen fe teyemmemû saîden tayyiben femsehû bi vucûhikum ve eydîkum minh (minhu) mâ yurîdullâhu li yec’ale aleykum min haracin ve lâkin yurîdu li yutahhirekum ve li yutimme ni’metehu aleykum leallekum teşkurûn (teşkurûne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! İbadete ‘namaza’ durduğunuz zaman, artık yıkayın yüzlerinizi ve ellerinizi dirseklere kadar ve hafifçe sürün başlarınıza ve ayaklarınızı topuklarınıza ‘ayak bileklerine’ kadar! Ve eğer cünüp olduysanız, o hâlde iyice yıkanıp temizlenin ‘boy abdesti alın’! Ve eğer hasta olduysanız veya yolculuk üzere veya sizlerden biriniz, tuvaletten geldi veya hâtunlara dokundunuz ‘ilişkiye girdiniz’ fakat su bulamadıysanız, o hâlde niyetlenin temiz çorak toprakla, böylelikle onu hafifçe sürün yüzlerinize ve ellerinize! Değildir Allâh’ın muradı, güçlük kılmak sizlere! Ve lâkin murad eder ki, temizlemeyi sizleri ve tamamlamayı lütfunu üzerlerinizdeki. Ki, belki şükredersiniz!

 

5:7      Vezkurû ni’metellâhi aleykum ve mîsâkahullezî vâsekakum bihî iz kultum semi’nâ ve ata’nâ vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe alîmun bizâtis sudûr (sudûri).

 

Ve hatırlayın, Allâh’ın lütfunu üzerlerinizdeki! Ve ‘aldığı’ kesin sözünü ki o, sizleri onunla bağladı, dediğiniz zaman: „ İşittik ve itaat ettik! “.** Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Şüphesiz ki Allâh, en iyi bilendir; göğüslerin sahip olduğunu (gönüllerde barındırılan niyetleri)!*

 

>2:285<

 

>3:179, 4:13, 4:14, 4:69, 8:13, 8:29, 9:63, 24:47, 33:36, 58:5, 58:20<

 

>18:49, 22:76, 23:105, 29:3, 29:68, 41:20, 43:80, 50:16, 50:17, 50:18, 69:49<

 

5:8      Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû kavvâmîne lillâhi şuhedâe bil kıstı ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin alâ ellâ ta’dilû. I’dilû, huve akrabu lit takva vettekûllâh (vettekûllâhe) innallâhe habîrun bimâ ta’melûn (ta’melûne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Kollayıcılar olun Allâh için şahitlerken, hakkaniyeti! Ve sevk etmesin sizleri, bir topluma olan nefretiniz adil olmamaya; adil olun! O, en yakın ‘davranıştır, günahlardan’ korunmak için! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Şüphesiz ki Allâh, haberdar, üstün bilgi sahibidir; gayret ettiğiniz şeylerden!

 

5:9      Veadellâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun azîm (azîmun).

 

Vadetti Allâh, o kimselere ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki, onlaradır, bağışlanma ve büyük ecir!

 

5:10    Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cehîm (cehîmî).

 

Ve o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; ve yalanladılar âyetlerimizi.* İşte onlar, ‘cehennemin’ alevli ateşi sahabeleridir.

 

>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<

 

5:11    Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz hemme kavmun en yebsutû ileykum eydiyehum fe keffe eydiyehum ankum, vettekûllâh (vettekûllâhe) ve alâllâhi fel yetevekkelil mu’minûn (mu’minûne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Hatırlayın, Allâh’ın lütfunu üzerlerinizdeki! Yeltendiği zaman bir toplum ellerini uzatmaya sizlere, hemen çekmişti ellerini sizden. Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve Allâh’a artık itimat etsinler, ‘samimi’ inananlar!

 

5:12    Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl (isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ (nakîben) ve kâlellâhu innî meakum lein ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâr (enhâru), fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl (sebîli).

 

Ve andolsun ki, aldı Allâh, kesin söz, İsrâîloğullarından; ve harekete geçirdik onlardan on iki nezaretçi. Ve dedi ki, Allâh: „ Muhakkak ki sizlerle beraberim, mutlaka eğer uygularsanız ibadeti ‘namazı’** ve verirseniz zekâtı ve inanırsanız elçilerime ve dayanak olursanız onlara ve Allâh’a borç verirseniz, iyilikle ki, elbette örterim sizlerden kötülüklerinizi ‘günahlarınızı’. Ve mutlaka dâhil ederim sizleri has bahçelere ‘cennetlere’ ki, akar onun altından nehirler. Artık kim ‘hakikat bilgisini’ inkâr ederse sizlerden işte bunun ardından, o hâlde sapmış olur orantılı yoldan. “.

 

>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<

 

Âdem aleyhisselâm’dan beri Allâhû Teâlâ’nın inananlara emri – ÎKRA.vision

 

5:13    Fe bimâ nakdihim mîsâkahum leannâhum ve cealnâ kulûbehum kâsiyet (kâsiyeten), yuharrifûnel kelime an mevâdııhî ve nesû hazzan mimmâ zukkirû bih (bihî), ve lâ tezâlu tettaliu alâ hâınetin minhum illâ kalîlen minhum fa’fu anhum vasfah innallâhe yuhıbbul muhsinîn (muhsinîne).

 

Ancak ki, bozmaları sebebiyle kesin sözlerini, lânetledik onları ve kıldık kalplerini kaskatı.* Ki, tahrif ederler ‘manalarını bozarlar, Tevrât’taki’ kelimeleri yerlerinden ‘değiştirip’.* Ve unuttular pay ‘almayı, hakikat bilgisiyle’ hatırlatıldıkları şeyden. Ve zail olmaz hainlik üstüne aşinalık onlardan ki, onlardan birazı dışında. ‘Yâ Muhammed!’, Yine de affet onları ve hoş gör! Muhakkak ki Allâh, sever ‘kendisini’ koruyan, iyileri!

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<

 

5:14    Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî fe agraynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh (kıyâmeti) ve sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn (yasnaûne).

 

Ve o kimselerden diyenler ki: „ Muhakkak ki bizler, Hristiyanlarız! “; aldık kesin sözlerini. Ne var ki, unuttular pay ‘almayı, hakikat bilgisiyle’ hatırlatıldıkları şeyden.* Bu yüzden saldık onların aralarında düşmanlık ve kin, kıyâmet gününde. Ve kesinlikle bildirecek onlara, Allâh, üretiyor oldukları şeylerin ‘etkilerini’.*

 

>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<

 

>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<

 

5:15    Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum kesîran mimmâ kuntum tuhfûne minel kitâbi ve ya’fû an kesîr (kesîrin) kad câekum minallâhi nûrun ve kitâbun mubîn (mubînun).

 

Ey ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler)! Gelmiştir sizlere elçimiz ‘Muhammed aleyhisselâm’ ki, beyan eder sizlere kitaptan, birçoğunu saklıyor olduğunuz şeylerin ve çoğunu da ‘vazgeçip’ affediyor!* Gelmiştir sizlere, Allâh’tan aydınlık ‘İlâhî esaslar’ ve apaçık ‘İlâhî esasları açıklayan’ kitap (Kur’ân-ı Kerîm)!*

 

>6:91<

 

>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<

 

5:16    Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).

 

Yönlendirir onunla ‘Kur’ân-ı Kerîm’le’ Allâh, rızasına uyan kimseyi, teslimiyet yollarına.* Ve çıkarır onları, karanlıklardan ‘İlâhî esaslar bilgisizliğinden’ aydınlığa ‘İlâhî esasları görmeye’ O’nun izniyle. Ve yönlendirir onları, ‘razı olduğu’ yol istikâmetine.*

 

>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<

 

>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<

 

5:17    Lekad keferellezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem (meryeme) kul fe men yemliku minallâhi şey’en in erâde en yuhlikel mesîhabne meryeme ve ummehu ve men fîl ardı cemîa (cemîan) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ. Yahluku mâ yeşâ (yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

 

Andolsun ki, inkârcılardır o kimseler, derler ki: „ ‘Şu’ gerçek ki Allâh, o’dur ki Mesih, Meryem oğlu (Îsâ aleyhisselâm)! “.* ‘Yâ Muhammed! Allâh’a ortak yakıştıranlara’, de ki: „ O hâlde, kim ehildir ‘önlemeye’ Allâh’tan ‘gelecek azaba karşı’ bir şeyi ki, eğer murad etse yok etmeyi Mesih, Meryem oğlunu ve annesini ve yeryüzündeki kimseleri de topluca?! “. Ve Allâh’ındır, saltanat, hükümranlık, göklerde ve yerde ve bunların arasındaki şeylerde! Ki, oluşumunu yapılandırarak yaratır dilediği şeyi! Ve Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!

 

>4:172, 5:72, 6:101, 6:102, 19:30, 43:59, 66:12<

 

5:18    Ve kâletil yahûdu ven nasârâ nahnu ebnâullâhi ve ehıbbâuh (ehıbbâuhu) kul fe lime yuazzibukum bi zunûbikul bel entum beşerun mimmen halak (halaka) yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâ (yeşâu) ve lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ ve ileyhil masîr (masîru).

 

Ve dediler ki, Yahudiler ve Hristiyanlar: „ Bizler, Allâh’ın oğullarıyız ve sevdikleriyiz O’nun! “. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ O hâlde neden azaplandırıyor sizleri suçlarınızdan? “. Yok sizler, insanoğlusunuz ki, oluşumunu yapılandırarak yarattığı kimselerden! ‘Allâhû Teâlâ’ bağışlar, dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi ve azap eder dilediği ‘müstahik’ kişiye de!* Ve Allâh’ındır saltanat, hükümranlık, göklerde ve yerde ve bunların arasındaki şeylerde! Ve varış, Ona’dır!

