„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.
„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*
>7:200, 15:34, 16:98<
Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
29:1 Elif lâm mîm.
Elif, Lâm, Mîm…*
Kur’ân’ın şifresi, anahtarı Hurûf-ı Mukattaa: – https://ikra.vision
29:2 E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn (yuftenûne).
Yoksa hesapladılar ‘sandılar’ mı insanlar ki, bırakılırlar demeleriyle ki: „ ‘Samimi’ inandık! “. Ve onlar, sınanmadan!?*
>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<
29:3 Ve lekad fetennellezîne min kablihim fe le ya’lemennellâhullezîne sadakû ve le ya’lemenel kâzibîn (kâzibîne).
Ve andolsun ki, sınadık onlardan önceki kimseleri de. Böylelikle elbette bilir olduğunu Allâh, samimi kimselerin ve elbette bilmektedir yalancıları da.
29:4 Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn (yahkumûne).
Yoksa hesapladılar ‘sandılar’ mı o kimseler ki, kötülüklere gayret ederler; önümüze geçerler? Ne kötü, hükmettikleri şey!
29:5 Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât (leâtin), ve huves semîul alîm (alîmu).
Allâh’a kavuşmayı umuyor olan kimse, artık ‘bilsin ki’, muhakkak ki, Allâh’ın vadesi, elbette gelmektedir! Ve O’dur, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!
29:6 Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsih (nefsihî), innallâhe le ganiyyun anil âlemîn (âlemîne).
Ve kim cihâd (kararlılıkla İslâm’ı yaşama mücâdelesi) ederse, artık sadece kendi benliği için mücâdele eder. Şüphesiz ki Allâh, elbette hiçbir şeye muhtaç olmayan, müstağnidir var olan her şeyden!
29:7 Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nukeffiranne anhum seyyiâtihim ve le necziyennehum ahsenellezî kânû ya’melûn (ya’melûne).
Ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki, kefaret ederiz ‘örteriz’ onlardan kötülüklerini. Ve mutlaka ödüllendiririz onları, daha iyiyle, ki onunla, gayret ediyor olduklarından.
29:8 Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi husnâ (husnen), ve in câhedâke li tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ, ileyye merciukum fe unebbiukum bimâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).
Ve vasiyet ettik insana ki, ebeveynine güzellikle ‘davranmayı’!* Ve eğer mücâdele ederlerse seninle, ortak yakıştırman için ki, hakkında bilgin olmayan bir şeyde; artık itaat etme ikisine de! Bana’dır rücu’nuz! Artık bildiririm sizlere, gayret ediyor olduğunuz şeyleri!*
>4:36, 6:151, 16:90, 17:23, 28:77, 55:60, 71:28<
>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<
29:9 Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nudhılennehum fîs sâlihîn (sâlihîne).
Ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki, elbette dâhil ederiz onları mutlaka erdemliler içine.
29:10 Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi fe izâ ûziye fîllâhi ceale fitneten nâsi ke azâbillâh (azâbillâhî), ve le in câe nasrun min rabbike le yekûlunne innâ kunnâ meakum, e ve leysallâhu bi a’leme bi mâ fî sudûril âlemîn (âlemîne).
Ve insanlardan kimileri derler ki: „ ‘Samimi’ inandık Allâh’a! “. Ne var ki, eza edildiğinde Allâh ‘davası’ için ‘çabalarken’, kılar insanların fitnesini ‘verdiği zararı’, sanki Allâh’ın azabı. Ve mutlaka eğer gelirse bir yardım Rabbinden, elbette derler ki: „ Muhakkak ki biz, beraberdik sizinle! “. Değil mi ki, Allâh en iyi bilendir göğüslerdeki ‘gönüllerdeki’ şeyi, var olan her şeyde?!
29:11 Ve le ya’lemennallâhullezîne âmenû ve le ya’lemennel munâfikîn (munâfikîne).
Ve elbette bilir Allâh, ‘samimi’ inanan kimseleri ve elbette bilmektedir ikiyüzlülük yapanları da.
29:12 Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûttebiû sebîlenâ velnahmil hatâyâkum, ve mâ hum bi hâmilîne min hatâyâhum min şey’ (şey’in), innehum le kâzibûn (kâzibûne).
