„ Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm! Bismillâhirrahmânirrahîm! “.
„ Sığınırım Allâh’a, şeytanın ‘şerrinden’ ki, taşlanmıştır (merhametinden uzaklaştırılmıştır)!*
>7:200, 15:34, 16:98<
Allâh adına… Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir! “.
2:1 Elif, lâm, mim.
Elif, Lâm, Mîm…*
Kur’ân’ın şifresi, anahtarı Hurûf-ı Mukattaa – ÎKRA.vision
2:2 Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh (fîhi), huden lil muttekîn (muttekîne).
İşte bu kitap (Kur’ân-ı Kerîm) ki, kuşku yoktur onda!* Yönlendirilmeye ‘vesiledir, günahlardan’ korunanlara!
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
2:3 Ellezîne yu’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yunfikûn (yunfikûne).
O kimseler ki, inananlardır gıyaben ve uygularlar ibadeti ‘namazı’!* Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden, ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ bağış yaparlar!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:4 Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik (kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn (yûkınûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve o kimseler ki, inananlardır sana indirilen şeye (Kur’ân-ı Kerîm’e) ve senden önceki indirilen şeye ‘diğer mukaddes kitaplara’! Ve onlar âhirete kat’i inanırlar.
2:5 Ulâike alâ huden min rabbihim ve ulâike humul muflihûn (muflihûne).
İşte onlar, yönlendirilme üzerindedirler Rablerinden. Ve işte onlar… Onlar, felâha erenlerdir!
2:6 İnnellezîne keferû sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn (yu’minûne).
Muhakkak o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; eşittir onlara, ‘kıyâmetle’ uyardın mı onları, ya da uyarmadın onları; (Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği neticesine) inanmazlar!*
>2:6, 6:12, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 8:55, 10:39, 10:40, 10:96, 10:97, 17:10, 26:201<
2:7 Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh (gışâvetun), ve lehum azâbun azîm (azîmun).
Mühürledi Allâh, kalplerinin üzerini ve duymalarının üzerini* ve ‘kalp gözüyle’ görmeleri de örtülüdür (anlamak istemedikleri için, idrak kuvveleri kilitlidir).* Ve onlaradır, büyük azap!*
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:8 Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu’minîn (mu’minîne).
Ve insanlardan kimileri derler ki: „ ‘Samimi’ inandık Allâh’a ve âhir ‘son’ güne! “. Ve onlar inanmış değillerdir!
2:9 Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû, ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn (yeş’urûne).
‘Zanlarınca’ kandırırlar Allâh’ı ve ‘samimi’ inanan kimseleri. Ve ‘aslında’ kandıramazlar benliklerinden başkasını.* Ve ‘bunun’ farkında ‘bile’ değillerdir.
>14:30<
2:10 Fî kulûbihim maradun, fe zâdehumullâhu maradâ (maradan) ve lehum azâbun elîmun bi mâ kânû yekzibûn (yekzibûne).
Kalpleri ‘şüphe, inkâr’ hastalıklılara bu yüzden ki, ziyade etti onlara Allâh, hastalıklarını. Ve onlaradır, elem azap,* yalanlıyor olmaları sebebiyle.
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:11 Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn (muslihûne).
Ve denildiği zaman onlara ‘inkâr edenlere’: „ Bozgun çıkarmayın yeryüzünde! “; derler ki: „ Bizler sadece ‘gidişatı’ düzeltenleriz! “.
2:12 E lâ innehum humul mufsidûne ve lâkin lâ yeş’urûn (yeş’urûne).
Değil mi ki, muhakkak ki onlar… Onlardır, bozguncular?! Ve lâkin, ‘gerçeğin’ farkına ‘bile’ varmazlar.*
>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<
2:13 Ve izâ kîle lehum âminû kemâ âmenen nâsu kâlû e nu’minu kemâ âmenes sufehâu, e lâ innehum humus sufehâu ve lâkin lâ ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve denildiği zaman onlara ‘inkâr edenlere’: „ İnanın, insanların ‘samimi’ inandığı gibi! “; dediler ki: „ İnanalım mı… Akıl erdirmekten yoksunların inandığı gibi?! “. Değil mi ki, muhakkak ki onlar… Onlardır, akıl erdirmekten yoksunlar?!* Ve lâkin ‘bunu’ bilmezler.
>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<
2:14 Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn (mustehziûne).
Ve buluştukları zaman, ‘samimi’ inanan kimselerle, derler ki: „ İnandık! “. Ve baş başa kaldıkları zaman, ‘onları şaşırtan’ şeytanlarıyla, derler ki: „ Doğrusu bizler, sizlerle beraberiz. Bizler, ancak onlarla alay ediyoruz. “.
2:15 ‘Allâhu yestehziu bihim ve yemudduhum fî tugyânihim ya’mehûn (ya’mehûne).
Oysa ki’ Allâh, alay eder onlarla. Ve ‘süre’ ekler onlara ki, haddi aşmalarıyla körü körüne bocalarlar.
2:16 Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn (muhtedîne).
İşte onlar ‘ikiyüzlülük yapanlar’, o kimselerdir ki, satın aldılar sapkınlığı, yönlendirilme ‘karşılığında’.* Fakat kâr getirmedi ticaretleri. Ve olmadılar ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlendirilmişler.
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
2:17 Meseluhum ke meselillezistevkade nârâ (nâren), fe lemmâ edâet mâ havlehu zeheballâhu bi nûrihim ve terekehum fî zulumâtin lâ yubsirûn (yubsirûne).
Onların emsali ‘şu’ misal gibidir: O ki, ateş yakıp böylelikle çevresindeki şeyleri ışıttığında Allâh, giderdi onların aydınlığını ve onları karanlıklar içinde bıraktı. Ki, artık (idrak etmek istemedikleri için) görmezler.
2:18 Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûn (yerciûne).
‘Onlar, idrak etmek istemedikleri için’, sağır, dilsiz ve körlerdir.* Artık onlar, rücu edemezler.
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
2:19 Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk (berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt (mevti), vallâhu muhîtun bil kâfirîn (kâfirîne).
Veya sağanakta gibidirler gökten ‘inen’, zifiri karanlıklar içinde ve gök gürültüsü ve şimşekli. Kılarlar ‘tıkarlar’ parmaklarıyla kulaklarını yıldırımlardan, ölüm korkusuyla. Ve Allâh, inkâr edenleri kuşatan, kavrayandır!
2:20 Yekâdul berku yahtafu ebsârehum kullemâ edâe lehum meşev fîhi, ve izâ azleme aleyhim kâmû ve lev şâellâhu le zehebe bi sem’ihim ve ebsârihim innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Neredeyse şimşek, görme duyularını alır. Her defasında ışıttığında onları, yürürler onda ‘ışığında’. Ve karanlık çöktüğü zaman üzerlerine, dikilip kalırlar. Ve eğer dileseydi Allâh, elbette giderirdi duymalarını da, görmelerini de (anlamak istemedikleri için, idrak kuvvelerini kilitler)!* Şüphesiz ki Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
2:21 Yâ eyyuhen nâsu’budû rabbekumullezî halakakum vellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).
Ey insanlar… ‘Yalnızca’ Rabbinize ‘Hizmetle, ibadetle’ kulluk edin!* Ki Zât’ı, oluşumunu yapılandırarak yarattı sizleri ve sizlerden önceki kimseleri de! Ki, belki ‘günahlardan’ korunursunuz!
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
2:22 Ellezî ceale lekumul arda firâşen ves semâe binââ (binâen), ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semarâti rızkan lekum, fe lâ tec’alû lillâhi endâden ve entum ta’lemûn (tâ’lemune).
Zât’ı, kıldı sizlere yeryüzünü döşek ve göğü bina! Ve indirdi gökten su; ki böylelikle çıkardı onunla mahsullerden rızık, sizlere. Ve öyleyse kılmayın Allâh’a denkler ve bildiğiniz ‘hâlde’!
2:23 Ve in kuntum fî reybin mimmâ nezzelnâ alâ abdinâ fe’tû bi sûretin min mislihî, ved’û şuhedâekum min dûnillâhi in kuntum sâdıkîn (sâdıkîne).
Ve eğer kuşkulanıyorsanız kulumuza indirdiğimiz şeyden (Kur’ân-ı Kerîm),* haydi getirin onun benzeri bir sûre!* Ve çağırın Allâh’tan ziyade şahitlerinizi de; eğer samimilerseniz!*
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
>2:23, 10:38, 11:13, 17:88, 52:34<
Kur’ân’ın taklit edilemeyecek kadar mucizevi oluşu – ÎKRA.vision
2:24 Fe in lem tef’alû ve len tef’alû fettekûn nârelletî vakûduhân nâsu vel hicâratu, uiddet lil kâfirîn (kâfirîne).
Ama eğer uygulamazsanız ve asla uygulayamazsınız! O hâlde korunun ateşten ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır (lavlardır); ki, hazırlandı ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar için.*
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:25 Ve beşşirillezîne âmenû ve amilûs sâlihâti enne lehum cennâtin tecrî min tahtihel enhâr (enhâru), kullemâ ruzikû minhâ min semeretin rızkan kâlû hâzellezî ruzıknâ min kabl (kablu) ve utû bihî muteşâbihâ (muteşâbihan), ve lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve ‘hakikat bilgisi ve cennetle’ müjdele o kimseleri ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ki, olduğunu onlara has bahçeler ‘cennetler’ ki, akar onun altından nehirler! Her defasında rızıklandırıldıklarında oradaki meyvelerden ve mahsullerden bir rızıkla, derler ki: „ İşte bu daha önce de rızıklandırıldığımız şey. “. Ve verildi ona, ‘öncekinin’ benzeri. Ve onlaradır, orada ak pak eşler; ve onlar, orada kalıcılardır.
2:26 İnnallâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdaten fe mâ fevkahâ fe emmellezîne âmenû fe ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim, ve emmellezîne keferû fe yekûlûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ (meselen), yudıllu bihî kesîran ve yehdî bihî kesîrâ (kesîran) ve mâ yudıllu bihî illel fâsıkîn (fâsıkîne).
Muhakkak ki Allâh, utanmaz vurgularla emsal şeyler vermekten! Öyle ki, dişi sivrisineği ‘ve sanat inceliğinde’, onun üstündeki şeyi ‘daha değersizini de’.* Fakat o kimseler ise, bilirler onun, ‘hakikat bilgisinin, ancak’ bir gerçek olduğunu Rablerinden. Ve o kimseler ise ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; böylelikle diyorlar ki: „ Ne murad etti Allâh, bu misalle? “. Ki, onunla birçoğunu şaşırtır ve birçoğunu da ‘ilhamla, idrak ettirerek’ yönlendirir. Ve şaşırtmaz onunla fesatlardan başkasını.
Sivrisineğin bulaşıcı hastalıklara yol açan virüs taşıdığı – ÎKRA.vision
2:27 Ellezîne yenkudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıh (mîsâkıhî), ve yaktaûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fîl ard (ardı) ulâike humul hâsirûn (hâsirûne).