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

5:19    Yâ ehlel kitâbi kad câekum resûlunâ yubeyyinu lekum alâ fetretin min er rusuli en tekûlû mâ câenâ min beşîrin ve lâ nezîrin fe kad câekum beşîrun ve nezîr (nezîru) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

 

Ey ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler ve Hristiyanlar)! Gelmiştir sizlere elçimiz ‘Muhammed aleyhisselâm’, beyan eder sizlere elçilerin aralarının kesildiği ‘bir’ devirde ki, demeyesiniz: „ Gelmedi bizlere, ‘hakikat bilgisi ve cennetle’ müjdeleyici ve ne de ‘kıyâmetle’ uyaran! “. Nihayet gelmiştir sizlere müjdeleyici ve uyaran!* Ve Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!

 

>2:151, 3:164, 3:184, 4:41, 4:166, 6:42, 14:44, 16:44, 16:89, 17:77, 28:47<

 

5:20    Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmizkurû ni’metallâhi aleykum iz ceale fîkum enbiyâe ve cealekum mulûk (mulûken), ve âtâkum mâ lem yu’ti ehaden minel âlemîn (âlemîne).

 

Ve demişti ki Mûsâ, halkına: „ Ey halkım! Hatırlayın, Allâh’ın lütfunu üzerlerinizdeki! İçinizden bildiriciler (peygamber) kıldı; ve kıldı sizleri hükümdarlar ve sizlere verdi cümle âlemlerden ‘hiç’ birine vermediği şeyi!

 

5:21    Yâ kavmidhulûl ardal mukaddesetelletî keteballâhu lekum ve lâ terteddû alâ edbârikum fe tenkalibû hâsirîn (hâsirîne).

 

Ey halkım! Girin kutsal yere ki, onu, yazdı ‘zorunlu kıldı’ Allâh, sizlere! Ve geri dönmeyin arkanıza ‘geçmişinize’. Yoksa döndürülürsünüz hüsrana uğrayanlara! “.

 

5:22    Kâlû yâ mûsâ inne fîhâ kavmen cebbârîn (cebbârîne), ve innâ len nedhulehâ hattâ yahrucû minhâ, fe in yahrucû minhâ fe innâ dâhılûn (dâhılûne).

 

Dediler ki: „ Yâ Mûsâ! Muhakkak ki, orada zorba bir toplum var. Ve doğrusu, asla girmeyiz oraya ki, onlar çıkıncaya kadar. Nihayet eğer çıkarlarsa oradan, o hâlde mutlaka oraya gireriz. “.

 

5:23    Kâle raculâni minellezîne yehâfûne en’amallâhu aleyhim edhulû aleyhimul bâb (bâbe), fe izâ dehaltumûhu fe innekum gâlibûne ve alâllâhi fe tevekkelû in kuntum mu’minîn (mu’minîne).

 

İki ‘cesur’ adam dedi ki, korkan kimselerden Allâh’ın üzerlerine, ‘iyi hâl’ bağışladığı (Yûşa’ ile Kâleb): „ Girin üzerlerine ‘ansızın şehrin’ kapısından, nihayet oradan girdiğinizde artık mutlaka sizler galip gelenlersiniz. Ve Allâh’a artık itimat edin eğer ‘samimi’ inananlarsanız! “.

 

5:24    Kâlû yâ mûsâ innâ len nedhulehâ ebeden mâ dâmû fîhâ fezheb ente ve rabbuke fe kâtilâ innâ hâhunâ kâıdûn (kâıdûne).

 

Dediler ki: „ Yâ Mûsâ! Doğrusu, asla girmeyiz oraya ebedîyen ki, ‘onlar’ orada oldukça. Öyleyse git, sen ve Rabbin, artık ikiniz savaşın, doğrusu, ‘savaşmaktansa’ burada otururuz! “.

 

5:25    Kâle rabbi innî lâ emliku illâ nefsî ve ahî fefruk beynenâ ve beynel kavmil fâsikîn (fâsikîne).

 

‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Rabbim… Doğrusu, sahip değilim ‘söz geçiremiyorum’ canımdan ve ağabeyimden başkasına. Artık ayır aramızı, fesatlar toplumuyla! “.*

 

>5:25, 6:34, 7:89, 10:88, 12:110, 14:15, 71:24<

 

5:26    Kâle fe innehâ muharremetun aleyhim erbaîne senet (seneten), yetîhûne fîl ardı fe lâ te’se alel kavmil fâsikîn (fâsikîne).

 

‘Allâhû Teâlâ, vahiyle’** dedi ki: „ Öyleyse muhakkak ki o ‘mukaddes yer’, haram ‘caiz olmaz’ oldu onlara. Kırk sene yeryüzünde sersemce dolaşırlar (Tîh sahrasında). Artık tasa etme, fesatlar toplumuna! “.

 

>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<

 

(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)

 

5:27    Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hakkı iz karrebâ kurbânen fe tukubbile min ehadihimâ ve lem yutekabbel minel âhar (âhari) kâle le aktulennek (aktulenneke) kâle innemâ yetekabbelullâhu minel muttekîn (muttekîne).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve kıraat et onlara, havadisini iki oğlunun (Hâbil ile Kâbil) Âdem’in, gerçekleriyle! İkisi ‘Allâhû Teâlâ’ya’ yakınlaştıracak birer kurban sunmuşlardı.* Ne var ki, kabul edilir onlardan birinden (Hâbil’den); ve kabul edilmez diğerinden. ‘Kâbil’ dedi ki: „ Elbet öldürürüm mutlaka seni! “. ‘Hâbil’ dedi ki: „ Ancak ‘günahlardan’ korunanlardan kabul buyurur Allâh!

 

Âdem aleyhisselâm’dan beri Allâhû Teâlâ’nın inananlara emri – ÎKRA.vision

 

5:28    Lein besadte ileyye yedeke li taktulenî mâ ene bi bâsitın yediye ileyke li aktulek (aktuleke), innî ehâfullâhe rabbel âlemîn (âlemîne).

 

Mutlaka eğer uzatırsan bana elini, beni öldürmek için, ben uzatacak değilim elimi sana, seni öldürmek için! Doğrusu ben, Allâh’tan korkarım ki, var olan her şeyin Rabbidir!

 

5:29    İnnî urîdu en tebûe bi ismî ve ismike fe tekûne min ashâbin nâr (nâri), ve zâlike cezâûz zâlimîn (zâlimîne).

 

Doğrusu muradım, günahımı üstlenmen ve kendi günahını da! Bu yüzden olursun ateş ‘cehennem’ sahabelerinden! “. Ve işte budur, zalimlerin cezası!

 

5:30    Fe tavveat lehu nefsuhu katle ahîhi fe katelehu fe asbaha minel hâsirîn (hâsirîne).

 

Böylelikle gönlü vardı nefsinde, ona kardeşini katletmeye ki, hemen katletti onu; bu yüzden oldu hüsrana uğrayanlardan.

 

5:31    Fe beasallâhu gurâben yebhasu fîl ardı li yuriyehu keyfe yuvârî sev’ete ahîh (ahîhi) kâle yâ veyletâ e aceztu en ekûne misle hâzel gurâbi fe uvâriye sev’ete ahî, fe asbaha minen nâdimîn (nâdimîne).

 

Nihayet harekete geçirdi Allâh, ‘karşısına’ yeri eşeleyen bir karga ki, göstermek için ona, nasıl kapatır kardeşinin cesedini. ‘Kâbil’ dedi ki: „ Yâ, eyvahlar olsun! Ne âciz oldum… Bu karga kadar ‘olamadım’ ki, hemen kapatayım kardeşimin cesedini? “. Bu yüzden oldu pişman olanlardan.

 

5:32    Min ecli zâlik (zâlike), ketebnâ alâ benî isrâîle ennehu men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa (cemîan) ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa (cemîan) ve lekad câethum rusulunâ bil beyyinâti summe inne kesîran minhum ba’de zâlike fîl ardı le musrifûn (musrifûne).

 

İşte bu sebepten ki, ‘Tevrât’ta’ yazdık üzerlerine İsrâîloğullarının ki: „ Kim olurda bir cana ‘kıyıp’ katlederse, bir canın ‘misillemesi’ dışında veya yeryüzünde bozguna ‘karşı koyma dışında’, artık insanları topluca katletmiş gibidir! Ve kim de ‘iyileştirir’ yaşatırsa onu, artık insanları topluca yaşatmış gibidir! “.* Ve andolsun ki, geldi onlara elçilerimiz, ayan beyan ‘delillerle’. Sonra muhakkak ki, onlardan birçoğu, işte bunun ardından da, yeryüzünde elbet israf ‘aşırılık’ edenlerdir.

 

Yahudi bilimcilerin, insanoğlunu yaşatan ve ölümcül icatlar yapacağı bilgisi – ÎKRA.vision

 

5:33    İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard (ardı), zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm (azîmun).

 

Ancak ki, cezası Allâh ve elçisiyle harp eden kimselerin ve yeryüzünde bozguna çalışanların,* katledilmeleri veya asılmaları veya ellerinin kesilmesi ve ayaklarının ki, karşı çıkmaktan!* Veya sürgün edilmeleridir, o yerden! İşte bu, onlara, rüsva’lıktır dünyada. Ve onlaradır, âhirette de büyük azap.