Ve dedi o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; o kimselere ki: „ Uyun yolumuza ve biz yüklenelim hatalarınızı! “. Ve onlar, değildir yüklenenler ‘diğerlerinin’ hatalarından, hiçbir şeyden.* Muhakkak ki onlar, elbette yalancılardır!*
>6:164, 17:15, 29:12, 31:33, 35:18, 39:7, 53:38<
>18:49, 22:76, 23:105, 29:3, 29:68, 41:20, 43:80, 50:16, 50:17, 50:18, 69:49<
29:13 Ve le yahmilunne eskâlehum ve eskâlen mea eskâlihim ve le yus’elunne yevmel kıyâmeti ammâ kânû yefterûn (yefterûne).
Ve elbette yüklendirilirler ‘kendi’ ağırlıklarını ‘günahlarını’ ve ağırlıklarıyla beraber (yanlış bilgilendirdiği için sapan ve neticelerine katlanan herkesin) ağırlıklarını da. Ve mutlaka sorgulanırlar kıyâmet günü, uydurmuş oldukları şeylerden (ilâhlar edinmekten)!*
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
29:14 Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmâ (âmen), fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn (zâlimûne).
Ve andolsun ki, gönderdik Nûh’u halkına. Böylelikle kaldı aralarında bin sene* ki, elli verimli ‘geçen bir süre’* dışında. Derken aldı ‘yakaladı’ onları bir tufan. Ve onlar, zalimlerdir.
Hz. Nûh a.s.’ın, halkıyla 1050 (85) yıl yaşadığı bilgisi: – https://ikra.vision
>9:37, 12:49, 29:14, 31:14< (Arapça da âmin kelimesinin kullanıldığı âyetler.)
29:15 Fe enceynâhu ve ashâbes sefîneti ve cealnâ hââyeten lil âlemîn (âlemîne).
Bunun üzerine kurtardık onu ve tekne sahabesini .*Ve kıldık onu âyet ‘alâmet’, cümle âlemlere.
>10:103, 21:88, 30:47, 40:51<
29:16 Ve ibrâhîme iz kâle li kavmihî’budûllâhe vettekûh (vettekûhu), zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve İbrâhîm, demişti ki, halkına: „ ‘Yalnızca’ Allâh’a ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ve korunun, O’na ‘karşı gelmekten’! İşte bu en hayırlısıdır sizlere ki, bir bilmiş olsanız!
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
29:17 İnnemâ ta’budûne min dûnillâhi evsânen ve tahlukûne ifkâ (ifken), innellezîne ta’budûne min dûnillâhi lâ yemlikûne lekum rızkân, febtegû indallâhir rızka va’budûhu veşkurû leh (lehu), ileyhi turceûn (turceûne).
Ancak ki, Allâh’tan ziyade ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk ettikleriniz, putlardır*! Ve ‘kendiniz’ yaratırsınız uydurup! Muhakkak onlar, Allâh’tan ziyade ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk ettikleriniz, ehil değillerdir sizler için rızka. Artık rağbet edin rızka, Allâh’ın katından! Öyleyse ‘yalnızca’ O’na, ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ve şükredin Zât’ına, ki Zât’ı ‘huzuruna’ rücu edilirsiniz! “.
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
29:18 Ve in tukezzibû fe kad kezzebe umemun min kablikum, ve mâ aler resûli illel belâgul mubîn (mubînu).
Ve eğer yalanlarsanız ki, o zaman yalanlamışlardı ümmetler, sizlerden önce de. Ve yoktur elçinin üzerinde ‘sorumluluk, İlâhî esasları’ apaçık tebliğ etmekten başka.
29:19 E ve lem yerev keyfe yubdiullâhul halka, summe yuîduh (yuîduhu), inne zâlike alallâhi yesîr (yesîrun).
Ve görmüyorlar mı ki, nasıl Allâh, başlatandır, örneksiz, yoktan, var etmeye, oluşumunu yapılandırarak yaratmayı, sonra ‘çıkarıp’ geri döndürür ‘tekrar eder’ onu! Muhakkak ki işte bu, Allâh’a kolaydır!
