„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.
„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*
>7:200, 15:34, 16:98<
Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
35:1 Elhamdu lillâhi fâtırıs semâvâti vel ardı câilil melâiketi rusulen ulî ecnihatin mesnâ ve sulâse ve rubâa, yezîdu fîl halkı mâ yeşâu, innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
‘Esas’ yüceltilme, övgü, ‘sırf’ Allâh’adır! Ki, Fâtîr’ıdır göklerin ve yerin!* ‘Kollayıcılar’ kılandır melekleri, elçilere ki, ‘kol’ kanatlardır ‘onlara’* ikişer üçer ve dörder. Artırır yaratılışta dilediği ‘rızasına uyan’ şeyi. Şüphesiz ki Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
(Yokluktan dâhili cevher yaratılması, bunun yarılma ile meydana gelmesi, açığa çıkarılması)
>13:11, 26:215, 40:9<
35:2 Mâ yeftehillâhu lin nâsi min rahmetin fe lâ mumsike lehâ, ve mâ yumsik fe lâ mursile lehu min ba’dih (ba’dihî), ve huvel azîzul hakîm (hakîmu).
Açtığı şeyi Allâh’ın insanlar için, bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenmeden, artık yoktur tutabilecek ona. Ve tuttuğu şeyi de artık yoktur gönderebilecek ona, onun ardından. Ve O’dur, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden!
35:3 Yâ eyyuhen nâsuzkurû ni’metallâhi aleykum, hel min hâlikın gayrullâhi yerzukukum mines semâi vel ard (ardı), lâ ilâhe illâ huve fe ennâ tû’fekûn (tû’fekûne).
Ey insanlar… Yâd edin, Allâh’ın lütfunu üzerlerinizdeki! Var mıdır ‘oluşumu yapılandırılarak’ yaratıcı, Allâh’tan gayrı ki, rızıklandırıyor sizleri, göklerden ve yerden? İlâh olamaz O’nun dışında!* Buna rağmen nasıl ‘Allâh’tan’ çevriliyorsunuz?
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
35:4 Ve in yukezzibûke fe kad kuzzibet rusulun min kablik (kablike), ve ilâllâhi turceul umûr (umûru).
‘Yâ Muhammed!’ Ve eğer yalanlıyorlarsa seni, o zaman ‘bil ki’, yalanlandı ‘diğer’ elçiler de senden önce!* Ve Allâh’a ‘kalmıştır’ ki, rücu edilir emirleriyle ‘oluşan her şey’!
>2:15, 6:5, 6:10, 7:101, 10:11, 13:32, 14:42<
35:5 Yâ eyyuhen nâsu inne va’dallâhi hakkun fe lâ tegurrennekumul hayâtud dunyâ, ve lâ yegurrennekum billâhil garûr (garûru).
Ey insanlar… Muhakkak ki, Allâh’ın vaadi hakikidir! Öyleyse dünya hayatı sizleri aldatmasın! Ve aldatıcılar da sizleri Allâh ile (istismar ederek) aldatmasın!
35:6 İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ (aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr (seîri).
Ve muhakkak ki şeytan, sizlere düşmandır!* Bu yüzden onu düşman edinin. ‘O’, sadece taraftarını davet eder ki, olması için harlı ateş*sahabesi.
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
35:7 Ellezîne keferû lehum azâbun şedîd (şedîdun), vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti lehum magfiretun ve ecrun kebîr (kebîrun).
O kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır… Onlaradır, şiddetli azap.* Ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir… Onlaradır, bağışlanma ve koca ‘bir’ ecir.*
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
>2:25, 8:4, 16:30, 16:41, 16:96, 16:97, 18:88, 20:15, 22:50, 24:26, 32:17, 33:31, 34:4, 39:10<
35:8 E fe men zuyyine lehu sûu amelihî fe reâhu hasenâ (hasenen), fe innallâhe yudıllu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, fe lâ tezheb nefsuke aleyhim haserât (haserâtin), innallâhe alîmun bimâ yesneûn (yesneûne).