 

>5:64, 7:167, 14:7, 16:61<

 

>2:190, 2:193, 4:76, 8:39, 9:12, 9:29, 9:123, 60:8, 60:9<

 

5:34    İllellezîne tâbû min kabli en takdirû aleyhim, fa’lemû ennallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).

 

Müstesnadır o kimseler ki, tövbe ettiler buyruğunuzdan önce onlara. O hâlde bilin ki Allâh’ın, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayan;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşeden; olduğunu!

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:35    Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn (tuflihûne).

 

Ey inançlı kimseler! Korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve amaçlayın Zât’ına ‘yakınlaşmaya’ vesile! Ve cihâd (kararlılıkla İslâm’ı yaşama mücâdelesi) edin O’nun yolunda!* Ki, belki felâha erersiniz!

 

>3:142, 4:95, 9:20, 22:78, 29:69, 47:31<

 

5:36    İnnellezîne keferû lev enne lehum mâ fîl ardı cemîan ve mislehu meahu li yeftedû bihî min azâbi yevmil kıyâmeti mâ tukubbile minhum, ve lehum azâbun elîm (elîmun).

 

Muhakkak o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; eğer olsaydı onların, yeryüzündeki şeyler topluca ve bir misli daha onunla beraber, feda etmek için ‘kurtulmak için’ kıyâmet gününün azabından, ‘yine de’ kabul edilmezdi onlardan. Ve onlaradır, elem azap.*

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:37    Yurîdûne en yahrucû minen nâri ve mâ hum bi hâricîne minhâ, ve lehum azâbun mukîm (mukîmun).

 

Muratları, çıkmak ateşten; ve onlar çıkacak ta değiller ateşten. Ve onlaradır, kalıcı azap!*

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:38      Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh (minallâhi) vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).

 

Ve hırsız erkek ve hırsız kadının, böylelikle kazandıkları şeylere ceza olmak üzere, onların ellerini kesin, Allâh’tan ‘ibretlik’ yaptırım ‘olarak’!* Ve Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!

 

>4:149, 5:39<

 

5:39    Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha fe innallâhe yetûbu aleyh (aleyhi) innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).

 

Artık kim, tövbe eder de zulmünün ardından ve ‘gidişatı’ düzeltirse, o hâlde şüphesiz ki Allâh, tövbeyi kabul eyler üzerinden.* Şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:40    E lem ta’lem ennallâhe lehu mulkus semâvâti vel ardı yuazzibu men yeşâu ve yagfiru limen yeşâ (yeşâu) vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

 

Bilmez misin ki, Allâh’ın, Zât’ının olduğunu saltanatın, hükümranlığın, göklerde ve yerde! ‘Allâhû Teâlâ’ azap eder dilediği ‘müstahik’ kişiye* ve bağışlar, dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi de! Ve Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

5:41    Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk (ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh (mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â (şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm (azîmun).

 

Yâ elçi! Hüzünlendirmesin seni, ‘hakikat bilgisini’ örtmekte koşuşturan kimseler ki, ağızlarıyla inandık deyip ve kalpleriyle inanmıyorlar! Ve Yahudi kimselerden can kulağıyla dinleyenler, yalan ‘söylemek’ için can kulağıyla dinleyenlerdir ki, ‘kibirlerinden’ sana gelmeyen başka bir toplum ‘adına’. Tahrif ederler ‘manalarını bozarlar, Tevrât’taki’ kelimeleri ‘yönlendirilmenin’ ardından, yerlerinden ‘değiştirip’* ve diyorlar ki: „ Eğer sizlere bu verilirse o hâlde alın ‘uygulayın’ onu, eğer ‘böyle’ verilmezse o hâlde sakının! “. Ve kime dilerse Allâh, ‘hakikati örtmeye şartlandığı için’ fitnede ‘sapkınlıkta’ kalmasını, artık asla ‘önlemeye’ Allâh’tan ‘gelecek azaba karşı’ bir şeyi, mâni olacak değilsin ona. İşte onlar, o kimselerdir ki, murad etmez Allâh, temizlemeyi kalplerini.* Onlaradır, dünyada rüsva’lık ve onlaradır, âhirette de büyük azap.*

 

>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:42    Semmâûne lil kezibi ekkâlûne lis suht (suhti) fe in câuke fahkum beynehum ev a’rıd anhum, ve in tu’rıd anhum fe len yedurrûke şey’â (şey’en) ve in hakemte fahkum beynehum bil kıst (kıstı) innallâhe yuhıbbul muksıtîn (muksıtîne).

 

‘Yahudilerden’ yalan ‘söylemek’ için can kulağıyla dinleyenlerdir, yiyenler haramı ‘caiz olmayanı’. ‘Yâ Muhammed!’, Hâlâ ‘hakikat bilgisinin hükümlerine razı olmayıp’ sana gelirlerse, o hâlde hükmet onların aralarında hakkaniyetle, veya aldırış etme onlara! Ve eğer, aldırış etmezsen onlara, artık asla zarar veremezler sana ‘hiçbir’ şeyle. Ve eğer hükmedersen onların aralarında, o hâlde hakkaniyetle hükmet! Muhakkak ki Allâh, sever hakkaniyetlileri!

 

5:43    Ve keyfe yuhakkimûneke ve indehumut tevrâtu fîhâ hukmullâhi summe yetevellevne min ba’di zâlik (zâlike) ve mâ ulâike bil mu’minîn (mu’minîne).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve nasıl hüküm verdiriyorlar sana ve yanlarındayken Tevrât, içinde Allâh’ın hükümleriyle! Sonra da ‘hükümlerini beğenmeyip’ dönüyorlar işte bunun ardından. Ve işte onlar, inançlı değiller.*

 

>2:108, 3:23, 24:47, 24:48, 24:49, 24:50, 24:51, 24:52<

 

5:44    İnnâ enzelnet tevrâte fîhâ huden ve nûr (nûrun), yahkumu bihen nebiyyûnellezîne eslemû lillezîne hâdû ver rabbâniyyûne vel ahbâru bimestuhfizû min kitâbillâhi ve kânû aleyhi şuhedâe, fe lâ tahşevûn nâse vahşevni ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlâ (kalîlen) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul kâfirûn (kâfirûne).

 

Muhakkak ki, Biz indirdik Tevrât’ı! Ondadır, yönlendirilmeye ‘vesile’ ve aydınlık ‘İlâhî esaslar’. Ki, hükmederler bildiriciler (peygamber) onunla, ‘Allâhû Teâlâ’ya’ teslimiyeti benimsemiş Yahudi kimselere. Ve rabbanîler (Tevrât’a göre Yahudilerin terbiyesiyle ilgilenen hizmetle, ibadetle kendini Rabbine adayan, dîn âlimleri) ve ahbârlar (Yahudi hahamlar, dîn hocaları), korumakla görevlendirildikleri şeyle ‘hüküm verirlerdi’, Allâh’ın kitabından ‘hakikat bilgisinden’. Ve onun ‘Tevrât’ın’ üzerine ‘tahriften koruyan’ şahitlerdiler. Artık ürpermeyin insanlardan ve Benden ürperin! Ve pazarlamayın âyetlerimi, az bir bedele.* Ve kim hükmetmezse, Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’, o hâlde işte onlar… Onlar inkâr edenlerdir.*

 

>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<

 

>2:6, 6:12, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 8:55, 10:39, 10:40, 10:96, 10:97, 17:10, 26:201<

 

5:45    Ve ketebnâ aleyhim fîhâ ennen nefse bin nefsi vel ayne bil ayni vel enfe bil enfi vel uzune bil uzuni ves sinne bis sinni vel curûha kısâs (kısâsun) fe men tesaddeka bihî fe huve keffâretun leh (lehu) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).

 

Ve yazdık üzerlerine ki, ‘zorunlu kıldık ki’ onda ‘Tevrât’ta’: „ Can ile cana ve göz ile göze ve burun ile buruna ve kulak ile kulağa ve diş ile dişe ve yaralamalara da misilleme! “.* Fakat kim, onu sadaka ‘olarak’ bağışlar da ‘kısastan vazgeçerse’, o hâlde o, ‘günahlarına’ kefarettir ona! Ve kim hükmetmezse Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’, o hâlde işte onlar… Onlar, zalimlerdir.

 

>2:178, 2:179, 4:92, 5:32, 5:45, 17:33, 25:68<

 

5:46    Ve kaffeynâ alâ âsârihim bi îsebni meryeme musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve âteynâhul incîle fîhi huden ve nûrun ve musaddıkan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti ve huden ve mev’ızeten muttekîn (muttekîne).

 

Ve takip ettirdik ‘geçmiş peygamberlerin’ izleri üzerinden, Meryem oğlu Îsâ’yı ki, onaylayandır ellerindeki şeyi, Tevrât’tan.* Ve verdik ona ‘Îsâ aleyhisselâm’a’ İncîl’i ki, ondadır yönlendirilmeye ‘vesile’ ve aydınlık ‘İlâhî esaslar’. Onaylayandır ellerindeki sebebi, Tevrât’tan. Ve yönlendirilmeye ‘vesiledir’ ve nasihattir ‘günahlardan’ korunanlara!

 

>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<

 

5:47    Vel yahkum ehlul incîli bimâ enzelallâhu fîh (fîhi) ve men lem yahkum bimâ enzelallâhu fe ulâike humul fâsıkûn (fâsıkûne).

 

Ve hükmetsinler İncîl erbabı onda, Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’! Ve kim hükmetmezse Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’, o hâlde işte onlar… Onlar, fesatlardır.