29:20 Kul sîrû fîl ardı fânzurû keyfe bedeel halka, summallâhu yunşîun neş’etel âhıreh (âhırete), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ ‘İsterseniz’ dolaşın yeryüzünde, böylelikle bakın, nasıl başladığına, oluşumu yapılandırılarak yaratılışın!* Sonra Allâh, ‘insanı’ inşa eder meydana getirerek, âhirette! “.* Şüphesiz ki Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
Kur’ân’da, evrim teorisi: – https://ikra.vision
>29:20, 53:47<
29:21 Yuazzibu men yeşâu ve yerhamu men yeşâ’ (yeşâu), ve ileyhi tuklebûn (tuklebûne).
‘Allâhû Teâlâ’ azap eder dilediği ‘müstahik’ kişiye* ve bahşedip, bağışlayıp, merhametle esirger, dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi de!* Ve Zât’ı ‘huzuruna, döner’ çevrilirsiniz!*
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
29:22 Ve mâ entum bi mu’cizîne fîl ardı ve lâ fîs semâi ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).
Ve değilsiniz, ‘hükmün yerine getirilmesinde Allâhû Teâlâ’yı’ âciz bırakanlar, yerde ve ne de gökte. Ve yoktur sizlere, Allâh’tan ziyade himayeci ve ne de yardımcı!
29:23 Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm (elîmun).
Ve o kimseler ki, inkâr ettiler Allâh’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı.* İşte onlar, umudu kestiler bahşetmem, bağışlamam, merhametle esirgememden.* Ve işte onlar ki, onlaradır, elem azap.*
>18:105, 29:23, 32:23<
>12:87, 15:56, 17:83, 29:23, 30:36, 39:53, 41:49<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
29:24 Fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlûktulûhu ev harrýkûhu fe encâhullâhu minen nâr (nâri), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn (yu’minûne).
Ve olmadı ‘İbrâhîm aleyhisselâm’ın’ halkının cevabı, demelerinden başka ki: „ Öldürün onu veya yakın onu! “. Ne var ki, kurtardı Allâh onu ateşten. Muhakkak ki işte bunda, elbette âyetler ‘alâmetler vardır, samimi’ inanan bir toplum için!*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
29:25 Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn (nâsırîne).
Ve ‘İbrâhîm aleyhisselâm’ dedi ki: „ Sadece edindiniz ki, Allâh’tan ziyade; putları ‘ilâhlar’,* aranızda sevecenlik ‘muhabbet uğruna’ dünya hayatında! Sonra kıyâmet günü birbirinizi inkâr eder ve lânet edersiniz! “. * Ve varış yeriniz ateştir!* Ve yoktur sizlere yardımcılardan!
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
>29:25, 30:13, 46:6<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
29:26 Fe âmene lehu lût (lûtun) ve kâle innî muhâcirun ilâ rabbî, innehu huvel azîzul hakîm (hakîmu).
Derken inandı ona, Lût. Ve dedi ki: „ Muhakkak ki ben, hicret ‘göç’ edenim Rabbime! “. Şüphesiz ki O… O’dur ki, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!
29:27 Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn (sâlihîne).
Ve hibe ettik ona ‘İbrâhîm aleyhisselâm’a,’ İshâk ve Yâkub’u (İbrâhîm aleyhisselâm’ın torunu). Ve belirledik onun soyunda, bildiriciliği (peygamberliği) ve kitap ‘hakikat bilgisine’. Ve verdik ona ecrini dünyada; ve muhakkak ki o, âhirette de elbette erdemlilerdendir.
>2:124, 6:84, 28:5, 32:24<
29:28 Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn (âlemîne).
Ve Lût, demişti ki, halkına: „ Doğrusu sizler, elbette varırsınız müstehcenliğe! Ki, onu sizlerden ‘önceki’ geçmiş cümle âlemlerden, ‘hiç’ birinde olmadığı ‘kadar’!
29:29 E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumulmunker (munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn (sâdikîne).