‘Onlar’, o kimseler ki, bozarlar Allâh’ın ‘adına’ taahhüdü, kesin sözlerinin ardından. Ve keserler Allâh’ın, onunla vasıl olmasını emrettiği şeyi (iyiliği, sevap kazanmayı). Ve bozgun çıkarırlar yeryüzünde.* İşte onlar… Onlar, hüsrandalardır!*
>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
2:28 Keyfe tekfurûne billâhi ve kuntum emvâten fe ahyâkum, summe yumîtukum summe yuhyîkum summe ileyhi turceûn (turceûne).
Nasıl inkâr edersiniz Allâh’ı? Ve sizler ölülerdiniz, öyle ki, ‘yeniden türeterek’ yaşattı sizleri!* Sonra öldürür sizleri, sonra da yaşatır sizleri!** Sonra Zât’ına rücu edilirsiniz!
>2:28, 2:54, 2:243, 4:66<
>2:28, 2:56, 22:66, 39:42, 40:11<
İki defa ölüm, iki defa diriltilme – ÎKRA.vision
2:29 Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe sevvâhunne seb’a semâvât (semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in alîm (alîmun).
O’dur ki Zât’ı, oluşumunu yapılandırarak yarattı sizlere, ne varsa yeryüzünde topluca! Sonra teşrif etti göğe; öyle ki, orantılandırdı onları, yedi gökler ‘olarak’.** Ve O’dur, her şeyi en iyi bilen!
>2:29, 17:44, 23:17, 23:86, 41:12, 65:12, 71:15<
Göklerin 7 katmandan oluşumu – ÎKRA.vision
2:30 Ve iz kâle rabbuke lil melâiketi innî câilun fîl ardı halîfeh (halîfeten), kâlû e tec’alu fîhâ men yufsidu fîhâ ve yesfikud dimâ (dimâe), ve nahnu nusebbihu bi hamdike ve nukaddisu lek (leke), kâle innî a’lemu mâ lâ tâ’lemûn (tâ’lemûne).
Ve demişti ki Rabbin, meleklere: „ Mutlaka Ben, ‘vâris’ kılanım yeryüzüne bir halef (medeniyette yerine geçen)! “. ‘Melekler’ dediler ki: „ ‘Vâris’ mi kılarsın orada, bozgun çıkaran ve kan döken kimseyi?!* Ve bizler, noksanlık, kusur, âcizlikten öte sayıyoruz, yücelterek övüyoruz Seni ve mukaddes kılıp, hürmet ediyoruz Sana! “. ‘Allâhû Teâlâ’ dedi ki: „ Muhakkak ki Ben, en iyi bilenim bilmediğiniz şeyleri! “.
>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<
2:31 Ve alleme âdemel esmâe kullehâ summe aradahum alel melâiketi fe kâle enbiûnî bi esmâi hâulâi in kuntum sadikîn (sadikîne).
Ve öğretti Âdem’e, isimlerin hepsini.* Sonra onları arz edip meleklere dedi ki: „ Haydi bildirin Bana, şunların isimlerini, eğer samimilerseniz! “.
Hz. Âdem a.s’a veya insana, dil öğrenme yeteneği verilmesi – ÎKRA.vision
2:32 Kâlû subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm (hakîmu).
‘Melekler’ dediler ki: „ Noksanlık, kusur, âcizlikten ötesin! ‘Hiçbir’ bilgimiz yok, Senin bizlere öğrettiğin şey dışında! Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, en iyi bilen; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden! “.
2:33 Kâle yâ âdemu enbi’hum bi esmâihim, fe lemmâ enbeehum bi esmâihim, kâle e lem ekul lekum innî a’lemu gaybes semâvâti vel ardı ve a’lemu mâ tubdûne ve mâ kuntum tektumûn (tektumûne).
‘Allâhû Teâlâ’ dedi ki: „ Yâ Âdem! Bildir onlara isimlerini! “. Bildirince onlara isimlerini dedi ki: „ Dememiş miydim sizlere? Muhakkak ki Ben, en iyi bilenim, algılanamayanını göklerin ve yerin!* Ve en iyi bilirim açıkladığınız şeyleri ve ‘sır olarak’ gizliyor olduğunuz şeyleri! “.
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
2:34 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs (iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn (kâfirîne).
Ve dediğimiz zaman meleklere ki: „ ‘Saygı ile’ yere kapanın, Âdem’e! “. Hemen ‘her biri, saygı ile’ yere kapandılar ki, İblis (ümidi kesilmiş olan) hariç; ‘o’ karşı çıktı ve kibirlendi ve nankörlerden oldu.
2:35 Ve kulnâ yâ âdemuskun ente ve zevcukel cennete ve kulâ minhâ ragaden haysu şi’tumâ ve lâ takrabâ hâzihiş şecerete fe tekûnâ minez zâlimîn (zâlimîne).
Ve dedik ki: „ Yâ Âdem! İskân ol, sen ve eşin has bahçe ‘cennete’* (Âyetlerden anlaşıldığı üzere, bu yer dünyada olamaz)! Ve ‘isterseniz’ yiyin ondan ‘imkânlarından’, bol bol dilediğiniz yerden ve yakınlaşmayın buradaki ağaca! Bu yüzden olursunuz, ‘benliklerinize, günaha sebebiyet vererek’ zalimlerden! “.
>55:54, 69:23, 76:13<
2:36 Fe ezellehumâş şeytânu anhâ fe ahrecehumâ mimmâ kânâ fîh (fîhi), ve kulnâhbitû ba’dukum li ba’din aduvv (aduvvun), ve lekum fîl ardı mustekarrun ve metâun ilâ hîn (hînin).
Fakat dengelerini yitirtti, şeytan ondan ‘bildikleri hükümlerden’.* Böylelikle çıkardı onları içinde bulundukları yerden. Ve dedik ki: „ İnin, birbirinize düşmanca! Ve sizleredir, yeryüzünde karar kılınan ‘yer’ ve menfaat, belli bir süre! “.*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
2:37 Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh (aleyhi), innehu huvet tevvâbur rahîm (rahîmu).
Ne var ki kaydetti Âdem, ‘tövbe etmek için’ Rabbinden, konuşmayı ki, ‘tövbe etti’. Bunun üzerine tövbesini kabul eyledi ‘Rabbi’.* Şüphesiz ki O… O’dur ki, itaate dönenin tövbesini kabul eyleyen, cezadan vazgeçen; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşeden!
>4:17, 4:18, 7:23, 20:122, 25:71<
2:38 Kulnâhbitû minhâ cemîa (cemîan), fe immâ ye’tiyennekum minnî hudenfe men tebia hudâye fe lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
Dedik ki: „ İnin, oradan topluca! Buna rağmen, geldiğinde yönlendirilmeye ‘vesile’ Benden sizlere ki, artık uyan kimseler, yönlendirmeme, o zaman korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler! “.
2:39 Vellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ulâike ashâbun nâr (nârı), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
Ve o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; ve yalanladılar âyetlerimizi,* işte onlar, ateş ‘cehennem’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
>6:42, 6:43, 6:44, 6:45, 7:95, 7:96, 7:97, 7:98, 11:117, 15:4, 19:74, 19:75, 21:6, 23:64, 23:76<
2:40 Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve evfû bi ahdî ûfi bi ahdikum ve iyyâye ferhebûn (ferhebûne).
Ey İsrâîloğulları! Hatırlayın lütfumu ki o, üzerlerinize bağışladığım! Ve vefa edin ki, taahhüdüme vefa edeyim, taahhüdünüze ‘itaatinize karşılık’! Ve yalnızca Benden irkilin o hâlde!
2:41 Ve âminû bi mâ enzeltu musaddikan li mâ meakum ve lâ tekûnû evvele kâfirin bih (bîhî), ve lâ teşterû bi âyâtî semenen kalîlen ve iyyâye fettekûni.
Ve inanın, indirdiğim şeye (Kur’ân-ı Kerîm’e)!* Ki, onaylayandır beraberinizdeki sebebi (Tevrât). Ve olmayın öncüsü, onu inkâr edenlerin! Ve pazarlamayın âyetlerimi az bir bedele!* Ve yalnızca Benden ki, ancak Bana ‘karşı gelmekten’ korunun!
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:42 Ve lâ telbisûl hakka bil bâtılı ve tektumûl hakka ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve karıştırmayın hakkı ‘İlâhî esasları’, asılsız ‘sebeplerle’! Ve ‘sır olarak’ gizliyorsunuz gerçeği ve bildiğiniz ‘hâlde’!*
>2:42, 3:71<
2:43 Ve ekîmûs salâte ve âtûz zekâte verkeû mear râkiîn (râkiîne).
Ve uygulayın ibadeti ‘namazı’!* Ve verin zekâtı! Ve ‘Allâhû Teâlâ’nın huzurunda’ eğilin, eğilenlerle beraber!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:44 E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb (kitâbe) e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).
Tembihliyorsunuz insanlara razı olunan niteliği ve unutuyor musunuz benliğinizi? Ve kıraat ediyorsunuz ‘ya’ kitabı (Tevrât),! Hâlâ akıl yürütmez misiniz!?
2:45 Vesteînû bis sabri ves salât (sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn (hâşiîne).
Ve medet umun,* sabırla ve ibadetle ‘namazla’!* Ve muhakkak ki o, elbette büyük ‘zor iştir’ üzerlerine ki, müstesnadır ‘Allâhû Teâlâ’dan’ haşyet duyanlar.
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:46 Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn (râciûne).
Ki ‘onlar’ uman kimselerdir, kendilerinin, mutlaka Rablerine kavuşanlar olduklarını! Ve ‘bilincindedirler’ mutlaka, Zât’ı ‘huzuruna’ rücu edilir olduklarının!
2:47 Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel âlemîn (âlemîne).
Ey İsrâîloğulları! Hatırlayın lütfumu ki o, üzerlerinize bağışladığım! Ve doğrusu sizleri liyakatli kıldım, cümle âlemlere!*
İsrailoğullarının liyakatli kılınmış olmaları – ÎKRA.vision
2:48 Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn (yunsarûne).
Ve korunun o günden* ki, karşılayamaz ‘bir’ can, ‘bir’ cana bir şeyi! Ve ondan şefaat kabul eylenmez ve ondan ‘kurtulması için’ denklik alınmaz.* Ve onlara yardım olunmaz.
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
>6:164, 17:15, 29:12, 31:33, 35:18, 39:7, 53:38<
2:49 Ve iz necceynâkum min âli fir’avne yesûmûnekum sûel azâbi yuzebbihûne ebnâekum ve yestahyûne nisâekum ve fî zâlikum belâun min rabbikum azîm (azîmun).
Ve kurtardığımız zaman sizleri, Firavun hanedanından ki, çektiriyorlardı sizlere azabın en kötüsünü. Oğullarınızın boğazını kesiyorlar ve hâtunlarınızı ‘hayâsızca davranarak’ utandırıyorlardı. Ve işte bu sınav, Rabbinizdendir ki, ‘çok’ büyüktür!
2:50 Ve iz faraknâ bikumul bahre fe enceynâkum ve agraknâ âle fir’avne ve entum tenzurûn (tenzurûne).
Ve yardığımızda denizi sizler için, hemen kurtardık sizleri* ve ‘suda’ boğduk Firavun hanedanını ve sizler görüyorken.*
>10:103, 21:88, 30:47, 40:51<
Firavun, Haman ve Karun’un inkârı ve yok edilmeleri – ÎKRA.vision
2:51 Ve iz vâadnâ mûsâ erbaîne leyleten summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn (zâlimûne).