 

5:48    Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk (hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ (minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât (hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn (tahtelifûne).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve Biz indirdik sana, kitabı (Kur’ân-ı Kerîm), hak ile ‘gayeyle’!* Ki, onaylayandır ellerindeki kitaptan ‘diğer mukaddes kitapları’ ve denetleyendir üzerine! Artık hükmet onların aralarında ‘Yahudiler ve Hristiyanların’, Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’! Ve uyma ‘onların’ isteklerine ki, sana gelen gerçeklerin ‘ardından’!* Sizlerden hepiniz için belirledik bir şeriat (yaşam ortamı ve şartlarına göre kurallar) ve usul, hâlet. Ve eğer dileseydi Allâh, ‘insanı tercihsiz kılmayı’, elbette kılardı sizleri ‘aynı inançtan’ bir ümmet. Ve lâkin denemek içindir sizleri ki, verdiği şeylerle sizlere!* Öyleyse yarışın ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ hayır işlerinde! Allâh’adır rücu’nuz topluca! Artık bildirir sizlere, ihtilâf ediyor olduğunuz şeyleri!*

 

>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<

 

>5:48, 5:49, 11:12, 11:112, 11:113, 17:74, 28:87<

 

>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<

 

>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<

 

5:49    Ve enıhkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum vahzerhum en yeftinûke an ba’dı mâ enzelallâhu ileyk (ileyke) fe in tevellev fa’lem ennemâ yurîdullâhu en yusîbehum bi ba’dı zunûbihim ve inne kesîran minen nâsi le fâsıkûn (fâsıkûne).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve hükmet onların aralarında ‘Yahudiler ve Hristiyanların’, Allâh’ın indirdiği şeyle ‘âyetlerindeki hükümleriyle’! Ve uyma ‘onların’ isteklerine, ve sakın, onlardan bazısından ki, seni fitneye ‘sapmaya’ düşürmelerinden. Ki, Allâh’ın, sana indirdiği şeyin ‘âyetlerin hükümlerinin ardından’!* Buna rağmen eğer ki, ‘geçmişe’ dönerlerse, artık bil ki, zaten Allâh’ın muradı, ‘musibet’ isabet etmesi onlara, bazı suçlarından. Ve muhakkak ki, insanlardan birçoğu elbette fesatlardır.

 

>5:48, 5:49, 11:12, 11:112, 11:113, 17:74, 28:87<

 

5:50    E fe hukmel câhiliyyeti yebgûn (yebgûne) ve men ahsenu minallâhi hukmen li kavmin yûkınûn (yûkınûne).

 

Hâlâ cahiliyet ‘İslâm öncesi’ hükme mi rağbet ediyorlar? Ve kimdir ki, Allâh’tan ‘daha’ iyi hüküm ‘veren’, kat’i inanan bir toplum için!*

 

>2:138, 7:172, 17:84, 30:30, 49:7, 91:7, 91:8<

 

5:51    Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûl yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d (ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn (zâlimîne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Himayeciler edinmeyin Yahudi ve Hristiyanları!* Onlar birbirlerinin himayecileridir. Ve kim de sizlerden dönerse onlara, o hâlde mutlaka o, onlardandır. Muhakkak ki Allâh, ‘hakikati örtmeye şartlandıkları için, razı olduğu yola’ yönlendirmez zalimler toplumunu!*

 

>3:118, 4:89, 4:144, 5:51, 5:57, 9:16, 9:23, 58:22, 60:1, 60:8, 60:9<

 

>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<

 

5:52    Fe terâllezîne fî kulûbihim maradun yusâriûne fîhim yekûlûne nahşâ en tusîbenâ dâireh (dâiretun) fe asâllâhu en ye’tiye bil fethi ev emrin min indihî fe yusbihû alâ mâ eserrû fî enfusihim nâdimîn (nâdimîne).

 

Bu yüzden, görürsün kalpleri ‘şüphe, inkâr’ hastalıklı kimselerin, ‘Yahudi ve Hristiyanların’ içlerinde koşuşturduklarını. Ki, diyorlar: „ Endişeleniyoruz devran ‘dönüp, bir musibetin’ isabet etmesinden bizlere! “.* Böylelikle ola ki, Allâh, ‘sizlere, onlara karşı’ bir zafer getirir de veya bir emir ‘hüküm’, katından, bu yüzden olurlar nefslerinde gizledikleri şey üzere pişman olanlardan.

 

>5:52, 9:98, 24:50, 48:6<

 

5:53    Ve yekûlullezîne âmenû e hâulâillezîne aksemû billâhi cehde eymânihim innehum le meakum habitat a’mâluhum fe asbahû hâsirîn (hâsirîne).

 

Ve ‘ikiyüzlülük yapanların hâllerine şaşarak’ derler ki, ‘samimi’ inanan kimseler: „ Şunlar mı o kimseler? Yemin ettiler Allâh’a, olanca yeminleriyle ki, mutlaka onlar sizlerle beraberler! “. Boşa çıktı gayretleri ‘ikiyüzlülük yapanların’. Bu yüzden oldular hüsrana uğrayanlardan.*

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

5:54    Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn (kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim (lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ (yeşâu) vallâhu vâsiun alîm (alîmun).

 

 

Ey inançlı kimseler! Sizlerden kim dönerse dîninden ‘İslâm’dan’,* o hâlde kesinlikle getirecek, Allâh, ‘başka’ bir toplum ki, onları sever ve ‘onlar da’ O’nu severler. İnançlılara mütevaziâne, inkârcılara itibarlılardır. Ki Allâh’ın yolunda, cihâd (kararlılıkla İslâm’ı yaşama mücâdelesi) ederler ve korkmazlar kınayanın kınamasından da.* İşte bu, liyakatidir Allâh’ın, verir onu dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye!* Ve Allâh, ilmi, kudreti, lütufları geniş, her şeyi kapsayandır; en iyi bilendir!

 

>3:142, 4:95, 9:20, 22:78, 29:69, 47:31<

 

>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<

 

>11:52, 13:12, 13:13, 13:26, 17:30, 24:43, 71:11, 71:12<

 

5:55    İnnemâ veliyyukumullâhu ve resûluhu vellezîne âmenullezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum râkıûn (râkıûne).

 

Ancak ki, himayeciniz Allâh ve elçisi ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır. O kimselerdir, uygulayanlar ibadeti ‘namazı’!* Ve verirler zekâtı! Ve onlar ‘Allâhû Teâlâ’nın huzurunda’ eğilenlerdir.

 

>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<

 

5:56    Ve men yetevellallâhe ve resûlehu vellezîne âmenû fe inne hızbellâhi humul gâlibûn (gâlibûne).

 

Ve kim dönerse, Allâh’a ve elçisine ve ‘samimi’ inanan kimselere, o hâlde muhakkak ki, Allâh taraftarlarıdır onlar, galip gelenlerdir.

 

5:57    Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min ellezîne ûtûl kitâbe min kablikum vel kuffâra evliyâ (evliyâe), vettekûllâhe in kuntum mu’minîn (mu’minîne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Himayeciler edinmeyin dîninizi ‘dîni algılarınızı’ alay ‘konusu’ ve oyun edinen kimseleri; o kimselerden ki, sizlerden önceki kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen ‘Yahudiler ve Hristiyanlar’ ve ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar!* Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’, eğer ‘samimi’ inananlarsanız!

 

>3:118, 4:89, 4:144, 5:51, 5:57, 9:16, 9:23, 58:22, 60:1, 60:8, 60:9<

 

5:58    Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ (leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn (ya’kılûne).

 

Ve ‘ezanla’ çağırdığınızda ibadete ‘namaza’, edindiler onu alay ‘konusu’ ve oyun.* İşte bu, onların akıl yürütmeyen bir toplum olmalarındandır.*

 

>2:15, 6:5, 6:10, 7:101, 10:11, 13:32, 14:42<

 

>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<

 

5:59    Kul yâ ehlel kitâbi hel tenkımûne minnâ illâ en âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile min kablu ve enne ekserekum fâsıkûn (fâsıkûne).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ey ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler ve Hristiyanlar)! Tenkit etmeniz bizleri, illâki ‘samimi’ inandığımızdan mıdır Allâh’a ve bizlere indirilen şeye (Kur’ân-ı Kerîm’e) ve öncesinden indirilen şeye ‘diğer mukaddes kitaplara’? Ve doğrusu birçoğunuz fesatlarsınız! “.

 

5:60    Kul hel unebbiukum bi şerrin min zâlike mesûbeten ındallâh (ındallâhi) men leanehullâhu ve gadıbe aleyhi ve ceale min humul kıredete vel hanâzîre ve abedet tâgût (tâgûte) ulâike şerrun mekânen ve edallu an sevâis sebîl (sebîli).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Bildireyim mi sizlere, bundan ‘daha’ şerli musibeti ki, Allâh’ın katında?! Lânetlediği o kimseyi ki, Allâh’ın ve hiddetlendiği ona ve kıldığı onlardan ‘soytarı’ maymunlar ve ‘umursamaz’ domuzlar ve kul ettiği tâğut’a (Allâhû Teâlâ’yı hiddetlendirenler)!* İşte onlar ki, konumu şerli ve daha da sapanlardır orantılı yoldan! “.

 

>2:65, 4:154, 16:124<

 

5:61    Ve izâ câukum kâlû âmennâ ve kad dehalû bil kufri ve hum kad haracû bih (bihî) vallâhu a’lemu bimâ kânû yektumûn (yektumûne).