Doğrusu sizler, elbette varırsınız erkeklere mi? Ve ‘bunun için’ kesersiniz yol ve varırsınız ‘kaçırılanlara’ fenalıkla, kulübünüzde! “. Ne var ki, olmadı halkının cevabı, demelerinden başka ki: „ Getir bizlere, Allâh’ın azabını, eğer samimilerdensen! “.*
>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<
29:30 Kâle rabbinsurnî alel kavmil mufsidîn (mufsidîne).
‘Lût aleyhisselâm’ dedi ki: „ Rabbim… Yardım et bana! Ki, bozguncu halka karşı! “.
29:31 Ve lemmâ câet rusulunâ ibrâhîme bil buşrâ, kâlû innâ muhlikû ehli hâzihil karyeh (karyeti), inne ehlehâ kânû zâlimîn (zâlimîne).
‘Melek’ elçilerimiz geldiler İbrâhîm’e müjdeyle, dediler ki: „ Muhakkak ki biz, yok edicisiyiz ahalisini, buradaki memleketin! “. Muhakkak ki, onun ahalisi zalimler olmalarındandır.
29:32 Kâle inne fîhâ lûtâ (lûten), kâlû nahnu a’lemu bi men fîhâ le nunecciyennehu ve ehlehû illemreetehu kânet minel gâbirîn (gâbirîne).
‘İbrâhîm aleyhisselâm’ dedi ki: „ Mutlaka ki, oradadır Lût! “. Dediler ki: „ İyi biliyoruz oradaki kimseyi ki, elbette kurtarırız onu ve ‘ev’ ahalisini! “.** Ki, karısı hariç; ‘o, toza’ bürünenlerden oldu.*
>10:103, 21:88, 30:47, 40:51<
>7:83, 11:81, 26:171, 51:35, 51:36<
>80:40<
29:33 Ve lemmâ en câet rusulunâ lûtan sîe bihim ve dâka bihim zer’ân, ve kâlû lâ tehaf ve lâ tahzen, innâ muneccûke ve ehleke illemreeteke kânet minel gâbirîn (gâbirîne).
Ve geldiğinde elçilerimiz (İnsan görünümündeki Melekler) Lût’a, onlar hasebiyle fenalaştı ve onlar hasebiyle içi daraldı, telaşlandı. Ve dediler ki: „ Korkma! Ve hüzünlenme! Muhakkak ki, kurtarıcılarız seni ve ‘ev’ ahalini! “.** Ki, karısı hariç; ‘o, toza’ bürünenlerden oldu.*
>10:103, 21:88, 30:47, 40:51<
>7:83, 11:81, 26:171, 51:35, 51:36<
>80:40<
29:34 İnnâ munzilûne alâ ehli hâzihil karyeti riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn (yefsukûne).
Muhakkak ki biz, indirenleriz ahalisi üzerine buradaki memleketin gökten murdarlık ki,* fesat olmaları sebebiyle.
>7:84, 11:82, 15:74, 26:173, 27:58, 37:136<
29:35 Ve lekad tereknâ minhâ âyeten beyyineten li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).
Ve andolsun ki, bıraktık ondan (şehirden), ayan beyan âyetler ‘alâmetler’, akıl yürüten bir toplum için!*
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
29:36 Ve ilâ medyene ehâhum şuayben fe kâle yâ kavmi’budûllâhe vercûl yevmel âhıre ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn (mufsidîne).
Ve Medyen’e (Şuayb aleyhisselâm’ın halkı) ‘gönderdik’, kardeşleri Şuayb’ı. Bunun üzerine dedi ki: „ Ey halkım! ‘Yalnızca’ Allâh’a ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ve karışıklık çıkarmayın yeryüzünde, bozguncular ‘olup’! “.
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
29:37 Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn (câsimîne).
Ne var ki yalanladılar onu. Bunun üzerine aldı onları şiddetli, gürültülü bir sarsıntı. Öyle ki, sabahlayıp diyarlarında yığılıp kaldılar.*
Hz. Şuayb a.s.’ın Medyen, Eyke, Ress halkının inkârı, yok edilmeleri: – https://ikra.vision
29:38 Ve âden ve semûde ve kad tebeyyene lekum min mesâkinihim, ve zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum fe saddehum anis sebîli ve kânû mustebsırîn (mustebsırîne).