Ve vadettiğimiz zaman Mûsâ’ya kırk gece. Sonra ‘tanrı’ edindiniz buzağıyı, bunun ardından! Ve sizler zalimlersiniz!
2:52 Summe afevnâ ankum min ba’di zâlike leallekum teşkurûn (teşkurûne).
Sonra affettik sizlerden ‘günahlarınızı’ işte bunun ardından. Ki, belki şükredersiniz!
2:53 Ve iz âteynâ mûsâl kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn (tehtedûne).
Ve vermiştik Mûsâ’ya kitap (Tevrât). Ve gerçeği itibarsızdan ayıran ‘olarak’. Ki, belki ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlenirsiniz!
2:54 Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum zâlikum hayrun lekum inde bâriikum fe tâbe aleykum innehu huvet tevvâbur rahîm (rahîmu).
Ve demişti ki Mûsâ, halkına: „ Ey halkım! Doğrusu zulmettiniz cinsinize, ‘tanrı’ edinmenizle buzağıyı! Bu yüzden tövbe edin, ne yapacağını önceden tasarlayıp bilen, ahenkle kusursuz türler yaratanınıza! “. Ki, (uyulmadığında ise bu emre) böylelikle ‘inançlılara dedi ki’: „ Öldürün ‘buzağıyı ilâh edinen’ hemcinslerinizi!* İşte bu en hayırlısıdır sizlere ki, ne yapacağını önceden tasarlayıp bilen, ahenkle kusursuz türler yaratanınız; katında! “. Bu yüzden ki, ‘Allâhû Teâlâ’, tövbelerinizi kabul eyledi. Şüphesiz ki O… O’dur ki, itaate dönenin tövbesini kabul eyleyen, cezadan vazgeçen; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşeden!
>2:28, 2:54, 2:243, 4:66<
2:55 Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus sâikatu ve entum tenzurûn (tenzurûne).
Ve demiştiniz ki: „ Yâ Mûsâ! Bizler, asla inanmayız sana Allâh’ı açıkça görmedikçe! “. Bunun üzerine sizleri aldı bir çarpılma ve sizler bakınırken.
2:56 Summe beasnâkum min ba’di mevtikum leallekum teşkurûn (teşkurûne).
Sonra dirilttik ‘yeniden türeterek’ sizleri, ölümünüzün ardından. Ki, belki şükredersiniz!
2:57 Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn (yazlimûne).
Ve gölgeledik üzerlerinize bulutu! Ve indirdik üzerlerinize kudret helvası ve bıldırcın! Ki yiyin temizlerinden, sizleri rızıklandırdığımız şeylerden! Ve ‘onlar’ Bize zulmetmediler; ve lâkin ‘günaha sebebiyet vererek’, benliklerine zulmediyorlardı.
2:58 Ve iz kulnâdhulû hâzihil karyete fe kulû minhâ haysu şi’tum ragaden vedhulûl bâbe succeden ve kûlû hıttatun nagfir lekum hatâyâkum ve senezîdul muhsinîn (muhsinîne).
Ve bir zaman (Tîh sahrasından çıktıktan sonra) demiştik ki: „ Girin buradaki memlekete! O hâlde ‘isterseniz’ yiyin ondan ‘imkânlarından’, dilediğiniz yerden bol bol! Ve girin kapıdan ‘Allâhû Teâlâ’nın huzurunda’ yere kapanarak! Ve deyin ki: „Hıtta! (İstiğfar etmek)“. Ki, bağışlayalım sizlere hatalarınızı. “. Ve ‘mükâfatlarını’ ziyade edeceğiz ‘kendisini’ koruyan, iyilere.
2:59 Fe beddelellezîne zalemû kavlen gayrellezî kîle lehum fe enzelnâ alellezîne zalemû riczen mines semâi bimâ kânû yefsukûn (yefsukûne).
Ne var ki, değiştirir zalim kimseler, ‘hıtta (istiğfar etmek)’ sözünü ki o, onlara söylenenden başkasıyla (buğday manasındaki hınta ile).* Bu yüzden indirdik üzerlerine zalim kimselerin, gökten murdarlık ki, fesat olmaları sebebiyle.
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:60 Ve izisteskâ mûsâ li kavmihî fe kulnâdrib bi asâkel hacer (hacere) fenfeceret minhusnetâ aşrete aynâ (aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum kulû veşrebû min rızkıllâhi ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn (mufsidîne).
Ve su istediği zaman Mûsâ, halkı için. Bunun üzerine dedik ki: „ Vur asanla taşa! “. Hemen fışkırdı ondan on iki göze olarak. Bilmişti insanların her biri kendi içeceği yeri. Ki: „ ‘İsterseniz’ yiyin ve için Allâh’ın rızkından! Ve karışıklık çıkarmayın yeryüzünde, bozguncular ‘olup’! “.
2:61 Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbira alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr (hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh (minallâhi), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayril hak (hakkı), zâlike bi mâ asav ve kânû ya’tedûn (ya’tedûne).
Ve demiştiniz ki: „ Yâ Mûsâ! Asla sabredemeyiz bir yemekle! Artık davet ‘dua’ et bizler için Rabbine ki, çıkarsın bizlere yerin yetiştirdiği şeylerden, baklasından ve acurundan ve sarımsağından ve mercimeğinden ve soğanından! “. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Yerine mi koyuyorsunuz ki o, daha az olanla o ki, en hayırlısı olan ‘özgürlüğü’?! İnin ‘Mısır’ şehrine o hâlde, muhakkak ki, ‘orada var’ gereksindiğiniz şeyler! “. Ve vuruldu üzerlerine zillet ve meskensizlik; ve uğradılar Allâh’tan gazaba. İşte bu, inkâr ediyor olmaları sebebiyledir, Allâh’ın âyetlerini. Ve öldürüyorlar bildiricileri (peygamber) hak dışı. İşte bu, âsilik sebebiyledir ve aşırılık ediyor olmalarındandır.
2:62 İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır; ve Yahudi kimseler ve Hristiyanlar ve Sâbiîlerden kim, ‘samimi’ inanır Allâh’a ve âhir ‘son’ güne ve gayretleri erdemliyse, artık onlara ecirleri, Rablerinin katındadır! Ve korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!
SÂBİÎLİK – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
2:63 Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr (tûra) huzû mâ ateynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn (tettekûne).
Ve aldığı zaman kesin sözünüzü ve yükselttik üstünüze Tur’u (Sînâ’daki Tur dağının düşen parçalarının mağara oluşturup, gölgelik olması)** Ki, alın ‘uygulayın’ sizlere verdiğimiz şeyleri (Tevrât) kuvvetle! Ve hatırda tutun içindeki şeyleri! Ki, belki ‘günahlardan’ korunursunuz!
>7:143, 7:171, 16:81<
Sînâ’daki Tur dağının mağara olması – ÎKRA.vision
2:64 Summe tevelleytum min ba’di zâlik (zâlike), fe lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu le kuntum minel hâsirîn (hâsirîne).
Sonra ‘geçmişe’ döndünüz işte bunun ardından. Ancak oysa ki, olmasaydı Allâh’ın liyakati, üzerlerinize ve bahşetmesi, bağışlaması, merhametle esirgemesi, elbette olurdunuz hüsrana uğrayanlardan!
2:65 Ve lekad alimtumullezîne’tedev minkum fîs sebti fe kulnâ lehum kûnû kıradeten hâsiîn (hasiîne).
Ve andolsun ki, biliyorsunuz o kimseleri ki, sizlerden, çiğneyenleri Cumartesi’leri (kutsal şabat tatili) ‘ihlâl ederek’.* Bunun üzerine dedik ki onlara: „ Olun ‘soytarı’ alçak maymunlar! “.*
>2:65, 4:154, 16:124<
2:66 Fe cealnâhâ nekâlen li mâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ ve mev’ızaten lil muttakîn (muttakîne).
Artık kıldık onu ‘ibretlik’ yaptırım ki, önlerindeki kimseler için ve ‘gelecek olan’ arkasındakilere; ve nasihattir ‘günahlardan’ korunanlara!
2:67 Ve iz kâle mûsâ li kavmihî innallâhe ye’murukum en tezbehû bakarah (bakaraten), kâlû e tettehızunâ huzuvâ (huzuven), kâle eûzu billâhi en ekûne minel câhilîn (câhilîne).
Ve demişti ki Mûsâ, halkına: „ Muhakkak ki Allâh, emrediyor sizlere ki, bir ineği boğazını kesmenizi! “. Dediler ki: „ Alay mı ediyorsun bizlerle? “. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Sığınırım Allâh’a, cahillerden ‘düşüncesizlerden’ olmamdan. “.*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
2:68 Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiy (hiye), kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ fâridun ve lâ bikr (bikrun), avânun beyne zâlik (zalike) fef’alû mâ tu’merûn (tu’merune).
Dediler ki: „ Davet ‘dua’ et bizler için Rabbine ki, beyan etsin bizlere, onun ne ‘cins olduğunu’! “. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Muhakkak ki O, diyor ki, mutlaka o, bir inektir ki, ne yaşlı ve ne de genç, orta yaşta işte bunların ‘ikisinin’ arasında. Artık uygulayın emredildiğiniz şeyi! “.
2:69 Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ levnuhâ, kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun safrâu, fâkiun levnuhâ tesurrun nâzırîn (nâzirîne).
Dediler ki: „ Davet ‘dua’ et bizler için Rabbine ki, beyan etsin bizlere, onun rengi nedir! “. ‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Muhakkak ki O, diyor ki, mutlaka o, bir inektir ki, sarı, ışıldar renkli, bakanların beğendiği! “.
2:70 Kâlûd’u lenâ rabbeke yubeyyin lenâ mâ hiye, innel bakara teşâbehe aleynâ, ve innâ in şâallâhu le muhtedûn (muhtedûne).
Dediler ki: „ Davet ‘dua’ et bizler için Rabbine ki, ‘daha açık’ beyan etsin bizlere, onun ne ‘cins olduğunu’! Doğrusu o inek, diğerlerine benziyor bizlerce. Ve muhakkak ki, eğer dilerse Allâh, yönlendiriliriz! “.
2:71 Kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ zelûlun tusîrul arda ve lâ teskıl hars (harse), musellemetun lâ şiyete fîhâ kâlûl’âne ci’te bil hakk (hakkı), fe zebehûhâ ve mâ kâdû yef’alûn (yef’alûne).
‘Mûsâ aleyhisselâm’ dedi ki: „ Muhakkak ki O, diyor ki, mutlaka o, bir inektir ki, boyunduruk altına alınmamış, toprak süren ve ekin sulayan da değildir; muaftır ‘başıboştur’, leke yoktur onda. “. Dediler ki: „ Şimdi gerçek ‘tarifini’ getirdin! “. Böylelikle onu ‘tanımlanan düveyi bulup’ boğazını kestiler. Ve neredeyse uygulamayacaklardı.
2:72 Ve iz kateltum nefsen feddâre’tum fîhâ vallâhu muhricun mâ kuntum tektumûn (tektumûne).
Ve katletmiştiniz hemcinsinizden ‘birini’, ne var ki ondaki ‘suça’ çekiştiniz. Ve Allâh, ‘ortaya’ çıkarandır; ‘sır olarak’ gizliyor olduğunuz şeyleri!