 

Ve ‘ikiyüzlülük yapan Yahudiler’ sizlere geldiklerinde derler ki: „ İnandık! “. Ve girmişlerdi ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmayla ve onlar, onunla da çıktılar. Ve Allâh, en iyi bilendir; ‘sır olarak’ gizlemekte oldukları şeyleri!*

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

5:62    Ve terâ kesîran minhum yusâriûne fîl ismi vel udvâni ve eklihimus suht (suhti) lebi’se mâ kânû ya’melûn (ya’melûne).

 

Ve onlardan birçoğunun görürsün ki, koşuştururlar günah ve düşmanlıkta; ve yemelerini haramı ‘caiz olmayanı’. Elbette ne kötü şey, gayret ediyor oldukları!

 

5:63    Lev lâ yenhâhumur rabbaniyyûne vel ahbâru an kavlihimul isme ve eklihimus suht (suhti) lebi’se mâ kânû yasneûn (yasneûne).

 

Men etmeli değiller miydi onları? Rabbanîler (Tevrât’a göre Yahudilerin terbiyesiyle ilgilenen hizmetle, ibadetle kendini Rabbine adayan, dîn âlimleri) ve ahbârlar (Yahudi hahamlar, dîn hocaları) günah ‘işleten’ sözlerinden ve yemelerini haramı ‘caiz olmayanı’. Elbette ne kötü şey, işliyor oldukları!

 

5:64    Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh (maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ (yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ (kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh (kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda (fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn (mufsidîne).

 

Ve dediler ki, Yahudiler: „ Allâh’ın eli, bağlanmış ‘sıkıdır’! “. Ki, bağlandı onların elleri ‘hayır yapmak hususunda’ ve lânetlendiler bu sebeple. Yok iki eli de açıktır, nasıl dilerse ‘öyle’ bağışlar. ‘Yâ Muhammed!’, Ve mutlaka ziyade olur onlardan birçoğuna, sana indirilen şey (Kur’ân-ı Kerîm) Rabbinden, haddi aşmayı ve inkârı! Ve bıraktık onların arasına düşmanlık ve kin, kıyâmet gününde. Her defasında harp ateşi yaktıklarında, Allâh onu söndürdü ve ‘yine de’ çalışırlar yeryüzünde bozguna.* Ve Allâh, sevmez bozguncuları!

 

>5:64, 7:167, 14:7, 16:61, 17:5, 17:6, 17:7, 17:8<

 

5:65    Ve lev enne ehlel kitâbi âmenû vettekav le keffernâ anhum seyyiâtihim ve le edhalnâhum cennâtin naîm (naîmi).

 

Ve eğer olsaydı ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler ve Hristiyanlar) ‘samimi’ inananlar ve ‘günahlardan’ korunanlar, elbette örterdik onlardan kötülüklerini ‘günahlarını’. Ve elbette dâhil ederdik onları Naîm has bahçeleri ‘cennetlerine’.

 

5:66    Ve lev ennehum ekâmût tevrâte vel incîle ve mâ unzile ileyhim min rabbihim le ekelû min fevkıhim ve min tahti erculihim. Minhum ummetun muktesıdeh (muktesıdetun) ve kesîrun minhum sâe mâ ya’melûn (ya’melûne).

 

Ve eğer olsaydı uygulayanlar, Tevrât ve İncîl’i ve onlara indirilen şeyi ‘hakikat bilgisini Rablerinden; ki, cennette’, mutlaka yerlerdi hem üstlerinden hem de ayaklarının altından.* Onlardan ‘bir kısmı’ ılımlı bir ümmettir. Ve onlardan birçoğunun gayret ettikleri şeyler kötüdür.

 

>5:65, 5:66<

 

5:67    Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbik (rabbike) ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh (risâletehu) vallâhu ya’sımuke minen nâs (nâsi) innallâhe lâ yehdîl kavmel kâfirîn (kâfirîne).

 

 

Yâ elçi! Tebliğ et, Rabbinden sana indirilen şeyi (Kur’ân-ı Kerîm)! Ve eğer bunu ifa etmezsen, o hâlde tebliğ etmemiş olursun O’nun bildirisini. Ve Allâh, korur seni insanlardan! Muhakkak ki Allâh, ‘razı olduğu yola’ yönlendirmez inkârcılar toplumunu!*

 

>8:18, 8:19, 12:52, 16:107<

 

5:68    Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr (kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn (kâfirîne).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ey ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler ve Hristiyanlar)! Bir şey üzere değilsiniz ‘tutarlı bir inanç temelinden yoksunsunuz’ ki, uygulamadıkça Tevrât ve İncîl’i ve sizlere indirilen şeyi ‘hakikat bilgisini’ Rabbinizden! “. Ve mutlaka ziyade olur onlardan birçoğuna, sana indirilen şey (Kur’ân-ı Kerîm) Rabbinden, haddi aşmayı ve inkârı. Artık tasa etme, inkârcı topluma karşı!

 

5:69    İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ves sâbiûne ven nasâra men âmene billâhi vel yevmil âhıri ve amile sâlihan fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).

 

Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve Yahudi kimseler ve Sâbiîler ve Hristiyanlardan kim, ‘samimi’ inanır Allâh’a ve âhir ‘son’ güne ve gayretleri erdemliyse, artık korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!

 

SÂBİÎLİK – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)

 

5:70    Lekad ehaznâ mîsâka benî isrâîle ve erselnâ ileyhim rusulâ (rusulen) kullemâ câehum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan kezzebû ve ferîkan yaktulûn (yaktulûne).

 

Andolsun ki, aldık kesin söz, İsrâîloğullarından; ve gönderdik onlara ‘nice’ elçiler.* Her defasında geldiğinde onlara ‘bir’ elçi, canlarının istemediği şeylerle, bir kısmını yalanladılar ve bir kısmını da öldürdüler.

 

>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<

 

5:71    Ve hasibû ellâ tekûne fitnetun fe amû ve sammû summe tâballâhu aleyhim summe amû ve sammû kesîrun minhum vallâhu basîrun bimâ ya’melûn (ya’melûne).

 

Ve hesapladılar ‘sandılar’ ki, bir fitne ‘zarar’ olmadığını. Bu yüzden ‘inen İlâhî esaslardan yana, zaten’ kör ve sağırdılar. Sonra Allâh, tövbelerini kabul eyledi. Sonra yine onlardan birçoğu (idrak etmek istemedikleri için, oldular) kör ve sağır.* Ve Allâh, her hâliyle görendir; gayret ettikleri şeyleri!

 

>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<

 

5:72    Lekad keferallezîne kâlû innallâhe huvel mesîhubnu meryem (meryeme) ve kâlel mesîhu yâ benî isrâîla’budûllâhe rabbî ve rabbekum innehu men yuşrik billâhi fekad harremallâhu aleyhil cennete ve me’vâhun nâr (nâru) ve mâ liz zâlimîne min ensâr (ensârin).

 

Andolsun ki, inkârcılardır o kimseler, derler ki: „ ‘Şu’ gerçek ki Allâh, o’dur ki Mesih, Meryem oğlu (Îsâ aleyhisselâm)! “.* Ve dedi ki, Mesih ‘Îsâ aleyhisselâm’: „ Ey İsrâîloğulları! ‘Yalnızca’ Allâh’a ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ki, Rabbim ve Rabbinizdir! “. Mutlaka o kim, ortak yakıştırırsa Allâh’a, o hâlde, Allâh ona, haram ‘caiz olmaz’ kılmıştır has bahçe ‘cenneti’.* Ve onun vardığı yer ateştir.* Ve yoktur zalimlere yardımcıları!

 

>4:172, 5:72, 6:101, 6:102, 19:30, 43:59, 66:12<

 

>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:73    Lekad keferellezîne kâlû innallâhe sâlisu selâsetin ve mâ min ilâhin illâ ilâhun vâhid (vâhidun) ve in lem yentehû ammâ yekûlûne le yemessennellezîne keferû minhum azâbun elîm (elîmun).

 

Andolsun ki, inkârcılardır o kimseler, derler ki: „ ‘Şu’ gerçek ki Allâh, üçüncüsüdür üçün! (Teslis; uknum: Baba Allâh, oğul Allâh ve Kutsal Ruh Allâh). “. Ve yoktur ilâh, tek İlâh’tan başka! Ve eğer sonlandırmazlarsa bu söylediklerini, mutlaka dokunur onlardan o kimselere ki, ‘ısrarla, hakikat bilgisini’ inkâr edenlerdir, elem azap.*

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:74    E fe lâ yetûbûne ilâllâhi ve yestagfirûneh (yestagfirûnehu) vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).

 

‘Üçleme de direnenler’ hâlâ mı tövbe etmezler Allâh’a ve istiğfar etmezler O’na? Ve Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:75    Melmesîhubnu meryeme illâ resûl (resûlun), kad halet min kablihir rusul (rusulun) ve ummuhu sıddîkah (sıddîkatun) kânâ ye’kulânit taâm (taâmi) unzur keyfe nubeyyinu lehumul âyâti summenzur ennâ yu’fekûn (yu’fekûne).

 

Mesih, Meryem oğlu (Îsâ aleyhisselâm) değildir elçiden başkası.* Ki, gelip geçmiştir ondan önce de, elçiler.* Ve annesi sadakatlidir. İkisi de ‘her insan gibi’ yemek yerlerdi.* Bak nasıl belli ediyoruz onlara âyetleri ‘alâmetleri’. Sonra bak, nasıl ‘Allâhû Teâlâ’dan’ çevriliyorlar.