Ve Âd (Hûd aleyhisselâm’ın halkı) ve Semûd (Sâlih aleyhisselâm’ın halkı) ve belli olmuştur sizlere, onların ‘başlarına gelenler’ meskenlerinde. Ve süsledi ‘cazip gösterdi’ şeytan onlara, gayretlerini.* Bu yüzden alıkoydu onları ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu’ yoldan. Ve oldular, ‘İlâhî esasları’ görebilenler.*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
>11:20, 17:48, 18:101, 41:15, 41:28, 68:43, 89:23, 89:24<
29:39 Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn (sâbikîne).
Ve Kârûn ve Firavun ve Hâmân da.* Ve andolsun ki, geldi onlara Mûsâ, ayan beyan ‘delillerle’. Buna rağmen kibirlendiler yeryüzünde. Ve olmadılar öne geçip ‘kurtulanlar’.*
Firavun, Haman ve Karun’un inkârı ve yok edilmeleri: – https://ikra.vision
>11:20, 17:48, 18:101, 41:15, 41:28, 68:43, 89:23, 89:24<
29:40 Fe kullen ehaznâ bi zenbih (zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ (hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah (sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil ard (arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn (yazlimûne).
Derken her birini aldık ‘yakaladık’ suçları ‘sebebiyle’.* Artık onlardan kimilerine gönderdik üzerlerine hortum.* Ve onlardan kimilerini aldı ‘yakaladı’ bir çığlık. Ve onlardan kimilerini, batırdık onunla yere (depremle).* Ve onlardan kimilerini ‘suda’ boğduk. Ve olmadı Allâh’ın onlara zulmetmesi; ve lâkin ‘günaha sebebiyet vererek’, benliklerine zulmediyorlardı.
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
>41:15, 41:16, 51:41, 54:18, 54:19, 54:34<
>28:81<
29:41 Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût (ankebûti), ittehazet beytâ (beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût (ankebûti), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).
Emsali, Allâh’tan ziyade himayeciler (kutsallaştırılan her türlü zât, put) edinen kimselerin,* ‘şu’ misal gibidir: Dişi örümceğin edindiği ev ki, ve muhakkak ki, evlerin ‘en’ dayanıksızı, dişi örümceğindir. Keşke biliyor olsalardı!
>3:118, 4:89, 4:144, 5:51, 5:57, 9:16, 9:23, 58:22, 60:1, 60:8, 60:9<
29:42 İnnallâhe ya’lemu mâ yed’ûne min dûnihî min şey’ (şey’in), ve huvel azîzul hakîm (hakîmu).
Şüphesiz ki, Allâh, bilir davet ‘dua’ ettikleri şeyleri (kutsallaştırılan her türlü zât, put) ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade;* Ve O’dur, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden!
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
29:43 Ve tilkel emsâlu nadribuhâ lin nâs (nâsi) ve mâ ya’kıluhâ illel âlimûn (âlimûne).
Ve bunlar ‘gibi’ emsallerle vurguluyoruz onu, insanlara. Ve akıl yürütemez onu, ‘anlayıp, kavraya’ bilenlerden başkası!*
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
29:44 Halakallâhus semâvâti vel arda bil hakk (hakkı), inne fî zâlike le âyeten lil mu’minîn (mu’minîne).
Allâh, oluşumunu yapılandırarak yarattı, gökleri ve yeri hak ile ‘gayeyle’!* Muhakkak ki işte bunda, elbette âyetler ‘alâmetler vardır, samimi’ inananlar için!
>3:191, 30:8, 38:27, 44:38, 44:39, 45:22, 51:56, 75:36<
29:45 Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât (salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker (munkeri), ve le zikrullâhi ekber (ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn (tasneûne).
‘Yâ Muhammed!’, Kıraat et, sana vahyedilen şeyi ‘hakikat bilgisini’ kitaptan! Ve uygula takdisi (Allâhû Teâlâ’yı kutsamak, hürmet ve hamd etmek için namaz)!* Muhakkak ki takdis, men eder müstehcenlikten ve fenalıktan!* Ve elbette ‘hakikat bilgisini’ hatırlatanı Allâh’ın (İlâhî esaslar), daha büyüktür!* Ve Allâh bilir, işlediğiniz şeyleri!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
>16:90, 24:21, 29:45<
>9:72, 29:45, 40:10<
>21:48, 21:50, 25:29, 25:30, 29:45, 43:44, 58:19<
29:46 Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsenu illellezîne zalemû minhum ve kûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıdun ve nahnu lehu muslimûn (muslimûne).
Ve cebelleşmeyin, ‘diğer’ kitapların erbaplarıyla (Yahudiler ve Hristiyanlar); onunla ki o, iyi ‘niyetle’ olmaksızın.* İllaki onlardan zalim kimseler ‘olacaktır’. Ve deyin ki: „ ‘Samimi’ inandık ki, o bizlere indirilene (Kur’ân-ı Kerîm) ve sizlere indirilene (diğer mukaddes kitaplara)! Ve İlâhımız ve İlâhınız tekdir! Ve bizler, Zât’ına Müslümanlarız (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen)! “.
>2:148, 22:67, 29:46, 42:15<
29:47 Ve kezâlike enzelnâ ileykel kitâb (kitâbe), fellezîne âteynâ humul kitâbe yu’minûne bih (bihî), ve min hâulâi men yu’minu bih (bihî), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illel kâfirûn (kâfirûne).
Böylelikle Biz indirdik sana, kitabı (Kur’ân-ı Kerîm)* ki, nihayet o kimseler ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verdiklerimiz onlara ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan bazıları’, inanırlar ona (Kur’ân-ı Kerîm’e).* Ve bunlar da, ‘samimi’ inanan kişilerdir.* Ve mücâdele etmezler âyetlerimize, inkâr edenler dışında ‘kimse’.*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
>2:121, 6:114, 10:40, 13:36, 28:52, 29:47<
>27:81, 28:52, 28:53, 30:53<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
29:48 Ve mâ kunte tetlû min kablihî min kitâbin ve lâ tehuttuhu bi yemînike izen lertâbel mubtılûn (mubtılûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve ondan önce kıraat ediyor değildin ‘kutsal bir’ kitaptan!* Ve onu sağ ‘kendi’, elinle de yazmıyorsun (yazı yanan biri değilsin)! Ki o zaman, ‘hakikat bilgisini’ asılsızlaştıranlar, elbette vehim ederlerdi.
>7:157, 10:16, 25:5, 29:48<
29:49 Bel huve âyâtun beyyinâtun fî sudûrillezîne ûtûl ilm (ilme), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illez zâlimûn (zâlimûne).
Ki o âyetler, ayan beyan ‘delillerdir’, göğüslerde ‘gönüllerinde, ilhamla’ ilim verilen kimselerin. Ve mücâdele etmezler âyetlerimize, zalimler dışında ‘kimse’.*
>3:7, 4:162, 17:107, 29:49, 34:6<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
29:50 Ve kâlû lev lâ unzile aleyhi âyâtun min rabbih (rabbihî), kul innemel âyâtu indallâh (indallâhi), ve innemâ ene nezîrun mubîn (mubînun).
Ve dediler ki ‘hakikati örtmeye şartlanmışlar’: „ İndirilseydi ya ona ‘Muhammed aleyhisselâm’a’, bir âyet ‘alâmet’ Rabbinden! “.* ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Âyetler ‘alâmetler’ ancak Allâh’ın katındadır! Ben, sadece sizleri apaçık ‘kıyâmetle’ uyaranım! “.*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
>2:151, 3:164, 3:184, 4:41, 4:166, 6:42, 14:44, 16:44, 16:89, 17:77, 28:47<
29:51 E ve lem yekfihim ennâ enzelnâ aleykel kitâbe yutlâ aleyhim, inne fî zâlike le rahmeten ve zikrâ li kavmin yu’minûn (yu’minûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve kâfi değil mi ki, nasıl indirdik kitabı (Kur’ân-ı Kerîm) sana ki, kıraat edilir onlara! Muhakkak ki işte bunda, elbette bahşedilme, bağışlanma, esirgenme ‘vardır’ ve hatırlatma ‘vesilesidir’, inançlı bir toplum için!*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
29:52 Kul kefâ billâhi beynî ve beynekum şehîdâ (şehîden), ya’lemu mâ fîs semâvâti vel ard (ardı), vellezîne âmenû bil bâtılı ve keferû billâhi ulâike humul hâsirûn (hâsirûne).
‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Kâfidir; Allâh, benim ve sizlerin arasında şahittir! “. Bilir, ne varsa göklerde ve yerde!* Ve o kimseler ki, inananlardır asılsız ‘sebeplere’ ve inkâr ettiler Allâh’ı. İşte onlar… Onlar, hüsrandalardır!*
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
29:53 Ve yesta’cilûneke bil azâb (azâbi), ve lev lâ ecelun musemmen le câehumul azâb (azâbu), ve le ye’tiyennehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn (yeş’urûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve acele istiyorlar senden, ‘vadedilen’ azabı!* Ve olmasaydı bir vade ki, adlandırılmıştır* (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)* mutlaka gelirdi onlara azap. Ve elbet geldiğinde onlara ‘kıyâmet’, ansızın ve onlar, ‘bunun’ farkına ‘bile’ varmazlar.
>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<
>3:145, 6:2, 7:34, 11:104, 15:4, 15:5, 30:8<
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
29:54 Yesta’cilûneke bil azâb (azâbi), ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn (kâfirîne).
‘Yâ Muhammed!’, Acele istiyorlar senden, ‘vadedilen’ azabı!* Ve muhakkak ki cehennem, elbette kuşatıcıdır inkârcıları.
>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<
29:55 Yevme yagşâhumul azâbu min fevkıhim ve min tahti erculihim ve yekûlu zûkû mâ kuntum ta’melûn (ta’melûne).
‘Kıyâmet’ günü bürür onları azap, hem üstlerinden hem de ayaklarının altından.* Ve denilir ki: „ Tadın gayret ediyor olduğunuz şeylerden! “.*
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
29:56 Yâ ıbâdıyellezîne âmenû inne ardî vâsiatun fe iyyâye fa’budûn (a’budûni).
Ey kullarımdan inançlı kimseler! Muhakkak ki, Benim yeryüzü, ‘imkânlarım’ geniştir! Öyleyse yalnızca Bana ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!*
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
29:57 Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn (turceûne).
Her can, ölümü tadıcıdır! Sonra Bize rücu edilirsiniz!
29:58 Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti le nubevviennehum minel cenneti gurafan tecrîmin tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, ni’me ecrul âmilîn (âmilîne).
Ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; elbette yerleştiririz onları, has bahçede ‘cennetin yüce’ köşklerine ki, akar onun altından nehirler; ki kalıcılardır orada. Ve ne güzeldir ecri, ‘yararlı işlere’ gayret edenlerin!*
>2:195, 7:128, 8:40, 11:49, 13:22, 13:23, 13:24, 13:35, 18:44, 25:15, 28:77, 28:83<
29:59 Ellezîne saberû ve alâ rabbihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).
Ki o kimseler, sabrettiler ve ‘onlar’ Rablerine itimat edenlerdir.
29:60 Ve keeyyin min dâbbetin lâ tahmilu rızkahâ allâhu yerzukuhâ ve iyyâkum ve huves semîul alîm (alîmu).
Ve nice mahlûkatlar da ‘olduğu’ gibi yüklenmez rızkının ‘endişesi’. Ve yalnızca Allâh, rızıklandırır onları da sizleri de. Ve O’dur, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!
29:61 Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehhareş şemse vel kamere le yekûlunnallâh (yekûlunnallâhu), fe ennâ yu’fekûn (yu’fekûne).
Ve elbet eğer sorsan onlara ki: „ Kim oluşumu yapılandırılarak yarattı, gökleri ve yeri; ve riayet ettirdi (hesaplanıp ölçülebilir, kullanılabilir kıldı) güneşi ve ay’ı?! “.* Elbette derler ki: „ Allâh!.. “. Buna rağmen nasıl ‘Allâhû Teâlâ’dan’ çevriliyorsunuz?