‘Ya’ o hâlde o kimseye ‘ne demeli’ ki, süslendi ‘cazip gösterildi’ ona kötü gayretleri de, öyle ki, iyi gördü onu?! O hâlde muhakkak ki Allâh, şaşırtır dilediği ‘müstahik’ kişiyi* ve yönlendirir dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi de!* ‘Yâ Muhammed!’ Artık gitmesin nefsin ‘üzüntüye kapılıp’ onlar için, hüsrana uğrayıp! Şüphesiz ki Allâh, en iyi bilendir; yaptıkları şeyleri!*
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
35:9 Vallâhullezî, erseler rîyâha fe tusîru sehâben fe suknâhu ilâ beledin meyyitin fe ahyeynâ bihil arda ba’de mevtihâ, kezâliken nuşûr (nuşûru).
Ve Allâh ki, Zât’ı gönderdi rüzgârları; böylece sürer nihayet ‘o rüzgârlar’ bulutları. Bunun üzerine cansız bir beldeye sevk ederiz de, böylelikle canlandırırız onunla yeryüzünü, ölümünün ardından. İşte bunun gibidir ‘yeniden’ diriliş.*
>20:55, 22:6, 30:19, 35:9, 43:11, 50:11, 50:42, 71:18<
35:10 Men kâne yurîdul izzete fe lillâhil izzetu cemîâ (cemîan), ileyhi yes’adul kelimut tayyibu vel amelus sâlihu yerfeuh (yerfeuhu), vellezîne yemkurûnes seyyiâti lehum azâbun şedîd (şedîdun), ve mekru ulâike huve yebûr (yebûru).
Muradı, itibar olan kimse ‘bilmeli ki’ oysa ki, tamamen Allâh’ındır, yücelik, itibar! Zât’ına yükselir temiz ‘hoş’ kelimeler; ve erdemli gayretler de kaldırır ‘yükseltir’ onu. Ve o kimseler ki, düzen kuran kötülükle; onlaradır, şiddetli azap.* Ve kurdukları düzenleri işte onların, o, kesattır.
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
35:11 Vallâhu halakakum min turâbin summe min nutfetin summe cealekum ezvâcâ (ezvâcen), ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih (ilmihî), ve mâ yuammeru min muammerin ve lâ yunkasu min umurihî illâ fî kitâb (kitâbin), inne zâlike alâllâhi yesîr (yesîrun).
Ve Allâh, ‘oluşumu yapılandırılarak’ yarattı sizleri topraktan!** Sonra özümlenmiş damladan, sonra kıldı sizleri eşler. Ve ‘gebelikle’ yüklendirilir mi dişide ve düşük mü yapar; Ancak O’nun ilmi iledir.* Ve yoktur ömürlendirilmesi ömürlendirilene ve ömründen kısaltılması* ki, olmasın ‘İlâhî esasları açıklayan’ kitapta (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!* Muhakkak ki işte bu, Allâh’a kolaydır!
(Özümlenme ile vücuda yarayışlı biçime sokularak, dokuların yapısında yer alışı)
>15:28, 17:61, 20:55, 25:54, 30:20, 71:17<
>13:8, 35:11, 41:47, 43:11, 54:49, 55:7<
>16:70, 22:5, 35:11, 36:68, 71:4<
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
35:12 Ve mâ yestevîl bahrâni hâzâ azbun furâtun sâigun şerâbuhu ve hâzâ milhun ucâc (ucâcun), ve min kullin te’kulûne lahmen tariyyen ve testahricûne hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke fîhi mevâhire li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).
Ve eşit midir iki derya? Ki, bu ‘biri’ lezzetli, tatlı, içimi hoştur. Ve bu ‘biri de’ tuzlu, acıdır. Ve hepsinden taze ‘balık’ eti yersiniz. Ve çıkarırsınız ondan ‘sedef’ takı ki, takarsınız onu. Ve görürsün gemileri, orada suları yararak giden. Ve gaye edinmeniz içindir, O’nun, liyakatinden. Ve belki şükredersiniz!
35:13 Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ (musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk (mulku), vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr (kıtmîrin).
Sokuyor geceyi gündüze ve sokuyor gündüzü geceye! Ve riayet ettirdi (hesaplanıp ölçülebilir, kullanılabilir kıldı) güneşi ve ay’ı.* Ki, hepsi akar* adlandırılmış bir vadeyle.* İşte budur Allâh!.. Rabbiniz! Zât’ının dır saltanat, hükümranlık. Ve o kimseler (kutsallaştırılan zât, put) ki, O’ndan ‘Allâh’tan’ ziyade davet ‘dua’ ettikleriniz, ehil olamazlar hurma çekirdeği zarına ‘bile’.*
>6:96, 55:5<
„Tecrî“ Yüzerek veya akarak hareket etme benzerliği: – https://ikra.vision
>3:145, 6:2, 7:34, 11:104, 14:48, 30:8, 78:17<
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
35:14 İn ted’ûhum lâ yesmeû duâekum, ve lev semiû mestecâbû lekum, ve yevmel kıyâmeti yekfurûne bi şirkikum, ve lâ yunebbiuke mislu habîr (habîrin).
Eğer davet ‘dua’ ederseniz onlara ‘putlara’, duymazlar dualarınızı! Ola ki, duydular, icabet etmezler sizlere! Ve kıyâmet günü, inkâr ederler ortaklığınızı!* Ve bildiremez sana, ‘bunun’ benzerini, haberdar, üstün bilgi sahibi ‘dışında kimse’!*
>2:166, 4:117, 6:100, 10:28, 10:29, 14:36, 16:86, 18:52, 25:17, 35:14<
>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<
35:15 Yâ eyyuhen nâsu entumul fukarâu ilâllâhi, vallâhu huvel ganiyyul hamîd (hamîdu).
Ey insanlar… Sizlersiniz fakirler ‘muhtaç’, Allâh’a. Ve şüphesiz ki Allâh, O’dur ki, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, müstağnidir; yüceltilmeye, övgüye lâyıktır!
35:16 İn yeşe’ yuzhibkum ve ye’ti bi halkın cedîd (cedîdin).
Eğer dilerse, sizleri giderir ‘yok eder’ ve getirir yeniden bir ‘oluşumu yapılandırılarak’ yaratılış!**
>6:133, 10:14, 14:19, 35:16, 56:62<
İnsan neslinin değişimleri: – https://ikra.vision
35:17 Ve mâ zâlike alâllâhi bi azîz (azîzin).
Ve değildir işte bu, Allâh’a üstün ‘zor bir şey’!
35:18 Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh (salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih (nefsihî), ve ilâllâhil masîr (masîru).
Ve taşımaz ‘bir günah’ taşıyan, diğer bir taşıyanın ‘günahını’.* Ve eğer davet ederse de yüklenmiş ‘kişi’ onu yüklenmeye, yükletilmez ondan bir şey; ve eğer olsa da akraba! ‘Yâ Muhammed!’ Sadece uyarabileceğin kimseler, Rablerinden gıyaben ürperenlerdir ve uygularlar takdisi (Allâh’ı kutsamak, hürmet ve hamd etmek için namaz)!* Ve arınan kimse, o hâlde kendi nefsi için arınmıştır. Ve Allâh’adır varış!
>6:164, 17:15, 29:12, 31:33, 35:18, 39:7, 53:38<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
35:19 Ve mâ yestevîl a’mâ vel basîr (basîru).
Ve eşit midir kör ve gören?*
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
35:20 Ve lez zulumâtu ve len nûr (nûru).
Ve ne karanlıklar ve de aydınlık! “.*
>2:257, 5:16, 6:59, 6:122, 14:5, 33:43, 57:9, 65:11<
35:21 Ve lez zıllu ve lel harûr (harûru).
Ve ne gölge ve ne de hararetler!