 

>4:172, 5:72, 6:101, 6:102, 19:30, 43:59, 66:12<

 

>2:151, 3:164, 3:184, 4:41, 4:166, 6:42, 14:44, 16:44, 16:89, 17:77, 28:47<

 

>12:109, 21:8, 21:34, 25:7, 32:11<

 

5:76    Kul e ta’budûne min dûnillâhi mâ lâ yemliku lekum darran ve lâ nef’â (nef’an) vallâhu huves semîul alîm (alîmu).

 

‘Yâ Muhammed! Allâh’a ortak yakıştıranlara’, de ki: „ ‘Hizmetle, ibadetle’ kul mu oluyorsunuz, Allâh’tan ziyade ‘kutsallaştırılan zât’a, puta’?!* Ki, ‘hiçbir’ şeye ehil olmayan, sizlere, zararı ‘önlemeye’ ve ne de fayda ‘sağlamaya’! Ve Allâh ki, O’dur, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<

 

5:77    Kul yâ ehlel kitâbi, lâ taglû fî dînikum gayral hakkı ve lâ tettebi’û ehvâe kavmin kad dallû min kablu ve edallû kesîran ve dallû an sevâis sebîl (sebîli).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ey ‘diğer’ kitapların erbapları (Yahudiler ve Hristiyanlar)! Abartmayın dîninizde ‘dîni algılarınızda’ hak dışı!* Ve uymayın isteklerine ‘bir’ toplumun ki, daha önceleri sapmış olanlardı ve birçoklarını da şaşırtmışlardı. Ve ‘onlar, iyice’ saptılar orantılı yoldan. “.

 

>4:171, 9:30<

 

5:78    Luinellezîne keferû min benî isrâîle alâ lisâni dâvude ve îsebni meryem (meryeme) zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn (ya’tedûne).

 

Lânetlendiler o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; İsrâîloğullarından Dâvûd’un lisanıyla ‘diliyle’ ve Meryem oğlu Îsâ’nın da.* İşte bu, âsilik sebebiyledir ve aşırılık ediyor olmalarındandır.

 

>5:25, 6:34, 7:89, 10:88, 12:110, 14:15, 71:24<

 

5:79    Kânû lâ yetenâhevne an munkerin fealûh (fealûhu) lebi’se mâ kânû yef’alûn (yef’alûne).

 

Men etmiyorlardı, fena faaliyetlerinden. Elbette ne kötü şey, ifa ediyor oldukları!

 

5:80    Terâ kesîran minhum yetevellevnellezîne keferû lebi’se mâ kaddemet lehum enfusuhum en sehıtallâhu aleyhim ve fîl azâbi hum hâlidûn (hâlidûne).

 

Görürsün onlardan birçoğunu ki, dönerler o kimselere ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır. Elbette ne kötü şey, nefslerinin onlara sunduğu ‘tavırları sebebiyle’ onlara, Allâh’ın hışmı! Ve azap içinde kalıcılardır.

 

5:81    Ve lev kânû yu’minûne billâhi ven nebiyyi ve mâ unzile ileyhi mettehazûhum evliyâe ve lâkinne kesîren minhum fâsikûn (fâsikûne).

 

Ve eğer olsalardı Allâh’a ‘samimi’ inananlar ve bildiriciye ‘Muhammed aleyhisselâm’a’ ve ona, indirilen şeye (Kur’ân-ı Kerîm’e), edinmezlerdi onları ‘inkârcıları’ himayeciler.* Ve lâkin onlardan birçoğu fesatlardır.

 

>3:118, 4:89, 4:144, 5:51, 5:57, 9:16, 9:23, 58:22, 60:1, 60:8, 60:9<

 

5:82    Le tecidenne eşedden nâsi adâveten lillezîne âmenûl yehûde vellezîne eşrakû, ve le tecidenne akrabehum meveddeten lillezîne âmenûllezîne kâlû innâ nasârâ zâlike bi enne minhum kıssîsîne ve ruhbânen ve ennehum lâ yestekbirûn (yestekbirûne).

 

Mutlaka bulursun ki, en şiddetlisini düşmanlıkta insanlardan, ‘samimi’ inanan kimselere ‘karşı’, Yahudileri ve ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıranları. Ve bulursun ki, sevecenlikte en yakını inançlılara o kimselerin diyenleri ki: „ Muhakkak ki bizler, Hristiyanlarız! “. İşte bu, onlardan, keşişler (inzivaya çekilmiş Hristiyan papazlar) olması sebebiyledir ve ruhbânlar (Hristiyan rahipler); ve onların kibirlenmemelerindendir.

 

5:83    Ve izâ semiû mâ unzile ilerresûli terâ a’yunehum tefîdu mined dem’ı mimmâ arefû minel hakk (hakkı), yekûlûne rabbenâ âmennâ fektubnâ meaş şâhidîn (şâhidîne).

 

Ve duyduklarında elçiye indirilen şeyi (Kur’ân-ı Kerîm), görürsün ki, gözleri yaşla dolup taşar, varlığı gerçek, sabit; ‘Allâhû Teâlâ’yı’, tanıdıkları sebebiyle. Diyorlar ki: „ Rabbimiz… ‘Samimi’ inandık! Artık yaz bizleri, şahitlerle beraber (Allâhû Teâlâ’ya ve peygamberlerine tanıklık edenlerle)!

 

5:84    Ve mâ lenâ lâ nu’minu billâhi ve mâ câenâ minel hakkı ve natmeu en yudhılenâ rabbunâ meal kavmis sâlihîn (sâlihîne).

 

Ve olmaz inanmamamız Allâh’a; ve Hak’tan bizlere gelen şeye ‘İlâhî esaslara’. Ve umuyoruz ki, ‘cennete’ dâhil etmesini bizleri Rabbimizin, erdemliler toplumuyla beraber! “.*

 

>4:48, 39:53<

 

5:85    Fe esâbehumullâhu bimâ kâlû cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve zâlike cezâûl muhsinîn (muhsinîne).

 

Böylelikle isabet ettirdi onlara Allâh, ‘bu’ söyledikleri sebebiyle has bahçeleri ‘cennetleri’ ki, akar onun altından nehirler; ki kalıcılardır orada. Ve işte bu ödül, ‘kendisini’ koruyan, iyileredir.

 

5:86    Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbul cahîm (cahîmi).

 

Ve o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; ve yalanladılar âyetlerimizi.* İşte onlar, ‘cehennemin’ alevli ateşi sahabeleridir.

 

>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<

 

5:87    Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuharrimû tayyibâti mâ ehallallâhu lekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhibbul mu’tedîn (mu’tedîne).

 

Ey inançlı kimseler! Haram kılmayın ‘caiz olmaz diye’, Allâh’ın, temizlerinden, helâl ‘caiz’ kıldığı şeyi ‘rızkı’ sizlere! Ve aşırılık etmeyin! Muhakkak ki Allâh, sevmez aşırılık edenleri!

 

5:88    Ve kulû mimmâ razakakumullâhu halâlen tayyiben vettekûllâhellezî entum bihî mu’minûn (mu’minûne).

 

Ve yiyin, Allâh’ın sizleri rızıklandırdığı şeylerden, ki ‘sadece’ helâl ‘caiz’, temizinden! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! O ki sizler, hakkında ‘samimi’ inananlarsınız!

 

5:89    Lâ yuâhizukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul eymân (eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh (rakabetin) fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm (eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn (teşkurûne).

 

Sorumlu tutmaz sizleri Allâh, boş sözlerle ‘edilmiş, gayesiz’ yeminlerinizden. Ve lâkin sorumlu tutar sizleri, sözleşmeli yeminler sebebiyle.* Artık onun kefareti, on meskensiz ‘yoksulu’ beslemek ‘doyurmak’ ki, ‘ev’ ahalinizi besledikleriniz şeyin ortalamasından veya giydirmek onları veya hürriyete kavuşturmalıdır bir köleyi! Fakat kim, ‘bunu’ bulamazsa, öyleyse oruç tutmalıdır üç gün! İşte bu kefarettir yeminlerinize muhalif olduğunuz zaman! Ve muhafaza edin yeminlerinizi! İşte böyle beyan eder Allâh, sizlere âyetlerini ‘hakikat bilgisini’! Ki, belki şükredersiniz!

 

>2:225, 2:284, 5:89, 33:5, 66:2<

 

5:90    Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel hamru vel meysiru vel ensâbu vel ezlâmu ricsun min ameliş şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn (tuflihûne).

 

Ey inançlı kimseler! Ancak ki, şarap ve kumar ve dikili taşlar ‘tapınak, putlar’ ve fal okları ‘kehanet araçları’ murdardır; şeytanın gayretlerindendir! Bu yüzden kaçının ondan! Ki, belki felâha erersiniz!

 

5:91    İnnemâ yurîduş şeytânu en yûkia beynekumul adâvete vel bagdâe fîl hamri vel meysiri ve yasuddekum an zikrillâhi ve anis salâh (salâti), fe hel entum muntehûn (muntehûne).

 

Fakat muradı şeytan’ın, sokmak aranıza düşmanlık ve kin, şarap ve kumarla! Ve alıkoymak sizleri, yâd etmekten Allâh’ı ve ibadetten ‘namazdan’!* Artık sizler de, sonlandırdınız mı?

 

>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<

 

5:92    Ve etîûllâhe ve etîûr resûle vahzerû, fe in tevelleytum fa’lemû ennemâ alâ resûlinel belâgul mubîn (mubînu).

 

Ve itaat edin Allâh’a! Ve itaat edin elçiye!* Ve ‘karşı gelmekten’ sakının! Artık, eğer ki, ‘geçmişe’ dönerseniz, öyleyse bilin ki, sadece elçimizin üzerindeki ‘sorumluluk, İlâhî esasları’ apaçık tebliğ etmektir.