2:73 Fe kulnâdribûhu bi ba’dıhâ kezâlike yuhyîllâhul mevtâ ve yurîkum âyâtihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).
Bunun üzerine dedik ki: „ Ona ‘maktule’ vurun, onun ‘ineğin’ bir parçasıyla! “.* İşte böyle Allâh, yaşatır ölüleri ve sizlere gösterir âyetlerini ‘alâmetlerini’! Ki, belki akıl yürütürsünüz!
(Faili meçhul cinayetleri çözmek için uygulanan bir yöntemdi. Buna göre, kim gelir de düvenin üzerinde elini yıkarsa o cinayeti işlememiş kabul edilirdi. Tesniye 21: 6-7 “Ve o şehrin bütün ihtiyarları, öldürülmüş adama en yakın olanlar, vadide kurban edilmiş olan düvenin üzerinde ellerini yıkayacaklar ve cevap verip diyecekler ki: ellerimiz bu kanı dökmedi ve gözlerimiz onu görmedi.”)
2:74 Summe kaset kulûbukum min ba’di zâlike fe hiye kel hıcâreti ev eşeddu kasveh (kasveten), ve inne minel hıcâreti lemâ yetefecceru minhul enhâr (enhâru), ve inne minhâ lemâ yeşşakkaku fe yahrucu minhul mâu, ve inne minhâ lemâyehbitu min haşyetillâh (haşyetillâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).
Sonra katılaştı kalpleriniz işte bunun ardından, öyle ki, o taşlar gibi veya daha şiddetli katılıkta. Ve muhakkak taşlardan öylelerinden ki, fışkırır ondan nehirler ve muhakkak ki onlardan öylelerinden de, yarılır bu yüzden çıkar içinden su. Ve muhakkak ki öyleleri de aşağı yuvarlanır iner, Allâh korkusuyla. Ve değildir Allâh bihaber, gayret ettiğiniz şeylerden!
2:75 E fe tatmeûne en yu’minû lekum ve kad kâne ferîkun minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuharrifûnehu min ba’di mâ akalûhu ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).
Umuyor musunuz ki, onların, inanmalarını sizlere? Ve olmuştu bir kısmı onlardan ki, duyarlardı Allâh’ın kelâmını ‘hakikat bilgisini’, sonra da tahrif ederlerdi ‘yönlendirilmenin’ ardından o şeyi ki, akıl edip ‘anlayıp’ ve bildikleri ‘hâlde’.*
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:76 Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e tuhaddisûnehum bi mâ fetehallâhu aleykum li yuhâccûkum bihî inde rabbikum e fe lâ ta’kılûn (ta’kılûne).
Ve buluştukları zaman, ‘samimi’ inanan kimselerle, dediler ki: „ ‘Samimi’ inandık! “. Ve yalnız kaldıkları zaman ve birbirlerine, dediler ki: „ Anlatıyor musunuz onlara, Allâh’ın açtığı şeyleri ‘Tevrât bilgilerini’, sizlere? Ki, aleyhinize kanıtlarla tartışırlar onunla Rabbinizin huzurunda.* Hâlâ akıl yürütmez misiniz!? “.
>2:76, 3:73, 42:13, 42:14, 42:15, 42:16<
2:77 E ve lâ ya’lemûne ennallâhe ya’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn (yu’linûne).
Ve bilmezler mi ki, Allâh’ın biliyor olduğunu, sırlarını ve açıkladıkları şeyleri?!*
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
2:78 Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emâniyye ve in hum illâ yezunnûn (yezunnûne).
Ve onlardan ‘İlâhî esaslar adına bir şey’ bilmeyenler, kitabı ‘hakikat bilgisini’ bilmezler. ‘Bildikleri’ hayallerden başka ‘bir şey’ değildir. Ve onlar ancak zanna uyarlar!
2:79 Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ (kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn (yeksibûne).
Bu yüzden vay hallerine onların ki, yazarlar kitabı ‘hakikat bilgisini’ elleriyle, sonra da diyorlar ki: „ Bu, Allâh’ın katındandır! “. Pazarlamak için onu, az bir bedele.* Bu yüzden vay hallerine onların ki, elleriyle yazdıkları şeylerden ‘cezalandırılacak olmalarına’. Ve vay hallerine onların ki, kazandıkları şeylerden ‘cezalandırılacak olmalarına’.
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:80 Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh (ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu (ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve ‘Yahudiler’ dediler ki: „ Asla dokunmaz bizlere ateş, adedi ‘vadeli’ günler dışında! “. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Edindiniz mi bir taahhüt, Allâh’ın katından? O hâlde Allâh, asla ihtilâf etmez taahhüdüne! Yoksa, Allâh ‘adına’ bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz!? “.*
>2:168, 2:169, 7:33, 16:116<
2:81 Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
Yok kim, kazandıysa kötülük ‘vebal’ ve kuşattı onun hataları onunla ‘günahla kendisini’; o hâlde işte onlar, ateş ‘cehennem’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
2:82 Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ulâike ashâbul cenneh (cenneti), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
Ve o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; işte onlar ki, has bahçe ‘cennet’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
2:83 Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât (zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn (mu’ridûne).
Ve ‘bir’ zaman aldık kesin söz, İsrâîloğullarından ki, ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk etmeyin, Allâh dışında ‘kimseye’!* Ve ebeveyne iyilikle ‘davranmayı’! Ve akrabalara ve yetimlere ve meskensizlere ‘yoksullara’!* Ve söyleyin insanlara ‘konuşunca’ güzellikle! Ve uygulayın ibadeti ‘namazı’!** Ve verin zekâtı! Sonra ‘geçmişe’ döndünüz, sizlerden birazı dışında. Ve sizler, ‘hakikat bilgisine’ aldırış etmeyenlersiniz!
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
>4:36, 6:151, 16:90, 17:23, 28:77, 55:60, 71:28<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
Âdem aleyhisselâm’dan beri Allâhû Teâlâ’nın inananlara emri – ÎKRA.vision
2:84 Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn (teşhedûne).
Ve aldığı zaman kesin sözünüzü, dökmeyin kanlarınızı ve çıkarmayın canlarınıza ‘kıyıp’ diyarınızdan! Ki, sonra tasdiklediniz! Ve sizler ‘buna Tevrât ile’ şahitlerken!
2:85 Summe entum hâulâi taktulûne enfusekum ve tuhricûne ferîkan minkummin diyârihim, tezâharûne aleyhim bil ismi vel udvân (udvâni), ve in ye’tûkum usârâ tufâdûhum ve huve muharremun aleykum ihrâcuhum e fe tu’minûne bi ba’dil kitâbive tekfurûne bi ba’d (ba’dın), fe mâ cezâu men yef’alu zâlike minkum illâ hızyun fîl hayâtid dunyâ, ve yevmel kıyâmeti yureddûne ilâ eşeddil azâb (azâbi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).
Sonra ‘işte’ sizler busunuz! Ki, öldürüyorsunuz hemcinslerinizi* ve çıkarıyorsunuz sizlerden bir kısmını diyarlarından; ve dayanışıyorsunuz aleyhlerine, günah ve düşmanlıkta! Ve sizlere geldiklerinde ise esir olarak, fidyelersiniz onları. Ve o, haram ‘caiz olmaz’ olduğu hâlde üzerlerinize onların çıkarılmaları ‘diyarlarından’! Yoksa kitabın (Tevrât) ‘fidye’ kısmına inanıyor ve ‘kötülükte dayanışmama’ kısmını inkâr mı ediyorsunuz!? Artık cezası, kim ifa ederse işte böyle, sizlerden, rüsva’lıktan başka ‘bir şey’ değildir dünya hayatında. Ve kıyâmet günü döndürülürler azabın en şiddetlisine!* Ve değildir Allâh bihaber, gayret ettiğiniz şeylerden!
>6:151, 17:31, 17:33, 25:68<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:86 Ulâikellezîneşteravul hayâted dunyâ bil âhireti, fe lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunsarûn (yunsarûne).
İşte onlar, ‘hakikat bilgisini örtenler’, o kimselerdir ki, satın aldılar dünya hayatının ‘geçici menfaatini’, âhiret ‘karşılığında’.* Artık hafifletilmez onlardan azap. Ve onlara yardım olunmaz.
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
2:87 Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe ve kaffeynâ min ba’dihî bir rusuli ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhil kudus (kudusi), e fe kullemâ câekum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusukumustekbertum, fe ferîkan kezzebtum ve ferîkan taktulûn (taktulûne).
Ve andolsun ki, verdik Mûsâ’ya kitap (Tevrât). Ve takip ettirdik bunun ardından ‘nice’ elçileri.* Ve verdik Meryem oğlu Îsâ’ya ayan beyan ‘deliller’. Ve destekledik onu, Ruh’ûl Kudüs (Kutsal Ruh; Melek) ile.* Öyle ki, her defasında geldiğinde sizlere ‘bir’ elçi, canlarınız istemediği şeylerle, kibirlendiniz! Bu yüzden bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz!
>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<
>5:110, 16:2, 16:102, 17:85, 58:22, 66:12<
2:88 Ve kâlû kulûbunâ gulf (gulfun), bel leanehumullâhu bi kufrihim fe kalîlen mâ yu’minun (yu’minûne).
Ve derler ki: „ Kalplerimiz ‘inandığınıza’ katmanlı! “. Ki lânetledi onları Allâh, nankörlükleri sebebiyle. Bu yüzden, (Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiği neticesine)* ne de az inanırlar!*
>2:6, 6:12, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 8:55, 10:39, 10:40, 10:96, 10:97, 17:10, 26:201<
2:89 Ve lemmâ câehum kitâbun min indillâhi musaddikun limâ meahum, ve kânû min kablu yesteftihûne alellezîne keferû, fe lemmâ câehum mâ arafû keferû bihî, fe la’netullâhi alel kâfirîn (kâfirîne).
Ve ‘kabullenmediler’ geldiğinde onlara ‘Yahudilere’ bir kitap (Kur’ân-ı Kerîm), Allâh’ın katından; ki, onaylayandır beraberlerindeki sebebi (Tevrât).* Ve öncesinden ‘Allâhû Teâlâ’dan, gönderilecek elçi vesilesiyle’ zafer istiyorlardı, ‘hakikat bilgisini’ inkâr eden kimselere karşı.* Ne var ki, tanıdıkları şey ‘Kur’ân-ı Kerîm ve elçi’ geldiğinde onlara, onu inkâr ettiler. Bu yüzden, Allâh’ın lâneti, üzerlerinedir ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışların.*
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
>2:246, 8:19<
>2159, 2:161, 3:85, 3:86<
2:90 Bi’semeşterav bihî enfusehum en yekfurû bi mâ enzelallâhu bagyen en yunezzilallâhu min fadlihî alâ men yeşâu min ibâdih (ibâdihî), fe bâû bi gadabin alâ gadab (gadabin), ve lil kâfirîne azâbun muhîn (muhînun).
Ne kötü, satın aldıkları şey onunla, canlarına ‘karşı’ ki, inkâr etmekle indirdiği şeyi Allâh’ın ‘âyetlerindeki hükümlerini’, haddi aşarak. Ki indirmesine Allâh’ın, liyakatlinden, kullarından dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye. Bu yüzden uğradılar gazap üstüne gazaba. Ve ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar içindir, alçaltıcı azap.*
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:91 Ve izâ kîle lehum âminû bi mâ enzelallâhu kâlû nu’minu bi mâ unzile aleynâ ve yekfurûne bi mâ verâehu ve huvel hakku musaddikan limâ meahum kul fe lime taktulûne enbiyâallâhi min kablu in kuntum mu’minîn (mu’minîne).