>6:96, 55:5<
29:62 Allâhu yebsutur rızka li men yeşâu min ibâdihî ve yakdiru leh (lehu), innallâhe bi kulli şey’in alîm (alîmun).
Allâh, ‘adaleti gereği’ rızkı genişletir, kullarından dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye* ve ‘dilediğine de’, onun için değersizleştirir! Şüphesiz ki Allâh, her şeyi en iyi bilendir!
>6:17, 10:107, 33:17, 39:38<
29:63 Ve le in seeltehum men nezzele mines semâi mâen fe ahyâ bihil arda min ba’di mevtihâ le yekûlunnallâh (yekûlunnallâhu), kulil hamdu lillâh (lillâhi), bel ekseruhum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).
Ve elbet eğer sorsan onlara ki: „ Kim indirdi gökten su; ki, böylelikle yaşattı onunla yeryüzünü, ölümünün ardından?! “. Elbette derler ki: „ Allâh!.. “. De ki: „ ‘Esas’ yüceltilme, övgü, ‘sırf’ Allâh’adır! “. Yok onların birçoğu, akıl yürütmezler.
29:64 Ve mâ hâzihil hayâtud dunyâ illâ lehvun ve laib (laibun), ve inned dârel âhırete le hiyel hayevân (hayevânu), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve değildir buradaki dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka. Ve muhakkak ki, âhiret diyarı,* elbette o, ‘asıl’ hayattır. Keşke biliyor olsalardı!
>28:77, 29:64, 33:29<
29:65 Fe izâ rakibû fîl fulki deavûllâhe muhlisîne lehud dîn (dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri izâ hum yuşrikûn (yuşrikûne).
Artık bindikleri zaman gemiye, Allâh’a davet ‘dua’ ettiler samimi, dîni ‘algılarını has kılarak’ Zât’ına.* Ne var ki, kurtarınca onları, karaya ‘çıkarıp’, o zaman ortak yakıştırırlar.
>6:63, 6:64, 10:12, 10:22, 10:23, 16:54, 30:33, 31:32, 41:49, 41:50, 41:51<
29:66 Li yekfurû bimâ âteynâhum ve li yetemettaû, fe sevfe ya’lemûn (ya’lemûne).
Nankörlük etsinler, onlara verdiğimiz şeylere. Ve menfaatlensinler!* Artık kesinlikle bilecekler!*
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
29:67 E ve lem yerev ennâ cealnâ haramen âminen ve yutehattafun nâsu min havlihim, e fe bil bâtılı yu’minûne ve bi ni’metillâhi yekfurûn (yekfurûne).
Görmüyorlar mı ki, nasıl kıldık hürmetli, yasakların uygulandığı mukaddes (Mekke’yi) emniyetli!* Ve kaçırtılmalarından çevrelerindeki insanlarca. Buna rağmen mi asılsıza inananlardır ve Allâh’ın lütfunu ‘hakikat bilgisini’, inkâr ediyorlar?!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
29:68 Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe bil hakkı lemmâ câeh (câehu), e leyse fî cehenneme mesven lil kâfirîn (kâfirîne).
Ve kimdir daha zalim o kimseden ki, uydurur Allâh ‘adına’ yalanı?!* Veya yalanladı hakkı ‘İlâhî esasları’, geldiğinde ona. Değil midir ki, cehennemde kalınacak yer, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar içindir?!
>2:168, 2:169, 7:33, 16:116<
29:69 Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum subulenâ ve innallâhe le meal muhsinîn (muhsinîne).
Ve o kimseler ki, cihâd (kararlılıkla İslâm’ı yaşama mücâdelesi) ettiler* içimizde ‘uğrumuzda’! Ki elbette, yönlendiririz onları, ‘razı olunan’ yollarımıza. Şüphesiz ki Allâh, elbette ‘kendisini’ koruyan, iyilerle beraberdir!
>3:142, 4:95, 9:20, 22:78, 29:69, 47:31<