 

>3:179, 4:13, 4:14, 4:69, 8:13, 8:29, 9:63, 24:47, 33:36, 58:5, 58:20<

 

5:93    Leyse alellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul muhsinîn (muhsinîne).

 

Değildir üzerlerine o kimselerin ki, inananlardır ve gayretleri erdemlidir; vebal ki, yedikleri şeylerden ‘günahlardan’ korunmadıkları zamanlarda (yasaklanmadan önce)! Ve ‘yine samimi’ inanın ve gayretleri erdemliler ‘olun’, sonra korunun ‘günahlardan’! ‘Yine samimi’ inanın, sonra da korunun ‘artık, yasaklara uyarak’ ve iyi ‘olun ki, mertebeniz artsın’! Ve Allâh, sever ‘kendisini’ koruyan, iyileri!

 

5:94    Yâ eyyuhellezîne âmenû le yebluvennekumullâhu bi şey’in mines saydı tenâluhu eydîkum ve rimâhukum li ya’lemallâhu men yahâfuhu bil gayb (gaybi), fe meni’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm (elîmun).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Mutlaka sizleri dener Allâh, ellerinizle ve mızraklarınızla ona eriştiğiniz av türünden bir şeyle ‘hayvan ile’!* Ki, ‘ihramdayken’ bilmesi ‘belirlemesi’ için Allâh’ın, kimin O’ndan korktuğunu gıyabında. Artık kim, aşırılık ederse işte bunun ardından, o hâlde onadır elem azap.*

 

>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

5:95    Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum hûrûm (hûrûmun) ve men katelehu minkum muteammiden fe cezâun mislu mâ katele min en neami yahkumu bihî zevâ adlin minkum hedyen bâligal ka’beti ev keffâratun taâmu mesâkîne ev adlu zâlike siyâmen li yezûka vebâle emrih (emrihî) afâllâhu amma selef (selefe) ve men âde fe yentakimullâhu minh (minhu) vallâhu azîzun zûntikâm (zûntikâmin).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Ve sizler ihramdayken av ‘hayvanı’ öldürmeyin! Ve sizlerden kim öldürürse onu kasten, o hâlde cezası, öldürdüğü şeyin mislidir bir hayvandan ki, ‘ne olacağını’ hükmeder ona, sizlerden adil iki kişi! Kâbe’ye ulaşan bir hediye ‘kurbanlık’ veya kefaret olarak meskensizleri ‘yoksulları’ beslemek ‘doyurmaktır’ veya buna denk oruç ki, ‘yaptığı’ işin vebalini tatması için! Affetti Allâh geçmişte olan şeyi. Ve kim dönerse, o hâlde Allâh, ondan intikam alır. Ve Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; intikam sahibidir!

 

5:96    Uhille lekum saydul bahri ve taâmuhu metâan lekum ve lis seyyârah (seyyârati), ve hurrime aleykum saydul berri mâ dumtum hurumâ (hurumen) vettekullâhellezî ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).

 

Helâl ‘caiz’ kılındı sizlere deniz avı ve onun yenmesi bir geçimlik olarak ve yolculara da! Ve haram ‘caiz olmaz’ kılındı üzerlerinize kara avı ki, ihramda olduğunuz sürece! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! O ki… Zât’ı ‘huzuruna’ bir araya getirilirsiniz!*

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

5:97    Cealallâhul ka’betel beytel harâme kıyâmen lin nâsi veş şehral harâme vel hedye vel kalâid (kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fis semâvâti ve ma fîl ardı ve ennellâhe bikulli şey’in alîm (alîmun).

 

Kıldı Allâh ‘birer sebep’; hürmetli, yasakların uygulandığı Ev’i (Kâbe) insanların yaşamlarını ayakta tutmak için ve haram ayı (saldırmanın yasak olduğu aylar; Recep, Zul-kade, Zul-hicce ve Muharrem) ve hediye ‘kurbanlıkları’ ve gerdanlıklı ‘tasmalı, sahipli’ hayvanları. İşte bu bilmeniz içindir ki, Allâh’ın biliyor olduğunu, ne varsa göklerde ve ne varsa yerde! Ve Allâh’ın, her şeyi en iyi bilen; olduğunu!*

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

5:98    I’lemû ennellâhe şedîdul ikâbi ve ennellâhe gafûrun rahîm (rahîmun).

 

Bilin ki Allâh’ın, ezasının şiddetli olduğunu! Ve şüphesiz ki Allâh’ın olduğunu, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayanın;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedenin!

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:99    Mâ aler resûli illel belâg (belâgu) vallâhu ya’lemu mâ tubdûne ve mâ tektumûn (tektumûne).

 

Yoktur elçinin üzerinde ‘sorumluluk, İlâhî esasları’ tebliğ etmekten başka. Ve Allâh bilir, açıkladığınız şeyi ve ‘sır olarak’ gizlediğiniz şeyi!*

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

5:100  Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs (habîsi), fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn (tuflihûne).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Kötü ve temiz eşit olmaz ve imrensen de kötünün çokluğuna! “. Artık korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’; ey, aklı ve gönlü işleyen, derin kavrayış sahipleri! Ki, belki felâha erersiniz!

 

5:101  Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tes’elû an eşyâe in tubde lekum tesu’kum, ve in tes’elû anhâ hîne yunezzelul kur’ânu tubde lekum afâllâhu anhâ vallâhu gafûrun hâlîm (hâlîmun).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Sorgulamayın eğer açıklanırsa sizlere ‘hükümlerinin’ sizleri hüzünlendiren şeylerden. Ve eğer sorgularsanız ondan, Kur’ân indirilirken açıklanır sizlere!* Ki, affetti Allâh ondan ‘bilmediğiniz hükümlerden’. Ve Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır*; hemen cezalandırmayan, ılımlı davranandır!

 

>2:106, 2:108, 93:10<

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

5:102  Kad seelehâ kavmun min kablikum summe asbahû bihâ kâfirîn (kâfirîne).

 

Sormuştu onu sizlerden önce de bir toplum. Sonra ‘hükümlerini beğenmeyip’ oldular onunla ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar.*

 

>2:108, 3:23, 24:47, 24:48, 24:49, 24:50, 24:51, 24:52<

 

5:103  Mâ cealallâhu min bahîretin ve lâ sâibetin ve lâ vasîletin ve lâ hâmin ve lâkinnellezîne keferû yefterûne alâllâhi kezib (kezibe) ve ekseruhum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).

 

Kılmadı Allâh, ki: „ Bahîre! “; (Beş kuşak yavru veren, beşinci kuşak yavrusu erkek olan devenin, faydalanılmaktan vazgeçilerek kulağının yarılıp salıverilmesi) ve ne „ Sâibe! “; (Hayvanın faydalanılmaktan vazgeçilip dertlere deva niyetine putlara adanarak salıverilmesi) ve ne „ Vasîle! “; (Peş peşe birkaç dişi yavru doğuran ‘sağmal’ hayvanın, doğurduğu erkek yavrunun putlara adanması) ve ne de „ Hâm! “ (On kuşak döl veren erkek devenin sırtına yük vurulmayıp, başıboş bırakılarak salıverilmesi).* Ve lâkin o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; uyduruyorlar, Allâh ‘adına’ yalanı!* Ve onların birçoğu, akıl yürütmezler.

 

>5:103, 6:136, 16:56, 16:71, 30:28<

 

>2:168, 2:169, 7:33, 16:116<

 

5:104  Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn (yehtedûne).

 

Ve denildiği zaman onlara ‘hakikati örtmeye şartlanmışlara’: „ ‘İtaate’ gelin, Allâh’ın indirdiği şeye ‘âyetlerindeki hükümlerine’ ve elçiye! “; derler ki: „ Yeter bizlere, atalarımızı üzerinde bulduğumuz ‘onlardan gördüğümüz’ şey! “.* Ve eğer olsa da mı, ataları ‘gerçeklere ait’ bir şey bilmezler ve ‘inkâra şartlandıkları için, Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlendirilmediyseler?*

 

>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<

 

5:105  Yâ eyyuhellezîne âmenû aleykum enfusekum, lâ yadurrukum men dalle izehtedeytum ilâllâhi merciukum cemîân fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Benliklerinizin ‘sorumluluğu’ kendi üzerlerinizedir! Ki, zarar veremez sapmış bir kimse sizlere, yönlendirildiğiniz zaman. Allâh’adır rücu’nuz topluca! Artık bildirir sizlere, gayret ediyor olduğunuz şeyleri!*

 

>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<

 

5:106  Yâ eyyuhellezîne âmenû şehâdetu beynikum izâ hadara ehadekumul mevtu hînel vasiyyetisnâni zevâ adlin minkum ev âharâni min gayrikum in entum darabtum fîl ardı fe esâbetkum musîbetul mevt (mevti) tahbisûnehumâ min ba’dis salâti fe yuksîmâni billâhi in irtebtum lâ neşterî bihî semenen ve lev kâne zâ kurbâ ve lâ nektumu şehâdetallâhi innâ izen le minel âsimîn (âsimîne).

 

 

Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Şahitlik etsin aranızdan, hazır olduğu zaman sizlerden birinize, ölüm; vasiyet esnasında sizlerden iki adil kişi! Veya sizlerin dışında iki kişi ki, vuruşmaya ‘sefere’ çıktığınız zaman yeryüzünde, artık isabet ederse sizlere ölüm musibeti, onları tutun ibadetin ‘namazın’ ardından! Böylelikle Allâh’a yemin etsinler ki, eğer ‘onlardan’ vehim ederseniz: „ Pazarlamayız ‘yeminimizi’ ve eğer olsa da akraba; ve ‘sır olarak’ gizlemeyiz Allâh’ın şehadetini. Doğrusu o zaman, elbette günahkârlardanızdır! “.