35:22 Ve mâ yestevîl ahyâu ve lel emvât (emvâtu), innallâhe yusmiu men yeşâu, ve mâ ente bi musmiin men fîl kubûr (kubûri).
Ve eşit midir canlılar ve ölüler? Muhakkak ki ‘ancak’ Allâh, işittirir dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye.* ‘Yâ Muhammed!’ Ve sen değilsin işittirici, kabirlerdeki kimselere!*
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
>20:55, 22:6, 30:19, 35:9, 43:11, 50:11, 50:42, 71:18<
35:23 İn ente illâ nezîr (nezîrun).
‘Yâ Muhammed!’ Ki, ‘kıyâmetle’ uyarıcıdan başka ‘değilsin’!
35:24 İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîrâ (nezîren), ve in min ummetin illâ halâ fîhâ nezîr (nezîrun).
‘Yâ Muhammed!’ Muhakkak ki, Biz gönderdik seni; hakikat ‘bilgisi’ ile ki, ’cennetle’ müjdeleyen ve ‘kıyâmetle’ uyaran ‘olman için’!* Ve ‘hiç’ bir ümmet ise yalnız kalmış değildir orada ‘dünyada, kıyâmetle’ uyarıcısız!*
>2:151, 3:184, 4:41, 4:79, 4:166, 6:42, 7:184, 14:1, 16:89, 17:77, 23:70, 34:46<
>2:38, 6:130, 6:131, 14:4, 16:36,, 28:46, 32:3, 34:44, 35:24, 35:25, 36:6, 46:3, 62:2<
35:25 Ve in yukezzibûke fe kad kezzebellezîne min kablihim, câethum rusuluhum bil beyyinâti ve biz zuburi ve bil kitâbil munîr (munîri).
‘Yâ Muhammed!’ Ve eğer yalanlıyorlarsa seni, o zaman ‘bil ki’, yalanlamışlardı ‘peygamberlerini’, onlardan önceki kimselerden de ‘bazıları’.* Ki geldi onlara da elçileri, ayan beyan ‘delillerle’ ve İlâhî sayfalarla ve aydınlatıcı kitapla ‘hakikat bilgisiyle’!*
>2:15, 6:5, 6:10, 7:101, 10:11, 13:32, 14:42<
>2:38, 6:130, 6:131, 14:4, 16:36,, 28:46, 32:3, 34:44, 35:24, 35:25, 36:6, 46:3, 62:2<
35:26 Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr (nekîri).
Sonra ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmış kimseleri aldım ‘yakaladım’.* Artık ‘bakın’, nasıl oldu inkâr ‘edilmem’!*
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
>2:15, 6:5, 6:10, 7:101, 10:11, 13:32, 14:42<
35:27 E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen, fe ahrecnâ bihî semerâtin muhtelifen elvânuhâ, ve minel cibâli cudedun bîdun ve humrun muhtelifun elvânuhâ ve garâbîbu sûd (sûdun).
Görmez misin Allâh’ın ‘eseri’ olduğunu ki, indirdi gökten su; ki, böylelikle çıkardık onunla renkleri türlü türlü mahsuller. Ve dağlardan da ak ve al patikalar; türlü türlü renkleri ‘olan yeraltı zenginlikleri’ kuzguni, kapkara.
35:28 Ve minen nâsi ved devâbbi vel en’âmi muhtelifun elvânuhu kezâlik (kezâlike), innemâ yahşâllâhe min ibâdihil ulemâu, innallâhe azîzun gafûr (gafûrun).
Ve insanlardan ve canlılar ve ‘çiftlik’ hayvanları ki, renkleri türlü türlüdür. İşte böyledir ‘insanlar da’; ki, sadece kullarından âlimler ‘anlayıp, kavraya’ bilenler huşû duyar Allâh’a. Şüphesiz ki Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır!*
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
35:29 İnnellezîne yetlûne kitâballâhi ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten yercûne ticâreten len tebûr (tebûre).
Muhakkak o kimseler ki, kıraat ederler kitabını (Kur’ân-ı Kerîm’i), Allâh’ın. Ve uygularlar takdisi (Allâh’ı kutsamak, hürmet ve hamd etmek için namaz)!* Ve bağış yaparlar onları rızıklandırdığımız şeylerden, sırlarda ve aşikâr! Ki, umarlar kesatsız ‘bir’ ticaret.
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
35:30 Li yuveffîyehum ucûrehum ve yezîdehum min fadlih (fadlihi), innehu gafûrun şekûr (şekûrun).
Ki, ‘olanca’ vefa edilmesi için ecirleri; ve ‘Allâh’, artırır onlara, liyakatinden. Şüphesiz ki O, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* şükredeni mükâfatlandırandır!
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
35:31 Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel hakku musaddikan limâ beyne yedeyh (yedeyhi), innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr (basîrun).
‘Yâ Muhammed!’ Ve ki o, vahyettiğimiz** sana kitaptan (Kur’ân-ı Kerîm), o, hakikat ‘bilgisidir’,* tasdikleyendir ellerindeki şeyi ‘diğer mukaddes kitapları’;* Şüphesiz ki Allâh, kullarından haberdar, üstün bilgi sahibidir; her hâliyle görendir!
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâh’ın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmı, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
35:32 Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih (nefsihî), ve minhum muktesid (muktesidun), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh (iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr (kebîru).
Sonra vâris kıldık, kitabı (Kur’ân-ı Kerîm), o kimselere ki, seçkin kıldığımız kullarımızdandır.* Artık onlardan ‘kimileri, günaha sebebiyet vererek’, zulmeder kendine ve onlardan ‘kimileri’, ılımlıdır ve onlardan ‘kimileri de’ öne geçenlerdir hayırlarda, Allâh’ın izniyle. İşte budur o, koca ‘bir’ liyakat.
>2:247, 3:33, 3:42, 22:75, 35:32<
35:33 Cennâtu adnin yedhulûnehâ yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve lu’luâ (lu’luen), ve libâsuhum fîhâ harîr (harîrun).
Adn has bahçeleri ‘cennetleri’ ki, dâhil edilirler ona. ‘Cennetlikler’ süslenirler orada altından bileziklerle ve incilerle. Ve örtüleri orada, ipektendir.
35:34 Ve kâlûl hamdu lillâhillezî ezhebe annel hazen (hazene), inne rabbenâ le gafûrun şekûr (şekûrun).
Derler ki: „ ‘Esas’ yüceltilme, övgü, ‘sırf’ Allâh’adır! Ki Zât’ı, giderdi bizden üzüntüyü! Şüphesiz ki Rabbimiz, elbette fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* şükredeni mükâfatlandırandır!
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
35:35 Ellezî ehallenâ dârel mukâmeti min fadlih (fadlihî), lâ yemessunâ fîhâ nasabun ve lâ yemessunâ fîhâ lugûb (lugûbun).
Ki Zât’ı, konuşlandırdı bizi ikâmet diyarına, liyakatinden! Dokunmaz bizlere, orada bir zahmet. Ve dokunmaz bizlere, orada bıkkınlık! “.*
>15:48, 35:35, 36:55, 88:9<
35:36 Vellezîne keferû lehum nâru cehennem (cehenneme), lâ yukdâ aleyhim fe yemûtû ve lâ yuhaffefu anhum min azâbihâ, kezâlike neczî kulle kefûr (kefûrin).
Ve o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır… Onlaradır cehennem ateşi. İcra edilmez ‘ölüm’ onlara ki, artık ölsünler. Ve hafifletilmez onlardan azapları.* İşte böyle cezalandırırız, tüm inkârcıları.*
>9:68, 19:70, 19:71, 21:98, 21:101, 27:89, 39:60, 39:61, 92:14, 92:15, 92:16, 92:17<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
35:37 Ve hum yastarihûne fîhâ, rabbenâ ahricnâ na’mel sâlihan gayrellezî kunnâ na’mel (na’melu), e ve lem nuammirkum mâ yetezekkeru fîhi men tezekkere ve câekumun nezîr (nezîru), fe zûkû fe mâ liz zâlimîne min nasîr (nasîrin).
Ve onlar feryat ederler orada ‘Allâh’ın huzurunda’* ki: „ Rabbimiz… Çıkar bizleri ki, gayretlenelim erdemlere, ‘önceki’ gayretlerimizin gayrısına! “.* ‘Allâh, der ki: „ Ve size ömür vermedik mi ki, hatırda tutasınız orada ‘dünyada’, hatırda tutacak kimseye ‘yetecek kadar’?* Ve gelmişti sizlere ‘kıyâmetle’ uyaran!* O hâlde tadın ‘kalıcı azabı’! * Artık yoktur zalimlere yardımcıları! “.
>6:157, 14:21, 28:49, 32:12, 34:31, 34:32, 34:33, 43:24<
>6:27, 6:28, 25:26, 25:27, 25:28, 32:12, 32:13, 33:66, 33:67, 34:52, 34:53, 39:71, 40:6, 41:25, 46:18, 89:23<
>16:70, 22:5, 35:11, 36:68, 71:4<
>2:38, 6:130, 6:131, 14:4, 16:36,, 28:46, 32:3, 34:44, 35:24, 35:25, 36:6, 46:3, 62:2<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
35:38 İnnallâhe âlimu gaybis semâvâti vel ard (ardı), innehu alîmun bi zâtis sudûr (sudûri).
Muhakkak ki Allâh, algılanamayanını göklerin ve yerin en iyi bilendir! Muhakkak ki O, en iyi bilendir; göğüslerin sahip olduğunu (gönüllerde barındırılan niyetleri)!*
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
35:39 Huvellezî cealekum halâife fîl ard (ardı), fe men kefere fe aleyhi kufruh (kufruhu), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum inde rabbihim illâ maktâ (makten), ve lâ yezîdul kâfirîne kufruhum illâ hasârâ (hasâren).
O’dur ki Zât’ı, kıldı sizleri halefler (yerine geçen) yeryüzünde! Artık kim, ‘hakikat bilgisini’ inkâr ederse, o hâlde aleyhinedir inkârı. Ve artırmaz hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlara inkârları, Rablerinin katında kızgınlık dışında ‘bir şeyi’. Ve artırmaz hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlara inkârları, hüsran dışında ‘bir şeyi’.
35:40 Kul ereeytum şurekâekumullezîne ted’ûne min dûnillâh (dûnillâhi), erûnî mâzâ halakû minel ardı em lehum şirkun fîs semâvât (semâvâti), em âteynâhum kitâben fe hum alâ beyyinetin minh (minhu), bel in yaıduz zâlimûne ba’duhum ba’dan illâ gurûrâ (gurûran).
‘Yâ Muhammed!’ De ki: „ Bakar mısınız, ortaklarınıza (edindiğiniz ilâhlara), o kimseler (kutsallaştırılan zât, put) ki, Allâh’tan ziyade davet ‘dua’ ettiklerinize! Gösterin Bana, yeryüzünden neyi yarattılar! “. Yoksa ‘bir’ ortaklığı mı var göklerde?* Yoksa verdik te onlara kitap ki, bunun üzerine bir beyan üzerineler ‘hakikat bilgisine dayanıyorlar’?!* Yok, olsa olsa vaat etmeleri zalimlerin, onların bazılarının, bazılarına; aldanış dışında ‘bir şey’ değildir! “.*
>21:22, 34:22, 35:40, 42:29<
>7:71, 10:68, 12:40, 18:15, 30:35, 34:44, 35:40, 37:156, 37:157, 43:21<
>8:49, 33:12, 35:40<
35:41 İnnallâhe yumsikus semâvâti vel arda en tezûlâ, ve le in zâletâ in emsekehumâ min ehadin min ba’dih (ba’dihî), innehu kâne halîmen gafûrâ (gafûran).
Muhakkak ki Allâh, tutar gökleri ve yeryüzünü ki, zail olurlar ‘diye’. Ve elbet eğer zail olurlarsa da biri yoktur onun (bu olayın) ardından, tutacak ikisini de. Şüphesiz ki O, hemen cezalandırmayan, ılımlı davranıyor olandır; fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır!*
>4:48, 5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
35:42 Ve aksemû billâhi cehde eymânihim le in câehum nezîrun le yekûnunne ehdâ min ihdel umem (umemi), fe lemmâ câehum nezîrun mâ zâdehum illâ nufûrâ (nufûran).
Ve yemin ettiler Allâh’a, olanca yeminleriyle ki, mutlaka eğer gelse onlara bir ‘kıyâmetle’ uyaran, muhakkak ki, ümmetlerden ‘herhangi’ birinden daha doğru ‘bir yola’ yönlendiriyor olurdular.* Ne var ki geldiğinde onlara ‘bir kıyâmetle’ uyaran, artırmadı onlara, nefret dışında ‘bir şeyi’.*
>6:157, 14:21, 28:49, 32:12, 34:31, 34:32, 34:33, 43:24<
4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
35:43 İstikbâren fîl ardı ve mekres seyyii, ve lâ yahîkul mekrus seyyiu illâ bi ehlih (ehlihî), fe hel yenzurûne illâ sunnetel evvelîn (evvelîne), fe len tecide li sunnetillâhi tebdîlâ (tebdîlen), ve len tecide li sunnetillâhi tahvîlâ (tahvîlen).
Kibirlenerek yeryüzünde ve kötülük düzeni kurmaktır ‘niyetleri’. Ve kuşatmaz kötülük düzeni kurmak, ahalisi dışında kimseyi. ‘Hakikati örtmeye şartlanmışlar, neye’ bakınırlar, illâki gelmesini mi evvelkilere ‘uygulanan’ usul?!** Ne var ki, asla bulamazsın usulünde Allâh’ın, değişiklik. Ve asla bulamazsın usulünde Allâh’ın, değişme.*
>2:210, 5:109, 6:57, 6:58, 10:11, 10:50, 10:51, 13:6, 14:42, 15:8, 16:1, 16:33, 16:61, 17:11, 18:58, 18:59, 25:25, 25:26, 35:45, 39:69, 47:18<
(Mesele kapanır, peygambere ihtiyaç kalmaz, işleri Allâh’a kalır)
>3:137, 8:38, 15:13, 17:77, 18:55, 33:38, 33:62, 35:43, 40:85, 48:23<
35:44 E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkıbetullezîne min kablihim ve kânû eşedde minhum kuvveh (kuvveten), ve mâ kânallâhu lî yu’cizehu min şey’in fîs semâvâti ve lâ fîl ard (ardı), innehu kâne alîmen kadîrâ (kadîren).
Ve dolaşmazlar mı yeryüzünde ki, haydi baksınlar, nasıl oldu âkıbeti, onlardan önceki kimselerden de ‘bazılarının’? Ve daha şiddetliydiler onlardan, kuvvetçe. Ve olmadı Allâh’ın, ‘hükmünü’ âciz bırakacak ‘hiçbir’ şey, göklerde ve ne de yerde. Şüphesiz ki O, en iyi biliyor olandır; irade ettiğini, icraya kudretlidir!
35:45 Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ (musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ (basîren).
Ve eğer sorumlu tutsaydı Allâh, insanları, kazandıkları sebebiyle, bırakmazdı onun sırtında ‘yeryüzünde, hiç’ bir mahlûkatlardan. Ve lâkin erteler onları, adlandırılmış bir vadeye ‘dek’.* Artık geldiği zaman vadeleri, artık ‘bilirler ki’; şüphesiz ki Allâh, her hâliyle görüyor olandır; kullarını!
>3:145, 6:2, 7:34, 11:104, 14:48, 30:8, 78:17<