Ve denildiği zaman onlara ‘hakikati örtmeye şartlanmışlara’: „ İnanın, indirdiği şeye Allâh’ın ‘âyetlerine’! “; derler ki: „ İnanıyoruz, bizlere indirilen şeye! “. Ve onun ardındaki şeyi ‘diğer mukaddes kitapları’ inkâr ediyorlar.* Ve o, gerçektir ve onaylayandır beraberlerindeki sebebi (Tevrât)! ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Öyleyse neden öldürüyordunuz Allâh’ın bildiricilerini (peygamber), daha önceden, eğer ‘samimi’ inananlarsanız?! “.
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
2:92 Ve lekad câekum mûsâ bil beyyinâti summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn (zâlimûne).
Ve andolsun ki, Mûsâ geldi sizlere ayan beyan ‘delillerle’. Sonra ‘tanrı’ edindiniz buzağıyı, bunun ardından! Ve sizler zalimlersiniz!
2:93 Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr (tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).
Ve aldığı zaman kesin sözünüzü ve yükselttik üstünüze Tur’u (Sînâ’daki Tur dağının düşen parçalarının mağara oluşturup, gölgelik olması).** Ki, alın ‘uygulayın’ sizlere verdiğimiz şeyleri (Tevrât) kuvvetle ve ‘uyarılarını’ dinleyin! Dediler ki: „ İşittik ve âsiyiz! “. Ve sindirildi kalplerine buzağı ‘sevgisi’, nankörlükleri sebebiyle. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ne kötü şey emrediyor onunla inancınız ki, eğer ‘samimi’ inananlarsanız! “.
>7:143, 7:171, 16:81<
Sînâ’daki Tur dağının mağara olması – ÎKRA.vision
2:94 Kul in kânet lekumud dârul âhiretu indallâhi hâlisaten min dûnin nâsi fe temennevûl mevte in kuntum sâdikîn (sâdikîne).
‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Ki, ‘yalnızca’ sizlere olduysa Allâh’ın katındaki, âhiret diyarı ki, insanlardan ziyade; o hâlde temenni edin ölümü, eğer samimilerseniz! “.
2:95 Ve len yetemennevhu ebeden bimâ kaddemet eydîhim vallâhu alîmun biz zâlimîn (zâlimîne).
Ve asla onu temenni etmezler ebedîyen, elleriyle sundukları şeylerden. Ve Allâh, en iyi bilendir; zalimleri!
2:96 Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh (senetin), ve mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en yuammer (yuammere), vallâhu basîrun bimâ ya’melûn (ya’melûne).
Ve mutlaka bulursun onları ki, en hırslısı insanlardan hayata karşı ve ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıran kimselerden bile ‘daha çok’. Arzularlar ki, ‘yaşamayı’ onlardan ‘her’ biri eğer ömürlendirilseler bin sene. Ve o, değildir onu iteleyici azaptan ki, ömürlendirilse de. Ve Allâh, her hâliyle görendir; gayret ettikleri şeyleri!
2:97 Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn (mu’minîne).
‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Düşman olan kimse, Cebrâîl’e, artık ‘bilsin ki’, muhakkak ki o ‘Cebrâîl aleyhisselâm’, onu (Kur’ân-ı Kerîm) indirdi kalbine ki, Allâh’ın izniyle! “.* Ki, onaylayandır ellerindeki şeyi ‘diğer mukaddes kitapları’;* ve yönlendirilmeye ‘vesiledir’ ve müjdedir, ‘samimi’ inananlara!
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
2:98 Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn (kâfirîne).
Düşman olan kimse, Allâh’a ve meleklerine ve elçilerine ve Cebrâîl’e ve Mîkâîl’e, o hâlde muhakkak ki Allâh ta, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlara düşmandır!
2:99 Ve lekad enzelnâ ileyke âyâtin beyyinât (beyyinâtin), ve mâ yekfuru bihâ illel fâsikûn (fâsikûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve andolsun ki, Biz indirdik sana, ayan beyan âyetleri!* Ve inkâr etmezler onu fesatlardan başkası.
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
2:100 E ve kullemâ âhedû ahden nebezehu ferîkun minhum bel ekseruhum lâ yu’minûn (yu’minûne).
Ve her defasında taahhüt ettiler de, taahhüdü atmadılar mı onlardan bir kısmı? Yok onların birçoğu, inanmazlar!*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
2:101 Ve lemmâ câehum resûlun min indillâhi musaddikun limâ meahum nebeze ferîkun minellezîne ûtûl kitâb (kitâbe), kitâballâhi verâe zuhûrihim ke ennehum lâ ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve geldiğinde onlara ‘bir’ elçi Allâh’ın katından, ki, onaylayandır beraberlerindeki sebebi (Tevrât); attı o kimseler, kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen, ‘Yahudilerden’ bir kısmı, Allâh’ın kitabını, artlarına ki, sırtlarını ‘çevirerek’ onun olduğunu bilmezlermiş gibi.*
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
2:102 Vettebeû mâ tetlûş şeyâtînu alâ mulki suleymân (suleymâne) ve mâ kefere suleymânu ve lâkinneş şeyâtîne keferû yuallimûnen nâses sihrâ, ve mâ unzile alel melekeyni bi bâbile hârûte ve mârût (mârûte), ve mâ yuallimâni min ehadin hattâ yekûlâ innemâ nahnu fitnetun fe lâ tekfur fe yeteallemûne minhumâ mâ yuferrikûne bihî beynel mer’i ve zevcih (zevcihî), ve mâ hum bi dârrîne bihî min ehadin illâ bi iznillâh (iznillâhi), ve yeteallemûne mâ yadurruhum ve lâ yenfeuhum ve lekad alimû le menişterâhu mâ lehu fîl âhireti min halâkın, ve le bi’se mâ şerev bihî enfusehum lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve uydular şeytanların (âsiler) kıraat ettiği şeylere ki, Süleymân, saltanatı, hükümdarlığını ‘büyü yaparak kazanıyor diye’. Ve Süleymân ‘büyü yapıp, hakikati’ inkâr etmedi. Ve lâkin şeytanlar nankörlük ettiler, büyüyü insanlara öğretmekle; ve indirilen şeyle Babil’deki iki Melek, Hârût ve Mârût’a. Ve o ikisi öğretmezlerdi ‘hiç’ bir ‘kimseye’ demedikçe ki: „ Biz ancak bir sınanma ‘vesilesiyiz’;* öyleyse ‘hakikat bilgisini’ inkâr etmeyin! “. Buna rağmen öğreniyorlardı onlardan, onunla ‘büyüyle’ arasını açan şeyleri, bir adam ve eşinin. Ve zarar verebilecek değillerdi onunla ‘hiç’ birine ki, izni olmaksızın Allâh’ın. Ve öğreniyorlardı ‘büyüyü ki, hiçbir’ zarar vermez şeyler onlara ve ne de fayda sağlar onlara. Ve andolsun ki, bildiler ‘öğrendiler’ elbette ‘o’ kişiler ki, pazarlayanlar onu ‘büyüyü’ ki, yoktur ona âhirette, hissesine düşen ‘sevap’.* Ve elbette ne kötü şey, pazarladıkları canlarına ‘karşı’! Keşke biliyor olsalardı!
>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<
>2:200, 10:7, 10:8, 11:15, 11:16, 17:18, 17:19, 17:20, 42:20<
2:103 Ve lev ennehum âmenû vettekav le mesûbetun min indillâhi hayr (hayrun), lev kânû ya’lemûn (ya’lemûne).
Ve eğer olsaydı onlar da, ‘samimi’ inananlar ve ‘günahlardan’ korunanlar, elbette musibeti, Allâh’ın katında, en hayırlısıdır. Keşke biliyor olsalardı!
2:104 Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tekûlû râinâ ve kûlûnzurnâ vesmeû ve lil kâfirîne azâbun elîm (elîmun).
Ey inançlı kimseler! Demeyin ki: „ ‘Râi-nâ’ gözet bizleri! “ (İbranicede: ahmak, davar gibi güdülmek). Ve deyin ki: „ ‘Unzur-nâ’ bak bizlere! “. Ve ‘uyarıları’ dinleyin! Ve ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlar içindir, elem azap.*
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:105 Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil azîm (azîmi).
Arzulamazlar ne ‘diğer’ kitapların erbaplarından (Yahudiler ve Hristiyanlar) o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; ve ne de ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıranlar, indirilmesini üzerlerinize hayırdan ki, Rabbinizden. Ve Allâh, tahsis eder bahşetmesini, bağışlamasını, merhametle esirgemesini, dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye.* Ve Allâh, büyük liyakat sahibidir!
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
2:106 Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne’ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem ta’lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Bir şeyi feshedersek âyetten ‘alâmetten’, veya onu unutturursak, getiririz ondan ‘daha’ hayırlısını veya onun benzerini.* Bilmez misin ki, Allâh’ın, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretli olduğunu!
>4:82, 6:35, 6:37, 7:203, 13:7, 13:38, 20:133, 23:71, 29:51<
(Bu konu, hakikati örtmeye şartlanmışların alâmet beklentisi üzerinedir; aksi hâlde 4:82’de bildirilenle, çelişki ortaya çıkar!)
2:107 E lem ta’lem ennellâhe lehu mulkus semâvâti vel ard (ardı), ve mâ lekum min dûnillâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).
Bilmez misin ki Allâh’ın, Zât’ının olduğunu saltanatın, hükümranlığın göklerde ve yerde! Ve yoktur sizlere, Allâh’tan ziyade himayeci ve ne de yardımcı!
2:108 Em turîdûne en tes’elû resûlekum kemâ suile mûsâ min kabl (kablu), ve men yetebeddelil kufra bil îmâni fe kad dalle sevâes sebîl (sebîli).
Yoksa muradınız sorgulamak mı elçinizi? Mûsâ’ya sorulduğu gibi daha önceleri.* Ve kim değiştirirse inkârı, inanç ile, o hâlde sapmış olur orantılı yoldan.
>4:80, 4:153<
2:109 Vedde kesîrun min ehlil kitâbi lev yeruddûnekum min ba’di îmânikum kuffârâ (kuffâran), haseden min indi enfusihim min ba’di mâ tebeyyene lehumul hakk (hakku), fa’fû vasfehû hattâ ye’tiyallâhu bi emrih (emrihî), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Arzularlar ki, ‘diğer’ kitapların erbaplarından (Yahudiler ve Hristiyanlar) birçoğu, döndürebilseler sizleri inancınızın ardından, inkâra. Ki, hasetten benliklerine belli olmasının ardından hakk ‘İlâhî esaslar’. Yine de affedin ve hoş görün, getirinceye kadar, emrini ‘hükmünü’ Allâh! Şüphesiz ki Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
2:110 Ve ekîmus salâte ve âtûz zekât (zekâte), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâh (indallâhi) innallâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).
Ve uygulayın ibadeti ‘namazı’!* Ve verin zekâtı! Ve ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ ne sunduysanız hayırdan benlikleriniz için, onu bulursunuz Allâh’ın katında. Şüphesiz ki Allâh, gayret ettiğiniz şeyleri her hâliyle görendir!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:111 Ve kâlû len yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasâr (nasârâ), tilke emâniyyuhum kul hâtû burhânekum in kuntum sâdikîn (sâdikîne).
Ve derler ki: „ Asla giremez has bahçe ‘cennete’, Yahudi veya Hristiyan olan kimse dışında! “. Bunlar, onların hayalleridir. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Getirin delilinizi, eğer samimilerseniz! “.
2:112 Belâ men esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun fe lehû ecruhu inde rabbihî, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
Yok kim, teslim ettiyse yüzünü, Allâh’a (teslimiyeti benimsediyse); ve o, ‘kendisini’ koruyan, iyilerdense; artık ona ecri, Rabbinin katındadır. Ve korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!
2:113 Ve kâletil yahûdu leysetin nasârâ alâ şey’ (şey’in) ve kâletin nasârâ leysetil yahûdu alâ şey’in ve hum yetlûnel kitâb (kitâbe), kezâlike kâlellezine lâ ya’lemûne misle kavlihim, fallâhu yahkumu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn (yahtelifûne).
Ve dediler ki, Yahudiler: „ Hristiyanlar bir şey ‘tutarlı bir inanç’ üzerinde değiller! “. Ve dediler ki, Hristiyanlar: „ Yahudiler bir şey ‘tutarlı bir inanç’ üzerinde değiller! “. Ve onlar, kıraat ediyorlar ‘ve biliyorlar’ kitabı ‘hakikat bilgisini’.* Bunun gibi söylemiştiler, ‘kitap erbabı olmayıp ta’ bilmeyen kimseler de, benzer sözleriyle.* Artık Allâh, hükmeder onların aralarında kıyâmet günü, hakkında ihtilâf ediyor oldukları şeyleri.*
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
>6:60, 9:109, 9:110, 10:19, 24:64, 27:83, 27:84, 27:85<
2:114 Ve men azlemu mimmen menea mesâcidallâhi en yuzkere fîhesmuhu ve seâ fî harâbihâ ulâike mâ kâne lehum en yedhulûhâ illâ hâifîn (hâifîne) lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhireti azâbun azîm (azîmun).
Ve kimdir daha zalim o kimseden ki, mâni oldu Allâh’ın ibadethanelerinde, yâd edilmesini* orada adını O’nun ve uğraştı onların yıkımı için? İşte onlar ki, olamaz onlara, oraya girmeleri korkuları olmaksızın. Onlaradır, dünyada rüsva’lık ve onlaradır, âhirette de büyük azap.*
>2:152, 2:200, 2:239, 3:135, 4:103, 6:118, 20:14, 33:41, 62:9, 62:10<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:115 Ve lillâhil meşriku vel magribu fe eynemâ tuvellû fe semme vechullâh (vechullâhi) innallâhe vâsiun alîm (alîmun).
Ve Allâh’ındır, doğu ve batı. Öyle ki, her nereye dönerseniz artık oradadır Allâh’ın yüzü (Zât’ı, rızası). Şüphesiz ki Allâh, ilmi, kudreti, lütufları geniş, her şeyi kapsayandır; en iyi bilendir!
2:116 Ve kâlûttehazellâhu veleden, subhâneh (subhânehu), bel lehu mâ fîs semâvâti vel ard (ardı), kullun lehu kânitûn (kânitûne).
Ve ‘hakikati örtenler’, derler ki: „ Edindi Allâh, evlât! “. Noksanlık, kusur, âcizlikten ötedir O!* Ki Zât’ının dır, ne varsa göklerde ve yerde! Hepsi de Zât’ına âmâdedirler.**
>2:116, 10:68, 18:4, 19:88, 19:89, 19:90, 19:91, 19:92<
>3:83, 13:15, 16:48, 16:49, 17:44, 17:107, 22:18, 32:15, 41:37, 53:62<
(Allâhû Teâlâ’nın yarattığı tüm ne varsa, Zât’ının koyduğu doğa yasalarına uyup, yaratılış amaçları gereği işlevlerine devam ederler; dolayısıyla, istekli veya isteksiz O’nun buyruğuna riayet etmiş ve kendi usullerince yüceliğini övüp, ibadet etmiş olurlar. Hür iradeyle Allâh’ın rızasını kazananlar ise, O’nun yüceliğini bilinçli bir şekilde över ve ibadet ederler.)
2:117 Bedîus semâvâti vel ard (ardı), ve izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn (yekûnu).
‘Allâhû Teâlâ’, başlatandır, örneksiz, yoktan var etmeye; gökleri ve yeri!* Ve olmasına takdir ettiği zaman, emriyle ‘oluşan her şeye’, artık sadece diyor ki, ona: „ Ol! “; ‘o şey’, hemen ‘harekete geçer, vaktiyle de’ olur!
>2:117, 6:101, 21:104, 30:11, 30:27<
2:118 Ve kâlellezîne lâ ya’lemûne lev lâ yukellimunâllâhu ev te’tînâ âyeh (âyetun), kezâlike kâlellezîne min kablihim misle kavlihim, teşâbehet kulûbuhum, kad beyyennal âyâti li kavmin yûkınûn (yûkınûne).
Ve derler ki, bilmeyen ‘anlamak istemeyen’ kimseler: „ Bizlerle konuşsa ya Allâh, veya bizlere de bir âyet gelse! “. Bunun gibi söylemiştiler onlardan önceki kimseler de, benzer sözleriyle.* Kalpleri birbirine benzedi. Belli ettik âyetleri ‘hakikat bilgisini’, kat’i inanan bir toplum için!*
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
2:119 İnnâ erselnâke bil hakkı beşîren ve nezîren, ve lâ tus’elu an ashâbil cahîm (cahîmi).
‘Yâ Muhammed!’, Muhakkak ki, gönderdik seni hak ile ‘gayeyle, hakikat bilgisi ve cennetle’ müjdeleyici ve ‘kıyâmetle’ uyaran ‘olarak’!* Ve sana mesuliyet yoktur, ‘cehennemin’ alevli ateşi sahabelerinden!
>2:151, 3:164, 3:184, 4:41, 4:166, 6:42, 14:44, 16:44, 16:89, 17:77, 28:47<
2:120 Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr (nasîrin).
‘Yâ Muhammed!’, Ve asla hoşnut olmazlar senden, ne Yahudiler ve ne de Hristiyanlar ki, sen onların milletine ‘aynı inancı paylaşanlara’ uymadıkça!* De ki: „ Muhakkak ki, Allâh’ın yönlendirmesi, o, ‘tek, gerçek’ yönlendirilmedir! “. Ve doğrusu eğer uyarsan ‘onların’ isteklerine ki, sana ne geldiyse ilim ‘hakikat bilgisi’ ardından, yoktur sana Allâh’tan ‘gelecek azaba karşı’ himayeci ve ne de yardımcı!
>5:48, 5:49, 11:12, 11:112, 11:113, 17:74, 28:87<
2:121 Ellezîne âteynâhumul kitâbe yetlûnehu hakka tilâvetih (tilâvetihî) ulâike yu’minûne bih (bihî), ve men yekfur bihî fe ulâike humul hâsirûn (hâsirûne).
O kimseler ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verdiklerimiz onlara ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan bazıları’, kıraat ederler onu (Kur’ân-ı Kerîm’i), hakkıyla ‘titizlikle, gereğince’ aktarılmasını. İşte onlar, ona inananlardır.* Ve kim inkâr ederse onu, o hâlde işte onlar… Onlar, hüsrandalardır!*
>2:121, 6:114, 10:40, 13:36, 28:52, 29:47<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
2:122 Yâ benî isrâîlezkurû ni’metiyelletî en’amtu aleykum ve ennî faddaltukum alel âlemîn (âlemîne).
Ey İsrâîloğulları! Hatırlayın lütfumu ki o, üzerlerinize bağışladığım! Ve doğrusu sizleri liyakatli kıldım, cümle âlemlere!*
İsrailoğullarının liyakatli kılınmış olmaları – ÎKRA.vision
2:123 Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ adlun ve lâ tenfeuhâ şefâatun ve lâ hum yunsarûn (yunsarûne).
Ve korunun o günden* ki, karşılayamaz ‘bir’ can, ‘bir’ cana bir şeyi! Ve ondan ‘kurtulması için’ denklik kabul eylenmez ve fayda sağlamaz ona, şefaat.* Ve onlara yardım olunmaz.
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
>6:164, 17:15, 29:12, 31:33, 35:18, 39:7, 53:38<
2:124 Ve izibtelâ ibrâhîme rabbuhu bi kelimâtin fe etemmehun (etemmehunne), kâle innî câiluke lin nâsi imâmâ (imâmen), kâle ve min zurriyyetî kâle lâ yenâlu ahdiz zâlimîn (zâlimîne).
Ve yoklamıştı İbrâhîm’i Rabbi, kelimelerle ‘hükümlerle, o’ nihayet onları tamamladı da; ‘Rabbi de ona’ dedi ki: „ Mutlaka Ben, seni, kılanım insanlara rehber! “. ‘İbrâhîm aleyhisselâm da’ dedi ki: „ Ve benim soyumdan da! “. ‘Rabbi’ dedi ki: „ Eremezler taahhüdüme zalimler! “.**
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
2:125 Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ (emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ (musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd (sucûdi).
Ve kıldık Ev’i (Kâbe), sevap kazanılan toplanma yeri, insanlar için ve emniyetli; ve edinin mahallînden İbrâhîm’in, bir ibadet yeri!* Ve ‘görevi üstlenmeyi’ taahhüt ettik İbrâhîm’e ve İsmâîl’e ki, temizlemeyi evimi, tavaf (etrafında dolaşarak yerine getirilen ibadet) edenler için ve ‘kendini’ ibadete verenlere ve ‘Allâhû Teâlâ’nın huzurunda’ eğilenlere ve yere kapananlara!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:126 Ve iz kâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminen verzuk ehlehu mines semerâti men âmene minhum billâhi vel yevmil âhir (âhiri), kâle ve men kefere fe umettiuhu kalîlen summe adtarruhu ilâ azâbin nâr (nâri), ve bi’sel masîr (masîru).
Ve demişti ki İbrâhîm: „ Rabbim… Kıl bu beldeyi (Mekke) emniyetli!* Ve rızıklandır mahsullerle ahalisini! Kim ‘samimi’ inanırsa onlardan, Allâh’a ve âhir ‘son’ güne! “. ‘Allâhû Teâlâ, vahiyle’** dedi ki: „ Ve kim, ‘hakikat bilgisini’ inkâr ederse, artık menfaatlendirir onu biraz ‘dünya yaşamı boyunca’,* sonra dayatırım ona, ateş azabını! “.* Ve ne kötü varış!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:127 Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti veismâîl (ismâîlu) rabbenâ tekabbel minnâ inneke entes semîul alîm (alîmu).
Ve yükselttikleri zaman İbrâhîm, Ev’in (Kâbe)* temellerini ve İsmâîl: „ Rabbimiz… Bizden kabul buyur! Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:128 Rabbenâ vec’alnâ muslimeyni leke ve min zurriyyetinâ ummeten muslimeten leke ve erinâ menâsikenâ ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm (rahîmu).