 

5:107  Fe in usire alâ ennehumâstehakkâ ismen fe âharâni yekûmâni makâmehumâ minellezînestehakka aleyhimul evleyâni fe yuksîmâni billâhi le şehâdetunâ ehakku min şehâdetihimâ ve ma’tedeynâ, innâ izen le minez zâlimîn (zâlimîne).

 

Ne var ki, eğer farkına varılırsa ikisinin ‘bu tür’ bir günaha müstahak oldukları. O hâlde ‘mirasçılardan’ diğer iki kişi ikisinin yerine geçer ki, ‘ölen’ üzerinde himayeci müstahak iki kişi! Böylelikle ikisi Allâh’a yemin etsinler ki: „ Mutlaka bizlerin şahitliği, onların şahitliğinden müstahaktır ve bizler aşırılık etmedik; doğrusu o zaman, elbette zalimlerdeniz! “.

 

5:108  Zâlike ednâ en ye’tû biş şehâdeti alâ vechihâ ev yehâfûen turadde eymânun ba’de eymânihim vettekûllâhe vesmeû vallâhu lâ yehdil kavmel fâsikîn (fâsikîne).

 

İşte bu, daha yakın ‘bir çaredir’ şehadetle yüz yüze gelmelerinde ‘şahitliği gereğince yapmalarında’; veya korkmalarında ki, yeminlerinin ardından yeminlerin reddedilmesinden. Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve ‘uyarılarını’ dinleyin! Ve Allâh, ‘hakikati örtmeye şartlandıkları için, razı olduğu yola’ yönlendirmez fesatlar toplumunu!*

 

>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<

 

5:109  Yevme yecmeullâhur rusule fe yekûlu mâzâ ucibtum kâlû lâ ilme lenâ inneke ente allâmul guyûb (guyûbi).

 

O gün* toplar Allâh elçileri, böylelikle der ki: „ ‘Ümmetinizi davet ettiğiniz zaman’ ne cevap verildi sizlere? “.* Derler ki: „ ‘Hiçbir’ bilgimiz yok. Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, algılanamayanı en iyi bilen! “.*

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

>5:109, 7:6, 28:65, 28:75<

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

5:110  İz kâlellâhu yâ îsebne meryemezkur ni’metî aleyke ve alâ vâlidetike iz eyyedtuke bi rûhil kudusi tukellimun nâse fîl mehdi ve kehl (kehlen), ve iz allemtukel kitâbe vel hikmete vet tevrâte vel incîl (incîle), ve iz tahluku minet tîni ke hey’etit tayri bi iznî fe tenfuhu fîhâ fe tekûnu tayran bi iznî ve tubriul ekmehe vel ebrasa bi iznî, ve iz tuhricul mevtâ bi iznî, ve iz kefeftu benî isrâîle anke iz ci’tehum bil beyyinâti fe kâlellezîne keferû minhum in hâzâ illâ sihrun mubîn (mubînun).

 

Demişti ki, Allâh: „ Yâ Meryem oğlu Îsâ! Hatırla üzerindeki lütfumu ve annenin de üzerindeki. Desteklemiştim seni, Ruh’ûl Kudüs (Kutsal Ruh; Melek) ile!* Konuşuyordun insanlarla beşikte ve yetişkin iken!* Ve öğretmiştim sana kitabı ‘hakikat bilgisini’ ve hükümleri ve Tevrât ve İncîl’i!* Ve oluşumunu yapılandırarak yarattığında, kilden kuş yontusu gibi ki, Ben’im iznimle; öyle ki, içine üflüyordun da bu yüzden olurdu bir kuş ki, Ben’im iznimle! Ve iyileştiriyordun doğuştan körü ve alaca ‘tenliyi’ ki, Ben’im iznimle! Ve çıkarıyordun ölüleri ‘kabirden, canlı’ ki, Ben’im iznimle!* Ve durdurmuştum İsrâîloğullarının saldırısını senden ki, ayan beyan ‘deliller’ getirdiğin zaman onlara! “. Ne var ki dediler ki, onlardan o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır: „ Bu ancak apaçık sihir ‘dalavere’! “.

 

>5:110, 16:2, 16:102, 17:85, 58:22, 66:12<

 

>3:46, 5:110, 19:29<

 

>3:48, 5:110<

 

>3:49<

 

5:111  Ve iz evhaytu ilel havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi ennenâ muslimûn (muslimûne).

 

‘Allâhû Teâlâ’: Ve vahyettiğim zaman havarilere (Îsâ aleyhisselâm’ın İlâhî esasları yaymakla görevli yardımcıları) Bana inanmalarını ve elçime de, dediler ki: „ ‘Samimi’ inandık ve şahit ol, bizlerin Müslümanlar (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen) olduğumuza! “.

 

5:112  İz kâlel havâriyyûne yâ îsebne meryeme hel yestetîu rabbuke en yunezzile aleynâ mâideten mines semâ (semâi) kâlettekullâhe in kuntum mu’minîn (mu’minîne).

 

Demişlerdi ki, Havariler: „ Yâ Meryem oğlu Îsâ! Mecal edebilir mi Rabbin, üzerimize indirebilmeye bir sofra, gökten? “. ‘Îsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’, eğer ‘samimi’ inananlarsanız! “.

 

5:113  Kâlû nurîdu en ne’kule minhâ ve tetmainne kulûbunâ ve na’leme en kad sadaktenâ ve nekûne aleyhâ mineş şâhidîn (şâhidîne).

 

‘Havariler’ dediler ki: „ Muradımız, ondan yemek ve ‘fiilen görüp’ kanaati kalplerimizin; ve bilmemiz samimiliğini ve olalım üzerine şahitlerden! “.

 

5:114  Kâle îsebnu meryemellâhumme rabbenâ enzil aleynâ mâideten mines semâi tekûnu lenâ îden li evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten mink (minke), verzuknâ ve ente hayrur râzikîn (râzikîne).

 

Dedi ki, Meryem oğlu Îsâ: „ Allâh’ım… Rabbimiz! İndir üzerimize bir sofra, gökten ki, bizlere bayram olsun evvelkilerimiz için ve sonrakilerimize ve senden bir âyet ‘alâmet olsun’! Ve bizleri rızıklandır! Ve Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın! “.

 

5:115  Kâlellâhu innî munezziluhâ aleykum, fe men yekfur ba’du minkum fe innî uazzibuhu azâben lâ uazzibuhû ehaden minel âlemîn (âlemîne).

 

Dedi ki, Allâh: „ Muhakkak ki Ben, onu indiririm üzerinize, fakat kim sizlerden sonradan nankörlük ederse, artık mutlaka azaplandırırım onu ki, cümle âlemlerden ‘hiç’ birini onunla azaplandırmadığım azapla! “.

 

5:116  Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh (dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk (hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh (alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik (nefsike) inneke ente allemul guyûb (guyûbi).

 

Ve demişti ki Allâh: „ Yâ Meryem oğlu Îsâ! Sen mi dedin insanlara ki: „edinin beni ve annemi ilâhlar, Allâh’tan ziyade!“ ? “. ‘Îsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Noksanlık, kusur, âcizlikten ötesin! Ki, olmaz söylemem gerçek olmayan şeyi. Eğer olsaydım söyleyen onu, o hâlde biliyor olurdun onu. Bilirsin içimdeki şeyi ve ben bilmem Sen’in içindeki şeyi. Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, algılanamayanı en iyi bilen!*

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

5:117  Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe rabbî ve rabbekum, ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte enter rakîbe aleyhim ve ente alâ kulli şey’in şehîd (şehîdun).

 

Söylemedim onlara, bana emrettiğin dışında ‘bir şey’ ki, o da: ‘Yalnızca’ Allâh’a ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ki, Rabbim ve Rabbinizdir!“. Ve oldum üzerlerine şahit, içlerinde bulunduğum sürece.* Nihayet vefat ettirdiğinde beni, Sen oldun ‘şahit’ ki, Sen’din gözlemleyen, tespit eden; üzerlerine! Ve Sen, her şey üzerinde, her daim hazır, her şeyin iç yüzünün farkında, şahitsin!

 

>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<

 

>4:172, 5:72, 6:101, 6:102, 19:30, 43:59, 66:12<

 

5:118  İn tuazzibhum fe innehum ibâduk (ibâduke), ve in tagfir lehum fe inneke entel azîzul hakîm (hakîmu).

 

Eğer azap edersen onlara, ne var ki, muhakkak ki onlar kullarındır. Ve eğer bağışlarsan onları, o hâlde şüphesiz ki Sen… Sen’sin, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden! “.

 

5:119  Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ (ebeden) radiyallâhu anhum ve radû anh (anhu) zâlikel fevzul azîm (azîmu).

 

Der ki, Allâh: „ Bugün, fayda sağlar samimilere, sadakatleri! “. Onlaradır has bahçeler ‘cennetler’ ki, akar onun altından nehirler; ki kalıcılardır orada ebedîyen. Razıdır Allâh onlardan ve razılardır onlar da, O’ndan. İşte budur büyük başarı.

 

5:120  Lillâhi mulkus semâvâti vel ardı ve mâ fîhin (fîhinne) ve huve alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).

 

Allâh’ındır saltanat, hükümranlık, göklerde ve yerde ve onlardaki şeylerde! Ve O’dur, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretli!