18. KEHF:

 

„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.

 

„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*

 

>7:200, 15:34, 16:98<

 

Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.

 

 

18:1    El hamdulillâhillezî enzele alâ abdihil kitâbe ve lem yec´al lehu ıvecâ (ıvecen).

 

‘Esas’ yüceltilme, övgü, ‘sırf’ Allâh’adır! Ki Zât’ı, indirdi kuluna kitabı (Kur’ân-ı Kerîm)! Ve kılmadı onda bir eğrilik.*

 

>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<

 

18:2    Kayyimen li yunzire be´sen şedîden min ledunhu ve yubeşşirel mu´minînellezîne ya´melûnes sâlihâti enne lehum ecren hasenâ (hasenen).

 

Ki, kaynak ve dayanaktır, uyarması için katından, şiddetli baskıcı ‘kıyâmetle’. Ve müjdeler ‘samimi’ inanan kimseleri ki, gayretleri erdemlidir; ki, olduğunu onlara, iyi bir ecir!

 

18:3    Mâkisîne fîhi ebedâ (ebeden).

 

‘Onlar’ kalıcılardır orada ebedîyen.

 

18:4    Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ (veleden).

 

Ve uyarır o kimseleri ‘hakikati örtenleri’ ki, derler ki: „ Edindi Allâh, evlât! “.*

 

>2:116, 10:68, 18:4, 19:88, 19:89, 19:90, 19:91, 19:92<

 

18:5    Mâ lehum bihî min ilmin ve lâ li âbâihim, keburet kelimeten tahrucu min efvâhihim, in yekûlûne illâ kezibâ (keziben).

 

Yoktur onların, hakkında bir bilgileri ve ne de atalarının.* Ne büyük kelâm çıkıyor ağızlarından. Söyledikleri ise yalandan başka ‘bir şey’ değildir.

 

>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<

 

18:6    Fe lealleke bâhiun nefseke alâ âsârihim in lem yu´minû bi hâzel hadîsi esefâ (esefen).

 

‘Yâ Muhammed!’, Artık belki de harap edersin kendini, izleri üzerinden ‘peşlerinden’ ki, bu hadiseye ‘hakikat bilgisine’ inanmazlarsa, esefle!*

 

>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<

 

18:7    İnnâ cealnâ mâ alel ardı zîneten lehâ li nebluvehum eyyuhum ahsenu amelâ (amelen).

 

Muhakkak ki var ettik ki, yeryüzündeki şeyleri ona, süs ‘ihtişam’; denememiz için ‘insanları’ ki, onların hangisi en iyi gayret eder.*

 

>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<

 

18:8    Ve innâ le câilûne mâ aleyhâ saîden curuzâ (curuzen).

 

Ve mutlaka ki Biz, elbette kılarız ‘zamanı gelince, yeryüzü’ üzerindeki şeyleri kuru toprak.**

 

>18:7, 18:8, 23:18<

 

Suların kaybolacağı bilgisi – ÎKRA.vision

 

18:9    Em hasibte enne ashâbel kehfi ver rakîmi kânû min âyâtinâ acabâ (acaben).

 

Yoksa hesapladın ‘sandın’ mı olduğunu ki, ‘sadece’ yer kovuğu sahabeleri ve ‘isimleri’ yazılı taş levha, alelâcayip âyetlerimizdendir ‘alâmetlerimizden’!?

 

18:10  İz evel fityetu ilel kehfi fe kâlû rabbenâ âtinâ min ledunke rahmeten ve heyyi´ lenâ min emrinâ reşedâ (reşeden).

 

Ki, sığındıkları zaman gençler yer kovuğuna, bunun üzerine, dediler ki: „ Rabbimiz… Ver bizlere, katından, bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenme! Ve basitleştir bizlere işimizde ‘kararlarımızda, kurtulmaya’ erişmeyi! “.

 

18:11  Fe darabnâ alâ âzânihim fîl kehfi sinîne adedâ (adeden).

 

Böylece ‘uyutarak, ağırlık’ vurduk kulakları üzerine, yer kovuğunda senelerce, adedi.

 

18:12  Summe beasnâhum li na´leme eyyul hızbeyni ahsâ limâ lebisû emedâ (emeden).

 

Sonra dirilttik onları ki, bilmemiz ‘belirlememiz’ için, taraftarlardan hangisi ‘doğru’ saptar kaldıkları süreyi.

 

18:13  Nahnu nakussu aleyke nebeehum bil hakk (hakkı), innehum fityetun âmenû bi rabbihim ve zidnâhum hudâ (huden).

 

‘Yâ Muhammed!’, Kıssa ediyoruz ‘bahsediyoruz’ sana, havadislerini onların ki, gerçekleriyle! Doğrusu onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Ve ziyade ettik onlara, yönlendirilmeye ‘vesileleri’.

 

18:14  Ve rabatnâ alâ kulûbihim iz kâmû fe kâlû rabbunâ rabbus semâvâti vel ardı len ned´uve min dûnihî ilâhen lekad kulnâ izen şetatâ (şetaten).

 

Ve pekiştirdik kalplerini ki, kalktıkları zaman artık, dediler ki: „ Rabbimiz, Rabbidir göklerin ve yerin!* Asla davet ‘dua’ etmeyiz ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade; ‘bir’ ilâha! Andolsun ki, ‘bunu’ dediğimiz zaman, saçmalık ‘etmiş oluruz’!

 

>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<

 

18:15  Hâulâi kavmunettehazû min dûnihî âliheh (âliheten), lev lâ ye´tûne aleyhim bi sultânin beyyin (beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ (keziben).

 

Şunlar kavmimiz, edindiler ‘kutsallaştırılan zât’tan, puttan’ ilâhlar; ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade;* gelmese de onlara ayan beyan bir delil! “.* O hâlde kimdir daha zalim o kimseden ki, uydurur Allâh ‘adına’ yalanı?!*

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<

 

>7:71, 10:68, 12:40, 18:15, 30:35, 34:44, 35:40, 37:156, 37:157, 43:21<

 

>2:168, 2:169, 7:33, 16:116<

 

18:16  Ve izi´tezeltumûhum ve mâ ya´budûne illâllâhe fe´vû ilel kehfi yenşur lekum rabbukum min rahmetihî ve yuheyyi´ lekum min emrikum mirfekâ (mirfekan).

 

Ve ‘içlerinden biri dedi ki’: „ Soyutlandığınız zaman onlardan ‘ilâhlar edinenlerden’ ve ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk ettikleri şeylerden ki, Allâh dışında ‘kim olursa’; hemen bir yer kovuğuna sığının ki, yaysın Rabbiniz sizlere, bahşetmesi, bağışlamasından! Ve basitleştirsin sizlere işinizde ‘kararlarınızda, kurtulmayı’ refakatle! “.*

 

>18:10, 18:13, 18:21<

 

18:17  Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh (minhu), zâlike min âyâtillâh (âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted (muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ (murşiden).

 

Ve görürsün ki, güneş doğduğu zaman eğrilir yer kovuğuna onların, sağ taraftan ve battığı zaman da teğet geçer onları, sol taraftan. Ve onlar, oranın kuytu yerindeydiler. İşte bu, Allâh’ın âyetlerindendir ‘alâmetlerindendir. Ki, rızasına uyan’ kimi yönlendirirse Allâh, artık o’dur, ‘razı olduğu yola’ yönlendirilmiş.* Ve ‘müstahik’ kimi şaşırtırsa, artık bulamazsın ona, himayeci ‘razı olduğu yola’ eriştiren.*

 

>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

18:18  Ve tahsebuhum eykâzan ve hum rukûd (rukûdun), ve nukallibuhum zâtel yemîni ve zâteş şimâl (şimâli), ve kelbuhum bâsitun zirâayhi bil vasîd (vasîdi), levittala´te aleyhim le velleyte minhum firâren ve le muli´te minhum ru´bâ (ru´ben).

 

Ve sanırsın ki onlar, uyanıktır ve onlar ‘derin’ uykudadırlar.** Ve onları döndürür, çeviririz sağ tarafa ve sol tarafa. Ve köpekleri de uzatmıştı patilerini ‘yer kovuğunun’ eşiğine. ‘Yâ Muhammed!’, Aşina olsaydın onlara, mutlaka dönüp onlardan firar ederdin! Ve mutlaka dolardı ‘içine’ ürkeklik onlardan.

 

>18:18, 18:19, 36:52, 39:42<

 

Komadaki insanın ruhu bekletiliyor – ÎKRA.vision

 

18:19  Ve kezâlike beasnâhum li yetesâelû beynehum, kâle kâilun minhum kem lebistum, kâlû lebisnâ yevmen ev ba´da yevm (yevmin), kâlû rabbukum a´lemu bi mâ lebistum feb´asû ehadekum bi verıkıkum hâzihî ilel medîneti fel yanzur eyyuhâ ezkâ taâmen fel ye´tikum bi rızkın minhu vel yetelattaf ve lâ yuş´ırenne bikum ehadâ (ehaden).

 

Ve böylelikle dirilttik onları ki, birbirlerine sorarlar. Dedi ki, konuşan biri onların aralarından: „ Nice kaldınız? “. ‘Kimileri’ dediler ki: „ Kaldık bir gün veya günün bir kesimi! “. ‘Kimileri de’ dediler ki: „ Rabbiniz, en iyi bilendir; ne kadar kaldığınızı!* Haydi çıksın biriniz akçenizle buradaki şehre, artık baksın hangisi daha pak yiyecek ki, hemen ondan sizlere bir rızık getirsin. Ve ihtiyatlı olsun; ve belli ettirmesin sizleri birine!

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

18:20  İnnehum in yazherû aleykum yercumûkum ev yuîdûkum fî milletihim ve len tuflihû izen ebedâ (ebeden).

 

Muhakkak ki onlar ‘şehir halkı’, eğer ortaya çıksalar aleyhinize, taşlarlar sizleri veya geri döndürürler sizleri milletlerine ‘aynı inancı paylaşanlara’! Ve asla felâha eremezsiniz o zaman, ebedîyen! “.

 

18:21  Ve kezâlike a´sernâ aleyhim li ya´lemû enne va´dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ reybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ (bunyânen), rabbuhum a´lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim mescidâ (mesciden).

 

Ve böylelikle bilgilendirdik onları ‘şehir halkını’ bilmeleri için ki, Allâh’ın vaadinin, gerçek olduğunu. Ve mutlaka o saat ‘kıyâmet gelecek’ ki, kuşku yoktur onda!* (Fakat gençlerin, yüzlerce sene sonra diriltildiklerini anlayıp, ölümden sonraki dirilişi ibret almak yerine)* Kapıştıkları zaman işlerini, ‘kendi’ aralarında: „ ‘Evliya olduklarını anlayamadık’, öyleyse üzerlerine binalar ‘anıtlar’ yapın! “ dediler. Ki, Rableri, en iyi bilendir; onları. Dediler ki, işlerinde ‘görüşlerinde’ galip olan ‘sözü geçen’ kimseler: „, Mutlaka bir mâbed edinelim üzerlerine! “.

 

>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<

 

>18:11, 18:25, 18:26<

 

18:22  Se yekûlûne selâsetun râbiuhum kelbuhum, ve yekûlûne hamsetun sâdisuhum kelbuhum recmen bil gayb (gaybi), ve yekûlûne seb´atun ve sâminuhum kelbuhum, kul rabbî a´lemu bi ıddetihim mâ ya´lemuhum illâ kalîl (kalîlun), fe lâ tumâri fîhim illâ mirâen zâhirâ (zâhiren), ve lâ testefti fîhim minhum ehâdâ (ehâden).

 

Ve ‘tahminde bulunarak bazıları’ diyecekler ki: „ ‘Sayıları’ üçtür, dördüncüleri onların köpeğidir! “. Ve diyorlar ki: „ Beştir, altıncıları onların köpeğidir! “. Gıyaben taşlayarak ‘atıp tutarak’. Ve diyorlar ki: „ Yedidir, sekizincileri onların köpeğidir! “. ‘Ey samimi inanan!’, De ki: „ Rabbim, en iyi bilendir; adedini onların! “.* Ki, birazı dışında, onlar bilmezler! Öyleyse tartışma onlar hakkında, ‘Kur’ân’da’ görünen bir münakaşayı ‘iletmek’ dışında! Ve isteme fetva ‘fikir’ onlar hakkında, onlardan birinden!

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

18:23  Ve lâ tekûlenne li şey´in innî fâılun zâlike gadâ (gaden).

 

Ve deme! Muhakkak ki, ‘her’ bir şey için: „ Mutlaka ben, yaparım işte bunu yarın! “.

 

18:24  İllâ en yeşâallâhu vezkur rabbeke izâ nesîte ve kul asâ en yehdiyeni rabbî li akrabe min hâzâ reşedâ (reşeden).

 

Ki, müstesnadır Allâh’ın dilemesi. Ve yâd et Rabbini, unuttuğun zaman!* Ve de ki: „ Ola ki, Rabbim beni yönlendirir; bundan daha yakına ‘razı olduğu yola’ eriştirir! “.

 

>2:152, 2:200, 2:239, 3:135, 4:103, 6:118, 20:14, 33:41, 62:9, 62:10<

 

18:25  Ve lebisû fî kehfihim selâse mietin sinîne vezdâdû tis´â (tis´an).

 

Ve ‘kimilerine göre’ kaldılar* yer kovuğunda üç yüz sene ve ‘kimilerine göre de’ ziyade oldu dokuz ‘daha’.

 

>18:11, 18:26<

 

18:26  Kulillâhu a´lemu bimâ lebisû, lehu gaybus semâvâti vel ard (ardı), ebsır bihî ve esmı´, mâ lehum min dûnihî min veliyyin ve lâ yuşriku fî hukmihî ehadâ (ehaden).

 

‘Ey samimi inanan!’, De ki: „ Allâh, en iyi bilendir; kaldıkları şeyi ‘süreyi’! “. Ki, O’nundur, algılanamayanı göklerin ve yerin! Görür onu ve duyar!* Yoktur onlara, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade; himayeci! Ve ortak etmez hükmüne ‘başka’ birini!

 

>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<

 

18:27  Vetlu mâ ûhıye ileyke min kitâbi rabbik (rabbike), lâ mubeddile li kelimâtihî ve len tecide min dûnihî multehadâ (multehaden).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve kıraat et, sana vahyedilen şeyi ‘hakikat bilgisini’! Ki, Rabbinin kitabındandır (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!* Değiştirebilen yoktur kelâmını ‘hakikat bilgisini’ O’nun! Ve asla bulamazsın ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade; sığınılacak ‘birini’!

 

>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<

 

18:28  Vasbır nefseke meallezîne yed´ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta´du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı´ men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ (furutan).

 

Ve candan sabret, o kimselerle beraber ki, davet ‘dua’ ederler Rablerine erkenden ve günbatımı ki, muratları, O’nun yüzüdür ‘rızasıdır’. Ve dönmesin gözlerin onlardan, dünya hayatının süsünü ‘ihtişamını’ murad edenlere! Ve itaat etme ‘o’ kimseye ki, vurdumduymaz bıraktık kalbini, hatırlatılmamızdan; ve peşine düştü isteklerinin (arzularının esiri yapan tutkular)* ve işi, abartılı davranmak oldu!

 

>7:176, 10:58, 14:43, 15:3, 17:18, 17:19, 17:20, 18:28, 20:16, 25:43, 28:50, 38:26, 45:23, 47:14, 47:25, 57:20, 79:40, 79:41<

 

18:29  Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe fel yu´min ve men şâe fel yekfur innâ a´tednâ liz zâlimîne nâren ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûh (vucûhe), bi´seş şerab (şerabu) ve sâet murtefekâ (murtefekan).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Hak ‘İlâhî esaslar’, Rabbinizdendir!* Öyleyse dileyen inansın ve dileyen de nankörlük etsin! “.* Muhakkak ki, hazırladık zalimlere bir ateş ki, kuşatmıştır onları ‘inkârcıları, çevreleyen’ şadırvanı. Ve eğer medet isterlerse, yağdırılır su gibi erimiş maden ki, yüzleri haşlar. Ne kötü içki ve kötü bir refakat!

 

>8:8, 9:32, 9:33, 10:82, 17:81, 40:14, 61:8, 61:9<

 

>2:256, 4:170, 6:104, 7:146, 10:108, 11:120, 17:107, 18:29, 39:41, 90:10<

 

18:30  İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti innâ lâ nudîu ecre men ahsene amelâ (amelen).

 

Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki, mutlaka zayi etmeyiz ecrini, iyiliğe gayret eden kimsenin.

 

18:31  Ulâike lehum cennâtu adnin tecrî min tahtihimul enharu yuhallevne fîhâ min esâvire min zehebin ve yelbesûne siyâben hudren min sundusin ve istebrekın muttekiîne fîhâ alel erâik (erâiki), ni´mes sevâb (sevâbu), ve hasunet murtefekâ (murtefekan).

 

İşte onlar ki, onlaradır Adn has bahçeleri ‘cennetleri’! Akar onların altından nehirler. ‘Cennetlikler’ süslenirler orada altından bileziklerle. Ve giyerler yeşil kıyafetler, ince halis ipekten ve altın-gümüş işlemeli brokar. Kurulmuşlardır uzanarak, orada tahtlar üzerinde. Ne güzel bir sevap ‘kazanç’ ve ne iyi ‘bir’ refakat!*

 

>2:195, 7:128, 8:40, 11:49, 13:22, 13:23, 13:24, 13:35, 18:44, 25:15, 28:77, 28:83<

 

18:32  Vadrıb lehum meselen raculeyni cealnâ li ehadihimâ cenneteyni min a´nâbin ve hafefnâhumâ bi nahlin ve cealnâ beynehumâ zer´â (zer´an).

 

‘Yâ Muhammed!’, Vurgula onlara iki adamın misalini; ki, kıldık onlardan birine üzümlerden iki bahçe! Ve donattık onlar ‘için’ hurma ağaçlarıyla. Ve var ettik bunların aralarında ‘meyve-sebze’ ekinleri.

 

18:33  Kiltel cenneteyni âtet ukulehâ ve lem tazlim minhu şey’en ve feccernâ hılâlehumâ neherâ (neheren).

 

Her iki bahçenin ikisi de yemişlerini verdi. Ve eksiltmedi ondan ‘adamdan, mahsul veriminden’ bir şey. Ve fışkırttık bunların ortasından bir nehir.

 

18:34  Ve kâne lehu semer (semerun), fe kâle li sâhıbihî ve huve yuhâviruhû ene ekseru minke mâlen ve eazzu neferâ (neferen).

 

Ve oluştu ona, mahsul ‘variyeti’. Bunun üzerine dedi ki, yoldaşına ve o, onunla konuşurken: „ Ben birçoğundan, senden de malca ve seferilerce de daha üstünüm! “.

 

18:35  Ve dehale cennetehu ve huve zâlimun li nefsih (nefsihî), kâle mâ ezunnu en tebîde hâzihî ebedâ (ebeden).

 

Ve girdi bahçesine; ve o ‘günaha sebebiyet vererek’, zulmeden kendi benliğine; dedi ki: „ Zannetmem ki, bozulup yok olsun buradaki ‘bağ, bahçe’ ebedîyen!

 

18:36  Ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve le in rudidtu ilâ rabbî le ecidenne hayren minhâ munkalebâ (munkaleben).

 

Ve zannetmem ki, o saat ‘kıyâmet yalanı’, ayakta kalır.* Ve elbet eğer ‘bir gün’ geri döndürülürsem de Rabbime, mutlaka bulurum ondan ‘şimdikinden daha’ hayırlı geri döndürülüş! “.

 

>10:53, 10:54, 11:104, 11:105, 14:48, 16:111, 18:47, 20:15, 20:102, 21:104, 29:53, 40:59, 52:9, 70:8, 73:14, 73:18, 79:35, 101:104<

 

18:37  Kâle lehu sâhıbuhu ve huve yuhâviruhû e keferte billezî halakake min turâbin summe min nutfetin summe sevvâke raculâ (raculen).

 

Dedi ki, ona, yoldaşı ve o, onunla konuşurken: „ İnkâr mı ediyorsun ‘kıyâmet vaadini Allâhû Teâlâ’nın’? Ki Zât’ı, oluşumunu yapılandırarak yarattı seni, topraktan!** Sonra özümlenmiş damladan, sonra da seni orantılandırdı bir adam (İnsan) şeklinde!

 

(Özümlenme ile vücuda yarayışlı biçime sokularak, dokuların yapısında yer alışı)

 

>15:28, 17:61, 20:55, 25:54, 30:20, 71:17<

 

18:38  Lâkinne huvallâhu rabbî ve lâ uşriku bi rabbî ehadâ (ehaden).

 

Lâkin O’dur ki, Allâh, Rabbimdir! Ve ben, Rabbime ortak yakıştırmam ‘başka’ birini!

 

18:39  Ve lev lâ iz dehalte cenneteke kulte mâ şâallâhu lâ kuvvete illâ billâh (billâhi), in tereni ene ekalle minke mâlen ve veledâ (veleden).

 

Ve oysa ki, girdiğin zaman bahçene, deseydin ki: „müstesnadır Allâh’ın dilediği şey! ‘Başka’ kuvvet yoktur, Allâh’ın ‘desteği’ dışında!“. Beni görsen de azımsayarak, senden malca ve evlâtça…

 

18:40  Fe asâ rabbî en yu’tiyeni hayran min cennetike ve yursile aleyhâ husbânen mines semâi fe tusbiha saîden zelekâ (zelekan).

 

Buna rağmen ola ki, Rabbim, bana daha hayırlısını verir senin bahçenden! Ve gönderir onun ‘seninkinin’ üzerine de gökten hesaplaşma ‘olarak afet’ de;* böylece olur kaygan çorak toprak!

 

>2:266, 17:92, 18:40, 24:43, 30:48, 34:9<

 

18:41  Ev yusbiha mâuhâ gavren fe len testetîa lehu talebâ (taleben).

 

Veya olur da, suyu yerin dibine çekilir ki, artık asla mecal edemezsin onu talep ‘geri elde’ etmeye! “.

 

18:42  Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ (ehaden).

 

Ve kuşatıldı, onun ‘benliğine zulmedenin’ mahsulleri. Bu yüzden döndürür, çevirir oldu avuçlarını ‘ovuşturarak’, orada ‘emeğine’ karşı sarf ettiği şeylere. Ve o ‘çardaklar’ boş, virane, temelleri üzerine yıkılmış ‘görünce’ ve diyor ki: „ Yâ, keşke Rabbime ortak yakıştırmasaydım ‘başka’ birini! “.*

 

>6:27, 25:26, 25:27, 32:12, 33:66, 33:67, 34:52, 34:53, 89:23<

 

18:43  Ve lem tekun lehu fietun yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne muntesirâ (muntesiren).

 

Ve olmamıştı ona, Allâh’tan ziyade yardım eden bir birlik. Ve olmadı kurtulanlardan.

 

18:44  Hunâlikel velâyetu lillâhil hakk (hakkı), huve hayrun sevâben ve hayrun ukbâ (ukben).

 

Orada himaye, varlığı gerçek, sabit; Allâh’ındır! O, en hayırlısıdır sevapta ‘kazançta’ ve en hayırlısıdır âkıbetçe.

 

18:45  Vadrıb lehum meselel hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı fe asbeha heşîmen tezrûhur riyâh (riyâhu), ve kânallâhu alâ kulli şey´in muktedirâ (muktediren).

 

‘Yâ Muhammed!’, Vurgula onlara dünya hayatının misalini; su gibidir ki, indirdik onu gökten! Öyle ki, karışır onunla ‘su ile’ yerin bitkileri. Nihayet, toz duman uçuşur oldu, rüzgârda.* Ve Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretli olandır!

 

Bitkilerin rüzgârla tozlaşması – ÎKRA.vision

 

18:46  El mâlu vel benûne zînetul hayâtid dunyâ, vel bâkıyâtus sâlihâtu hayrun inde rabbike sevâben ve hayrun emelâ (emelen).

 

Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür ‘ihtişamıdır’!* Ve kalıcı ‘olan’ erdemdir ki, daha hayırlıdır Rabbinin katında, sevapça ‘kazançça’ ve daha hayırlıdır emelce!

 

>9:24, 9:85, 18:46, 23:55, 23:56, 34:37, 57:20, 63:9, 64:15<

 

18:47  Ve yevme nuseyyirul cibâle ve terel arda bârizeten ve haşernâhum fe lem nugâdir minhum ehadâ (ehaden).

 

Ve o gün ‘kıyâmet günü’ seyir ettiririz dağları.* Ve görürsün yeryüzünde, bariz olarak ve bir araya getirdik onları ‘huzurumuza’; öyle ki, bırakmayız onlardan ‘hiç’ birini.*

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

>18:47, 40:16<

 

18:48  Ve uridû alâ rabbike saffâ (saffen), lekad ci´tumûnâ kemâ halaknâkum evvele merreh (merretin), bel zeamtum ellen nec´ale lekum mev´ıdâ (mev´ıden).

 

Ve arz olundular Rabbinin huzuruna dizilerek.* Andolsun ki, geldiniz Bize, yarattığımız gibi sizleri, evvelki defasında! Yok zannettiniz ki, asla yapamayız sizlere vadedileni!

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

18:49  Ve vudıal kitâbu fe terel mucrimîne muşfikîne mimmâ fîhi ve yekûlûne yâ veyletenâ mâli hâzel kitâbi lâ yugâdiru sagîreten ve lâ kebîreten illâ ahsâhâ, ve vecedû mâ amilû hâdırâ (hâdıren), ve lâ yazlimu rabbuke ehadâ (ehaden).

 

Ve konuldu ‘dünyadaki gidişat’ kitabı. Böylece görürsün ki, ‘günah’ suçluları titrerler içindeki şeylerden. Ve diyorlar ki: „ Yâ, eyvahlar olsun bize! Bu nasıl kitap ki, bırakmıyor küçük ve ne de büyük olmaksızın, saptayıp! “.* Ve buldular gayretlerini hazır olarak. Ve zulmetmez Rabbin, ‘hiç’ birine.

 

>17:11, 17:71, 18:49, 23:62, 45:29<

 

18:50  Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs (iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih (rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv (aduvvun), bi´se liz zâlimîne bedelâ (bedelen).

 

Ve dediğimiz zaman meleklere ki: „ ‘Saygı ile’ yere kapanın, Âdem’e! “. Hemen ‘her biri, saygı ile’ yere kapandılar ki, İblis (ümidi kesilmiş olan) hariç; o, cinlerdendir (görünmeyen varlıklar). Bunun üzerine fesat ‘çıkarıp, karşı geldi’ emrine Rabbinin. Hâlâ onu ve soyunu himayeciler mi edindiniz; ki, Benden ziyade? Ve onlar ‘cin şeytanlar’ sizlere düşmandır!* Ne kötü ‘bu’ bedel zalimlere!

 

>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<

 

18:51  Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehızel mudıllîne adudâ (aduden).

 

‘Allâhû Teâlâ’: „ Şahit edinmedim onları ‘cinleri’, yaratılışında göklerin ve yerin; ne de hemcinslerinin yaratılışına! Ve olmadım saptıranları, pazu (Dînin kolu, pazusu) edinen! “.

 

18:52  Ve yevme yekûlu nâdû şurekâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ (mevbikan).

 

Ve o gün* ‘Allâhû Teâlâ’ der ki: „ Nida edin ortaklarım zannettiğiniz kimselere! “. Bunun üzerine çağırdılar onları ‘kutsallaştırılan zât’ı, putu’. Fakat icabet etmediler onlara ‘Allâhû Teâlâ’ya ortak yakıştıran kimselere’.* Ve kıldık onlar arasında tehlikeli uçurum ‘engeli’.*

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<

 

>2:166, 4:117, 6:100, 10:28, 10:29, 14:36, 16:86, 18:52, 19:82, 21:65, 25:17, 28:63, 29:25, 34:40, 34:41, 35:14, 46:5, 46:6<

 

18:53  Ve reel mucrimûnen nâre fe zannû ennehum muvâkıûhâ ve lem yecidû anhâ masrifâ (masrifen).

 

Ve gördü ‘günah’ suçluları ateşi. Öyle ki, fark ettiler ona düşeceklerini. Ve bulamazlar ondan savuşturacak.

 

18:54  Ve lekad sarrafnâ fî hâzel kur´âni lin nâsi min kulli mesel (meselin), ve kânel insânu eksere şey´in cedelâ (cedelen).

 

Ve andolsun ki, sarf ettik bu Kur’ân’da, insanlara tüm misallerden.* Ve insan, birçok şeyde cebelleşen oldu!**

 

>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<

 

>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<

 

>17:11, 17:67, 17:100, 18:54, 25:55<

 

18:55  Ve mâ menean nâse en yu’minû iz câe humul hudâ ve yestagfirû rabbehum illâ en te’tiyehum sunnetul evvelîne ev ye’tiyehumul azâbu kubulâ (kubulen).

 

Ve mâni olan şey, insanların inanmalarına, onlara geldiği zaman yönlendirilmeye ‘vesile’ ve istiğfar etmelerine Rablerinden; gelmesidir onlara ‘başlarına gelmediğindendir’, evvelkilere ‘uygulanan’ sünnet (İlâhî hüküm).* Veya gelir ‘gelmediğindendir’ onlara, bir azap, karşılarına!*

 

>3:137<

 

>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<

 

18:56  Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn (munzirîne), ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ (huzuven).

 

Ve göndermeyiz, gönderilmiş elçileri, ‘olmaları’ dışında ki, ‘hakikat bilgisi ve cennetle’ müjdeleyiciler ve ‘kıyâmetle’ uyaranlar.* Ve cebelleşirler o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; asılsız ile çürütmek için hakkı ‘İlâhî esasları’.* Ve edindiler âyetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri alay ‘konusu’.*

 

>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<

 

>2:42, 3:70, 3:71, 40:5<

 

>8:8, 9:32, 9:33, 10:82, 17:81, 40:14, 61:8, 61:9<

 

18:57  Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî fe a’rada anhâ ve nesiye mâ kaddemet yedâh (yedâhu), innâ cealnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu ve fî âzânihim vakrâ (vakren) ve in ted’uhum ilel hudâ fe len yehtedû izen ebedâ (ebeden).

 

Ve kimdir daha zalim o kimseden ki, hatırlatıldı Rabbinin âyetleri de, buna rağmen aldırış etmedi ona ve unuttu elleriyle sunduğu ‘günahları’? Muhakkak ki, kıldık kalplerine kılıflar ki,* derinden kavramalarına ‘karşı’ onu (Kur’ân-ı Kerîm). Ve kulaklarında işitme özrü vardır (anlamak istemedikleri için, idrak kuvveleri kilitlidir).* Ve eğer davet edersen de onları, yönlendirilmeye ‘vesileyle’, buna rağmen asla yönlenmezler o zaman da, ebedîyen.*

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<

 

>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<

 

18:58  Ve rabbukel gafûru zur rahmeh (rahmeti), lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâb (azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ (mev’ilen).

 

Ve Rabbin, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* bahşetmenin, bağışlamanın, merhametle esirgemenin sahibidir! Eğer sorumlu tutsaydı onları, kazandıkları şeyler ‘ceza’ ile, elbette acele ederdi onlara azapta. Ki onlaradır, vadedilen ‘süreç’; ‘bunun sonunda ise’ asla bulamazlar ki, O’ndan ‘Allâhû Teâlâ’dan’ ziyade; varılacak mahal!

 

>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<

 

18:59  Ve tilkel kurâ ehleknâhum lemmâ zalemû ve cealnâ li mehlikihim mev’ıdâ (mev’ıden).

 

Ve şunlar şehirler ki, yok ettik onları ‘halkını’, zulmettiklerinde. Ve belirledik mahvolmalarına vadedilen ‘süreç’.*

 

>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<

 

18:60  Ve iz kâle mûsâ li fetâhu lâ ebrehu hattâ ebluga mecmeal bahreyni ev emdıye hukubâ (hukuben).

 

Ve demişti ki Mûsâ, hizmetindeki gence (Yûşa’ bin Nûn): „ Direnirim, ta ki, ulaşıncaya kadar birleştiği yere iki denizin; veya ‘hedefime’ giderim uzun sürse de! “.

 

18:61  Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serebâ (sereben).

 

Nihayet ulaştıklarında, birleştiği yere bunların ‘iki denizin’ arasına, unuttular ‘tuttukları’ balıklarını. Ne var ki, ‘balık, kurtularak’, yolunu edindi denize, menfezde.

 

18:62  Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ (nasaben).

 

Artık geçtiklerinde orayı, ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki, hizmetindeki gence (Yûşa’ bin Nûn): „ Getir bize erken ayığımızı (kahvaltımızı); andolsun ki, bu yolculuğumuzda yorgun düştük! “.

 

18:63  Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hût (hûte), ve mâ ensânîhu illeş şeytânu en ezkureh (ezkurehu), vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ (aceben).

 

‘Genç’ dedi ki: „ Bakar mısın, sığındığımızda kayalığa, artık mutlaka unuttum balığı. Ve unutturmadı ya bana onu şeytandan başkası, onu hatırlayıp ‘söylemeyi’ ve edindiğini yolunu denize, alelâcayip! “.

 

18:64  Kâle zâlike mâ kunnâ nebgı ferteddâ alâ âsârihimâ kasasâ (kasasan).

 

‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ İşte bu, amacımız olan şey! “. Bu yüzden döndüler izleri üzerinden.

 

18:65  Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ (ilmen).

 

Derken buldular kullarımızdan bir kul (Hızır aleyhisselâm’ı); ki, verdik ona, nezdimizden bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenme ve öğrettik ona, katımızdan ‘hakikat bilgisi’ ilmi.

 

18:66  Kâle lehu mûsâ hel ettebiuke alâ en tuallimeni mimmâ ullimte ruşdâ (ruşden).

 

Dedi ki ona, Mûsâ: „ Sana uyabilir miyim? Bana öğretmen üzere, sana öğretilen şeyle olgunlaşmaya! “.

 

18:67  Kâle inneke len testetîa maiye sabrâ (sabren).

 

‘Hızır aleyhisselâm’ dedi ki: „ Muhakkak ki sen, asla mecal edemezsin benimle beraberliğe sabretmeye!

 

18:68  Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ (hubren).

 

Ve nasıl sabredersin kavrayamadığın şeye ki, hakkında haberdar edilerek ‘bilmediğin’! “.

 

18:69  Kâle se tecidunî inşâallahu sâbiren ve lâ a’sî leke emrâ (emren).

 

‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Bulacaksın beni, eğer dilerse Allâh, sabırlı. Ve isyan etmem sana ‘hiçbir’ işte! “.

 

18:70  Kâle fe initteba’tenî fe lâ tes’elnî an şey’in hattâ uhdise leke minhu zikrâ (zikren).

 

‘Hızır aleyhisselâm’ dedi ki: „ Fakat eğer uyarsan bana, artık soru sorma bana ‘hiçbir’ şeyden, ta ki, bahsederim sana ondan ‘bir’ hatıra! “.

 

18:71  Fentalakâ, hattâ izâ rakibâ fîs sefîneti harakahâ kâle e haraktehâ li tugrika ehlehâ, lekad ci’te şey’en imrâ (imren).

 

Derken gittiler ta ki, bindikleri zaman bir tekneye, ‘Hızır aleyhisselâm’ onu deldi. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Onu deldin mi? Boğmak için ‘tekne’ ahalisini! Andolsun ki, vahim bir şey ‘meydana’ getirdin! “.

 

18:72  Kâle e lem ekul inneke len testetîa maiye sabrâ (sabren).

 

‘Hızır aleyhisselâm’ dedi ki: „ Dememiş miydim? Muhakkak ki sen, asla mecal edemezsin benimle beraberliğe sabretmeye! “.

 

18:73  Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ (usren).

 

‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Beni sorumlu tutma, unuttuğum şeyle. Ve beni sürme ‘bu’ işimde zorluğa! “.

 

18:74  Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs (nefsin), lekad ci’te şey’en nukrâ (nukren).

 

Derken gittiler ta ki, rastladıkları zaman bir oğlana, ‘Hızır aleyhisselâm’ hemen katletti onu. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ ‘Nasıl katlettin saf bir cana ‘kıyıp’ ki, bir cana ‘karşılık’ olmaksızın?! Andolsun ki, aksi bir şey ‘meydana’ getirdin! “.

 

18:75  Kâle e lem ekul leke inneke len testetîa maıye sabrâ (sabren).

 

‘Hızır aleyhisselâm’ dedi ki: „ Dememiş miydim sana? Muhakkak ki sen, asla mecal edemezsin benimle beraberliğe sabretmeye! “.

 

18:76  Kâle in seeltuke an şey’in ba’dehâ fe lâ tusâhıbnî, kad belagte min ledunnî uzrâ (uzren).

 

‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Eğer sual edersem sana, ondan sonra bir şey, artık bana yoldaşlık etme! ‘Son sefer mazur gör ki’ ulaşmış oldun benden yana bir özre! “.

 

18:77  Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetin istat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmeh (ekâmehu), kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ (ecren).

 

Derken gittiler ta ki, vardıkları zaman bir memlekette ahalisine, yiyecek istediler onun ahalisinden. Fakat ‘bu millet’ çekindiler onları misafir etmekten. Derken buldular orada bir duvar ki, muradı yıkılmaya ‘yüz tutmuştu. Hızır aleyhisselâm’ hemen onu doğrulttu. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Eğer dileseydin, elbette edinirdin üstlendiğin ‘bu işten’ bir ücret! “.

 

18:78  Kâle hâzâ firâku beynî ve beynik (beynike), se unebbiuke bi te’vîli mâ lem testetı’ aleyhi sabrâ (sabren).

 

‘Hızır aleyhisselâm’ dedi ki: „ Bu ayrılıktır senin ve benim aramda. Bildireceğim sana yorumunu, üzerinde sabırlı olmaya mecal edemediğin şeylerin!

 

18:79  Emmes sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ (gasben).

 

Tekne ise, denizde çalışıyor olan meskensiz ‘yoksullarındı’. Fakat murad ettim onu kusurlu yapmayı ve ‘çünkü’ artlarındaki bir kral vardı ki, her tekneyi alıyordu gasp ederek.

 

18:80  Ve emmel gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ (kufren).

 

Ve oğlan ise, öyle ki, onun ebeveyni inançlılardır. Bu yüzden endişeliydik sürmesinden onları, haddi aşmaya ve inkâra.

 

18:81  Fe erednâ en yubdilehumâ rabbuhumâ hayren minhu zekâten ve akrebe ruhmâ (ruhmen).

 

Böylece diledik ki, ‘onun’ yerine onlara, Rablerinden, ondan ‘daha’ hayırlısını, safiyet ve merhamete yakını.

 

18:82  Ve emmel cidâru fe kâne li gulâmeyni yetîmeyni fîl medîneti ve kâne tahtehu kenzun lehumâ ve kâne ebûhumâ sâlihâ (sâlihan), fe erâde rabbuke en yeblugâ eşuddehumâ ve yestahricâ kenzehumâ rahmeten min rabbik (rabbike) ve mâ fealtuhu an emrî, zâlike te’vîlu mâ lem testı’ aleyhi sabrâ (sabren).

 

Ve duvar ise, öyle ki, şehirdeki iki yetim oğlanındı; ve tabanındaki define onlarındı. Ve babaları erdemliydi. Bunun üzerine murad etti ki Rabbin, güçlerine ulaşmalarını ve ‘kendilerinin’ çıkarmalarını definelerini, bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenme ‘olarak’ Rabbinden. Ve ifa etmedim onu emrimden ‘kendi kararımla’. İşte budur yorumu, üzerinde sabırlı olmaya mecal edemediğin şeylerin! “.

 

18:83  Ve yes’elûneke an zil karneyn (karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ (zikren).

 

‘Yâ Muhammed!’, Ve soruyorlar sana Zu’l-Karneyn’den. De ki: „ Kıraat edeceğim sizlere ondan ‘bir’ hatıra! “.

 

18:84  İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ (sebeben).

 

Muhakkak ki, imkânlandırdık onu yeryüzünde. Ve verdik ona, her şeyden ‘ulaşıma’ sebep.

 

18:85  Fe etbea sebebâ (sebeben).

 

Böylece peşine düştü bir sebebin.

 

18:86  Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ (kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ (husnen).

 

Ta ki, ulaştığı zaman güneşin battığı yere, buldu onu ‘güneşi’ batarken bulanık gözede. Ve buldu onun ‘o pınarın’ yanında bir toplum.* Dedik ki: „ Yâ Zu’l-Karneyn! ‘Onlara’ ya azap edersin, ya da, içlerinde güzelliği ‘esas’ edinirsin! “.

 

Hz. Zu’l-Karneyn a.s.’ın kuzey kutbu ve kuzey/güney Amerika seyahatleri – ÎKRA.vision

 

18:87  Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ (nukren).

 

‘Zu’l-Karneyn aleyhisselâm’ dedi ki: „ Ama kim zulmederse, o hâlde kesinlikle azaplandıracağız onu. Sonra geri döndürülür Rabbine ki, artık azaplandırır onu aksi ‘bir’ azapla! “.*

 

>65:8, 65:9, 65:10<

 

18:88  Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ (yusren).

 

‘Allâhû Teâlâ’: „ Fakat kim, ‘samimi’ inanır da ve gayretleri erdemliyse, öyleyse ona, güzeldir ödül! Ve söyleyeceğiz ona, emrimizden kolayını (üstesinden gelebildiğini)! “.*

 

>16:30, 16:41, 16:96, 16:97, 18:88, 39:10<

 

18:89  Summe etbea sebebâ (sebeben).

 

Sonra peşine düştü bir sebebin.

 

18:90  Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ (sitren).

 

Ta ki, ulaştığı zaman güneşin doğduğu yere, onu ‘güneşi’ buldu doğarken bir toplumun üzerine ki, kılmadık onlara ‘korunacak’ bir perde ki, ondan ‘güneşten’ başka.*

 

Hz. Zu’l-Karneyn a.s.’ın kuzey kutbu ve kuzey/güney Amerika seyahatleri – ÎKRA.vision

 

18:91  Kezâlik (kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ (hubren).

 

İşte böyle kavrıyorduk yanındaki ‘yaşadığı’ şeyleri, haberdar edilerek.

 

18:92  Summe etbea sebebâ (sebeben).

 

Sonra peşine düştü bir sebebin.

 

18:93  Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ (kavlen).

 

Ta ki, ulaştığı zaman iki set arasına, buldu o iki ‘toplumdan’ ziyade bir toplum ki, neredeyse ‘hiçbir’ sözü anlamıyorlar.

 

18:94  Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ (sedden).

 

‘İlkel olmayanlar’ Dediler ki: „ Yâ Zu’l-Karneyn! Muhakkak ki, Ye’cûc ve Me’cûc,* bozgunculardır yeryüzünde.* Bu yüzden, belirleyelim mi sana harç karşılığı ki, yapman ‘için’ bizim ve onların aralarında bir set? “.

 

Ye’cüc ve Me’cüc – ÎKRA.vision

 

>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<

 

18:95  Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ (redmen).

 

‘Zu’l-Karneyn aleyhisselâm’ dedi ki: „ Ondan ‘bu konuda’ beni imkânlandırdığı şeyler Rabbimin, en hayırlısıdır. Öyleyse bana, ‘el birliği’ kuvvetle yardım edin ki, kılayım onlarla sizin aranıza sağlamlaştırılmış bir köprü (set)!

 

18:96  Atûnî zuberel hadîd (hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ (kıtren).

 

Verin bana demir parçalarını! “. Ta ki, iki yakanın arası düzleştiği zaman dedi ki: „ Körükleyin! “. Ateş ‘hâline’ kıldığında onu, dedi ki: „ Verin bana dökeyim üzerine erimiş bakır!

 

18:97  Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ (nakben).

 

Artık mecal edemezler görünmeye ona, ve mecal de edemezler onu delmeye! “.

 

18:98  Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’ (dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ (hakkan).

 

Dedi ki: „ Bu, bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenmedir Rabbimden! Artık geldiği zaman vaadi, Rabbimin, kılar onu un ufak.* Ve vaadi Rabbimin, gerçek olur! “.

 

>18:99, 30:14, 30:43, 69:14, 73:18, 89:21<

 

18:99  Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â (cem’an).

 

Ve bıraktık onları birbirleriyle izin günü (Allâhû Teâlâ’nın izniyle gerçekleşecek kıyâmet günü, yer gök) birbirlerine çalkalanmışçasına karışırlar.* Ve üfürüldü Sûr’a.** Hemen topladık onların tamamını.

 

>18:99, 30:14, 30:43, 69:14, 73:18, 89:21<

 

>23:100, 23:101, 78:16, 78:17, 78:18<

 

Sûr’a üfürülme ile kıyametin başlatılması ve bu sesin çöl kumu sesine benzetilmesi – ÎKRA.vision

 

18:100 Ve aradnâ cehenneme yevmeizin lil kâfirîne ardâ (ardan).

 

Ve arz ettik cehennemi izin günü (Allâhû Teâlâ’nın izniyle gerçekleşecek kıyâmet günü),* ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlara, bir arz edişle…*

 

>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<

 

>89:21, 89:22, 89:23<

 

18:101 Ellezîne kânet a’yunuhum fî gıtâin an zikrî ve kânû lâ yestetîûne sem’â (sem’an).

 

O kimselere ki, gözleri, ‘alâmetleri görmeye’ zarlı olanlardı, ‘hakikat bilgisini’ hatırlatanıma (Kur’ân-ı Kerîm). Ve oldular, mecal edemeyenler ‘İlâhî esasları’ duymaya!*

 

>11:20, 17:48, 18:101, 41:15, 41:28, 68:43, 89:23, 89:24<

 

18:102 E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâ’ (evliyâe), innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ (nuzulen).

 

Yoksa hesapladılar ‘sandılar’ mı o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; edindiklerini (kutsallaştırılan zât, put) kullarımdan* ki, Benden ziyade; himayeciler?!* Muhakkak ki hazırladık cehennemi, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlara, ağırlanma ‘yeri’.*

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<

 

>3:118, 4:89, 4:144, 5:51, 5:57, 9:16, 9:23, 58:22, 60:1, 60:8, 60:9<

 

>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<

 

18:103 Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ (a’mâlen).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Bildireyim mi sizlere, gayretlerde en çok hüsrana uğrayanları?!

 

18:104 Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â (sun’an).

 

O kimseler ki, saptı çabaları dünya hayatında. Ve onlar sanıyorlar ki, iyilik üretip işliyor olduklarını!*

 

>2:264, 3:117, 14:18, 18:104, 18:105, 24:39, 25:23<

 

18:105 Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ (veznen).

 

İşte onlar, inkâr eden kimselerdir, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı.* Bu yüzden boşa çıktı gayretleri! “.* Artık uygulamayız onlara kıyâmet günü terazi ‘mertebelerle değerlendirilme’.

 

>18:105, 29:23, 32:23<

 

>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<

 

18:106 Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ (huzuven).

 

İşte bu cehennem, cezalarıdır ki, inkâr ettikleri sebebiyledir. Ve edindiler âyetlerimi ve elçilerimi alay konusu.*

 

>2:15, 6:5, 6:10, 7:101, 10:11, 13:32, 14:42<

 

18:107 İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti kânet lehum cennâtul firdevsi nuzulâ (nuzulen).

 

Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki ‘hak’ oldu onlara, Firdevs has bahçeleri ‘cennetlerinde’ ağırlanma.

 

18:108 Hâlidîne fîhâ lâ yebgûne anhâ hıvelâ (hıvelen).

 

Sonsuza ‘dek’ kalıcılardır orada. Rağbet etmezler ondan şaşmaya.

 

18:109 Kul lev kânel bahru midâden li kelimâti rabbî le nefidel bahru kable en tenfede kelimâtu rabbî ve lev ci’nâ bi mislihî mededâ (mededen).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Eğer olsaydı deniz, mürekkep ki, Rabbimin kelâmı ‘hakikat bilgisi’ için; deniz, mutlaka tükenirdi, tükenmeden Rabbimin kelâmı ‘vukuf hazinesi’! “. Ve eğer getirsek de onun bir mislini, iane ederek.*

 

>18:109, 31:27<

 

18:110 Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ (ehaden).

 

‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ben, sadece insanoğluyum, sizler benzeri!* Bana vahyedilen, İlâhınız tek İlâh, olduğudur! Öyleyse Rabbine kavuşmayı umuyor olan kimse, artık çalışsın gayretleri erdemliliğe! Ve Rabbine ortak yakıştırmasın ibadette ‘kutsallaştırılan zât’tan, puttan’ birini! “.*

 

>9:128, 18:110, 41:6<

 

>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<