Rabbimiz… Ve kıl bizi, Sana iki Müslümanlar (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen)! Ve soyumuzdan da, Sana teslimiyeti benimsemiş bir ümmet! Ve bizlere göster ayinlerimizi ve tövbemizi kabul eyle!* Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, itaate dönenin tövbesini kabul eyleyen, cezadan vazgeçen; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşeden!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:129 Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum yetlû aleyhim âyâtike ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmete ve yuzekkîhim inneke entel azîzul hakîm (hakîmu).
Rabbimiz… Ve harekete geçir onların içlerinden ‘bir’ elçi! Ki, kıraat etsin onlara âyetlerini. Ve öğretir kitabı ‘hakikat bilgisini’ ve hükümleri. Ve arındırsın onları ‘cehaletten, günahlardan’.* Şüphesiz ki Sen… Sen’sin, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden! “.
>2:129, 9:99, 9:103, 28:59<
2:130 Ve men yergabu an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefseh (nefsehu), ve lekadistafeynâhufîd dunyâ, ve innehu fîlâhireti le mines sâlihîn (sâlihîne).
Ve kimdir ki, rağbet etmez İbrâhîm’in milletini (İslâm inancını paylaşanların dîni), kendi benliğine akıl erdirmekten yoksun ‘kılan’ kimseden başka? Ve andolsun ki, seçkin kıldık onu, dünyada; ve muhakkak ki o, âhirette de elbette erdemlilerdendir.
2:131 İz kâle lehû rabbuhû eslim kâle eslemtu li rabbil âlemîn (âlemîne).
Demişti ki ona, Rabbi: „ Teslimiyeti benimse! “. ‘İbrâhîm aleyhisselâm’ dedi ki: „ Teslimiyeti benimsedim; ‘yöneldim’ var olan her şeyin Rabbine! “.
2:132 Ve vassâ bihâ ibrâhîmu benîhi ve ya’kûb (ya’kûbu), yâ beniyye innallâhestafâ lekumud dîne fe lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn (muslimûne).
Ve vasiyet etti İbrâhîm onu oğullarına. Ve (torunu) Yâkub da: „ Ey oğullarım! Muhakkak ki Allâh, seçkin kıldık sizlere bu dîni ‘İslâm’ı’!* Öyleyse ölmeyin ve sizler, Müslümanlar (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen) olmadıkça! “.
>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<
2:133 Em kuntum şuhedâe iz hadara ya’kûbel mevtu, iz kâle li benîhi mâ ta’budûne min ba’dî kâlû na’budu ilâheke ve ilâhe âbâike ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ilâhen vâhidâ (vahiden) ve nahnu lehu muslimûn (muslimûne).
Yoksa oldunuz mu şahitler ki, hazır olduğu zaman Yâkub’a, ölüm; demişti ki, oğullarına: „ Neye ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edersiniz sonradan? “. Dediler ki: „ Senin İlâhına kulluk ederiz ve ataların İbrâhîm ve İsmâîl ve İshâk’ın ilâhı, tek İlâha!* Ve bizler, Zât’ına Müslümanlarız (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen)! “.
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
2:134 Tilke ummetun kad halet, lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum, ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn (ya’melûne).
Bunlar, bir ümmetti ki, gelip geçmiş. Ki, kazandıkları şeyler ‘kendilerine’ ve sizlerin kazandıklarınız şeyler de ‘sizleredir’! Ve yoktur sizlere mesuliyet, gayret ediyor oldukları şeylerden!
2:135 Ve kâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû kul bel millete ibrâhîme hanîfâ (hanîfen), ve mâ kâne minel muşrikîn (muşrikîne).
Ve derler ki: „ Yahudi veya Hristiyan olun ki, ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlenirsiniz! “. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ İbrâhîm’in milleti, Hanif’tir (yegâne İlâh’a inanan) ‘ki, bizde aynı inancı paylaşırız’! “.* Ve olmadı ‘İbrâhîm aleyhisselâm, Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıranlardan.*
>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<
>6:79, 6:121, 6:137, 9:6, 30:31, 60:4<
2:136 Kûlû âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ ve mâ unzile ilâ ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâtı ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ ve mâ ûtiyen nebiyyûne min rabbihim, lâ nuferriku beyne ehadin minhum ve nahnu lehu muslimûn (muslimûne).
‘Onlara’ deyin ki: „ ‘Samimi’ inandık Allâh’a ve bizlere indirilen şeye (Kur’ân-ı Kerîm’e) ve indirilen şeye ‘diğer mukaddes kitaplara’, İbrâhîm’e ve İsmâîl’e ve İshâk’a ve Yâkub’a (İbrâhîm aleyhisselâm’ın torunu) ve ‘onun’ torunlarına ve verilen şeye Mûsâ’ya ve Îsâ’ya (Tevrât ve İncîl) ve verilen şeye ‘İlâhî sayfalar, kitaplar ve vahiylere, diğer’ bildiricilere (peygamber), Rablerinden.* Ayırmayız ‘hiç’ birini onlardan! Ve bizler, Zât’ına Müslümanlarız (Allâhû Teâlâ’ya teslimiyeti benimseyen)! “.
>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<
2:137 Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk (şikâkın) fe se yekfîke humullâh (humullâhu), ve huves semîul alîm (alîmu).
Ancak eğer inanırlarsa sizlerin, ona ‘samimi’ inandığınız kadar ki, o hâlde yönlenmiş olurlar. Ve eğer ki, ‘geçmişe’ dönerlerse, onlar, artık sadece bir kopukluk içindedirler. ‘Yâ Muhammed!’, O hâlde, onlara karşı sana Allâh kâfidir! Ve O’dur, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen!
2:138 Sıbgatallâh (sıbgatallâhi) ve men ahsenu minallâhi sıbgaten, ve nahnu lehu âbidûn (âbidûne).
‘Deyin ki’: „ Allâh’ın boyası (insan doğasına aşılaması) … Ve kimdir ki, Allâh’tan ‘daha’ iyi boyayan?!* Ve bizler, Zât’ına ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk edenleriz! “.*
>2:138, 7:172, 17:84, 30:30, 49:7, 91:7, 91:8<
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
2:139 Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn (muhlisûne).
‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Tartışıyorsunuz musunuz bizimle, Allâh hakkında?! Ve O’dur, Rabbimiz ve sizlerin de Rabbi! Ve bizim gayretlerimiz ‘bizleredir’ ve sizlerin gayretleriniz ‘sizleredir’! Ve bizler, Zât’ına samimileriz! “.
2:140 Em tekûlûne inne ibrâhîme ve ismâîle ve ishâka ve ya’kûbe vel esbâta kânû hûden ev nasârâ kul e entum a’lemu emillâh (emillâhu), ve men azlemu mimmen keteme şehâdeten indehu minallâh (minallâhi), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).
Yoksa diyor musunuz ki: „ Muhakkak ki, İbrâhîm ve İsmâîl ve İshâk ve Yâkub (İbrâhîm aleyhisselâm’ın torunu) ve ‘onun’ torunları Yahudi veya Hristiyan’dılar? “. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Sizler mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allâh mı? “. Ve kimdir daha zalim o kimseden ki, ‘sır olarak’ gizledi, Allâh‘tan ‘gelen’ yanındaki şahitliği ‘gerçeği’? Ve değildir Allâh bihaber, gayret ettiğiniz şeylerden!
2:141 Tilke ummetun kad halet lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn (ya’melûne).
Bunlar, bir ümmetti ki, gelip geçmiş. Ki, kazandıkları şeyler ‘kendilerine’ ve sizlerin kazandıklarınız şeyler de ‘sizleredir’! Ve yoktur sizlere mesuliyet, gayret ediyor oldukları şeylerden!
2:142 Se yekûlus sufehâu minen nâsi mâ vellâhum an kıbletihimulletî kânû aleyhâ kul lillâhil meşrıku vel magrıb (magrıbu), yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).
Diyecekler ki, insanlardan akıl erdirmekten yoksunlar: „ Onları döndüren nedir kıblelerinden (Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’dan, Mescid-i Harâm’a; Kâbe’ye) ki o, üzerinde oldukları? “. ‘Yâ Muhammed!’, De ki: „ Allâh’ındır, doğu ve batı! “. Ki, yönlendirir dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi ‘razı olduğu’ yol istikâmetine.*
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
2:143 Ve kezâlike cealnâkum ummeten vasatan li tekûnû şuhedâe alen nâsi ve yekûner resûlu aleykum şehîdâ (şehîden), ve mâ cealnâl kıbletelletî kunte aleyhâ illâ li na’leme men yettebiur resûle mimmen yenkalibu alâ akibeyh (akibeyhi), ve in kânet le kebîreten illâ alellezîne hedallâh (hedallâhu) ve mâ kânallâhu li yudîa îmânekum innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm (rahîmun).
Ve işte bunun gibi, kıldık sizleri orta ‘mütevazi, kıymetli olan’ bir ümmet ki, olmanız için insanlara ‘İlâhî esasların’ şahitleri! Ve olsun elçi de üzerlerinize ‘inancınıza tanıklık eden’ şahit! Ve belirlemedik üzerinde olduğun kıbleyi bilmemiz dışında ki, kim elçiye uyar, kim de geri döner topukları üzerinde. Ve eğer olsa da, elbette büyük ‘zor iş’ üzerlerine ki, müstesnadır Allâh’ın yönlendirdikleri kimseler. Ve olmadı Allâh’ın, zayi etmesi, inancınızı (Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya yönelip, kıldığınız namazları). Şüphesiz ki Allâh, insanlara, elbette insaf edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
2:144 Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatral mescidil harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah (şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn (ya’melûne).
‘Yâ Muhammed!’, Görüyoruz ki, ‘vahiy bekleyerek’ dönüp çevriliyor yüzün göğe! Öyleyse elbette seni döndürürüz hoşnut olduğun bir kıbleye. Artık dönün yüzünüzü ‘namazda’ hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethane (Kâbe) tarafına!* Ve nerede olursanız artık döndürün ‘namazda’ yüzlerinizi o tarafa! Ve muhakkak o kimseler ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan bazıları’, elbette bilirler onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu. Ve değildir Allâh bihaber, gayret ettikleri şeylerden!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:145 Ve le in eteytellezîne ûtûl kitâbe bi kulli âyetin mâ tebiû kıbletek (kıbleteke) ve mâ ente bi tâbîın kıbletehum, ve mâ ba’duhum bi tâbîın kıblete ba’d (ba’dın), ve le initteba’te ehvâehum min ba’di mâ câeke minel ilmi inneke izen le minez zâlimîn (zâlimîne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve elbette eğer getirsen o kimselere ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verilen ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan bazılarına’ âyetlerin ‘alâmetlerin’ hepsini, senin kıblene uymazlar! Ve sen de değilsin, onların bazılarının kıblesine uyan. Ve ‘zaten’ birbirlerinin de kıblesine uymazlar. Ve elbette eğer uyarsan ‘onların’ isteklerine ki, sana ne geldiyse ilim ‘hakikat bilgisi’ ardından, doğrusu o zaman, elbette zalimlerdensin!
2:146 Ellezîne âteynâhumul kitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum ve inne ferîkan minhum le yektumûnel hakka ve hum ya’lemûn (ya’lemûne).
O kimseler ki, kitap ‘hakikat bilgisi’ verdiklerimiz onlara ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan bazıları’, tanırlar onu ‘Muhammed aleyhisselâm’ı, kendi’ oğullarını tanıdıkları gibi.* Ve muhakkak ki onlardan bir kısmı, elbette ‘sır olarak’ gizliyorlar gerçeği ve bildikleri ‘hâlde’.*
>2:121, 6:114, 10:40, 13:36, 28:52, 29:47<
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:147 El hakku min rabbike fe lâ tekûnenne minel mumterîn (mumterîne).
‘Yâ Muhammed!’, Hak ‘İlâhî esaslar’, Rabbindendir!* O hâlde ‘bazılarına ne yapsan inanmazlar’,* olma kuruntu edenlerden!*
>8:8, 9:32, 9:33, 10:82, 17:81, 40:14, 61:8, 61:9<
>4:153, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 10:97, 14:11, 14:47, 23:71, 29:51<
>10:95, 10:105, 11:109, 28:86, 28:87<
2:148 Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl hayrât (hayrâti), eyne mâ tekûnû ye’ti bikumullâhu cemîâ (cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Ve her ‘ümmet’ için vardır bir yön o, ona dönülen.* Öyleyse yarışın ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ hayır işlerinde! Nerede olursanız da, sizleri getirir Allâh toplayıp. Şüphesiz ki Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
>2:148, 22:67, 29:46, 42:15<
2:149 Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil harâm (harâmi), ve innehu lel hakku min rabbik (rabbike), ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ta’melûn (ta’melûne).
Ve nereden çıkarsan da, artık dön yüzünü ‘namazda’ hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethane (Kâbe) tarafına!* Ve muhakkak ki o ‘emir’, elbette ‘gelen’ gerçektir Rabbinden! Ve değildir Allâh bihaber, gayret ettiğiniz şeylerden!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:150 Ve min haysu harecte fe velli vecheke şatral mescidil harâm (harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellûvucûhekum şatrahu li ellâ yekûne lin nâsi aleykum hucceh (huccetun), illellezîne zalemû minhum fe lâ tahşevhum vahşevnî ve li utimme ni’metî aleykum ve leallekum tehtedûn (tehtedûne).
Ve nereden çıkarsan da, artık dön yüzünü ‘namazda’ hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethane (Kâbe) tarafına!* Ve nerede olursanız da, yüzlerinizi ‘namazda’ yöneltin o tarafa! Ki, olmaması için insanların, aleyhinize ‘kullanabilecekleri’ kanıt. İllaki onlardan zalim kimseler ‘olacaktır’. Artık ürpermeyin onlardan ve Benden ürperin! Ve tamamlamam için lütfumu üzerlerinizdeki. Ve belki ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlenirsiniz!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:151 Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn (ta’lemûne).
Nasıl ki, gönderdik içinizde, ‘görevlendirilmek üzere’ sizlerden ‘bir’ elçi. Ki, kıraat eder sizlere âyetlerimizi. Ve arındırır sizleri ‘cehaletten, günahlardan’.* Ve öğretir sizlere kitabı ‘hakikat bilgisini’ ve hükümleri ve sizlere öğretir biliyor olmadığınız şeyleri.
>2:129, 9:99, 9:103, 28:59<
2:152 Fezkurûnî ezkurkum veşkurû lî ve lâ tekfurûn (tekfurûni).
‘Ey samimi inanan kimseler!’, O hâlde, yâd edin Beni! Ki, ‘lütuflarımla’ yâd edeyim Ben de sizleri!* Ve şükredin Bana! Ve nankörlük etmeyin Bana!
>2:152, 2:200, 2:239, 3:135, 4:103, 6:118, 20:14, 33:41, 62:9, 62:10<
2:153 Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât (salâti), innallâhe meas sâbirîn (sâbirîne).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Medet umun,* sabırla ve ibadetle ‘namazla’!* Muhakkak ki Allâh, sabredenlerle beraberdir!
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:154 Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi emvât (emvâtun), bel ehyâun ve lâkin lâ teş’urûn (teş’urûne).
Ve demeyin ki, öldürülen kişi için, Allâh’ın yolunda; „ ölüler! “! Yok, yaşıyorlar ve lâkin sizler, ‘bunun’ farkına varmazsınız!*
>2:154, 3:169, 3:195, 9:111, 22:58, 47:4<
2:155 Ve le nebluvennekum bi şey’in minel havfi vel cûi ve naksın minel emvâli vel enfusi ves semerât (semerâti), ve beşşiris sâbirîn (sâbirîne).
Ve elbette deneriz sizleri ‘dünyada’ bir şeylerle, korku ve açlık ve eksilterek mallardan ve canlardan ve mahsullerden.* ‘Yâ Muhammed!’, Ve ‘cennetle’ müjdele sabredenleri!
>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<
2:156 Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (râciûne).
O kimselerdir ki, ‘sabredenler’, bir musibet isabet ettiği zaman onlara, derler ki: „ Mutlaka bizler, Allâh ‘davası’ içiniz! Ve muhakkak ki, Zât’ına rücu ediliriz! “.
2:157 Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn (muhtedûne).
İşte onlar ki, üzerlerinedir Rablerinden, ibadetlere icabet ve bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenme.* Ve işte onlar… Onlar, ‘Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlendirilmişlerdir!
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
2:158 İnnes safâ vel mervete min şeâirillâh (şeâirillâhi), fe men haccel beyte evı’temera fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ ve men tetavvaa hayran, fe innallâhe şâkirun alîm (alîmun).
Muhakkak ki, Safâ ve Merve (Mekke’de hac ve umre ibadeti tepeleri), Allâh’ın şeriatlarıdır (yaşam ortamı ve şartlarına göre kurallar)! Artık kim, Ev’i (Kâbe), hacceder veya ziyaret (umre) ederse, artık olmaz vebal üzerine, onları tavaf (etrafında dolaşarak yerine getirilen ibadet) etmesinde.* Ve kim, gönülden bir hayır ‘işleyerek fazlasını yaparsa’, o hâlde şüphesiz ki Allâh, şükrün karşılığını cömertçe verendir; en iyi bilendir!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:159 İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn (lâinûne).
Muhakkak o kimseler ki, ‘sır olarak’ gizlerler indirdiğimiz ayan beyan şeyi ‘delilleri’ ve yönlendirilmeye ‘vesileyi’ ki, beyan ettiğimiz şeyin ardından kitapta ‘hakikat bilgisinde’ insanlara.* İşte onlar ki, lânet eder onlara Allâh. Ve (yanlış bilgilendirdiği için sapan ve neticelerine katlanan herkesten) lânet eden, lânet ederler onlara.*
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
>2:159, 2:161, 3:87, 7:38, 29:13<
2:160 İllellezîne tâbû ve aslahû ve beyyenû fe ulâike etûbu aleyhim, ve enet tevvâbur rahîm (rahîmu).
Müstesnadır o kimseler ki, tövbe ettiler ve ‘gidişatı’ düzelttiler ve ‘gerçeği’ beyan ettiler. O hâlde işte onlar ki, tövbelerini kabul eylerim üzerlerinden! Ve Ben, itaate dönenin tövbesini kabul eyleyen, cezadan vazgeçenim; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedenim!
2:161 İnnellezîne keferû ve mâtû ve hum kuffârun ulâike aleyhim la’netullâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn (ecmaîne).
Muhakkak o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; ve ‘bu günahla’ ölenler; ve onlar inkârcılardır ‘öldüklerinde de’.* İşte onlar ki, üzerlerinedir Allâh’ın lâneti ve meleklerin de; ve (yanlış bilgilendirdiği için sapan ve neticelerine katlanan) insanların da, topluca.*
>2:161, 3:90, 9:84, 9:113<
>2:159, 2:161, 3:87, 7:38, 29:13<
2:162 Hâlidîne fîhâ, lâ yuhaffefu anhumul azâbu ve lâ hum yunzarûn (yunzarûne).
Sonsuza ‘dek’ kalıcılardır orada. Hafifletilmez onlardan azap; ve onlara göz açtırılmaz ‘süre verilmez’.*
>6:27, 25:26, 25:27, 32:12, 33:66, 33:67, 34:52, 34:53, 89:23<
2:163 Ve ilâhukum ilâhun vâhid (vâhidun), lâ ilâhe illâ huver rahmânur rahîm (rahîmu).
Ve İlâhınız tek İlâhtır! Ki, ilâh olamaz O’nun dışında!* Ki, sonsuz şefkatle merhamet edendir; inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
2:164 İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri vel fulkilletî tecrî fîl bahri bimâ yenfeun nâse ve mâ enzelallâhu mines semâi min mâin fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe (dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ves sehâbil musahhari beynes semâi vel ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn (ya’kılûne).
Muhakkak ki, oluşumu yapılandırılarak yaratılışı, göklerin ve yerin; ihtilâfı ‘zıtlığı’ gece ve gündüzün ve gemiler ki o, yüzer denizde, insanlara fayda sağlar. Ve indirdiği şeyde Allâh’ın, gökten sudan ki, böylelikle yaşattı onunla yeryüzünü, ölümünün ardından. Ve ‘türetip’ yaydı orada, her türden mahlûkatlar. Ve ‘yönden yöne’ çekimi rüzgârın ve riayet ettirilen bulutlar gök ve yeryüzü arasında,* elbette âyetlerdir ‘alâmetlerdir’, akıl yürüten bir toplum için!*
Rüzgârın oluşumu – ÎKRA.vision
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
2:165 Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh (hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh (lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb (azâbi).
Ve insanlardan kimileri, Allâh’tan ziyade, ‘O’na’ denk ‘ilâhlar’ edinirler ki, severler onları, sever gibi Allâh’ı.* Ve ‘samimi’ inanan kimselerin daha şiddetlidir Allâh’a ‘olan’ sevgileri.* Ve keşke görebilselerdi zalim kimseler, azabı gördükleri zaman, kuvvetin tamamen Allâh’ın olduğunu.* Ve Allâh’ın azabının, şiddetli olduğunu.
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
>2:165, 3:31, 19:96, 42:23, 49:7<
2:166 İz teberreellezînettubiû minellezînettebeû ve reavûl azâbe ve takattaat bihimul esbâb (esbâbu).
O zaman alâkasızlaştılar uyulanlar, uyanlardan. Ve gördüler azabı. Kesildi onlarla bağlar (hatırdan, gönülden çıkarıldı, kutsallaştırılan zât, put).*
>2:166, 4:117, 6:100, 10:28, 10:29, 14:36, 16:86, 18:52, 19:82, 21:65, 25:17, 28:63, 29:25, 34:40, 34:41, 35:14, 46:5, 46:6<
2:167 Ve kâlellezînettebeû lev enne lenâ kerreten fe neteberree minhum kemâ teberreû minnâ kezâlike yurîhimullâhu a’mâlehum haserâtin aleyhim ve mâ hum bi hâricîne minen nâr (nâri).
Ve derler ki, uyan kimseler (Allâhû Teâlâ’ya ortak yakıştıranlar): „ Keşke olsaydı bizim için bir defa ‘daha dönüş’; ki hemen alâkasızlaşırdık onlardan ki, bizlerden alâkasızlaştıkları gibi! “.* Böylelikle gösterir onlara Allâh, gayretlerinin hüsrana uğradığını. Ve onlar çıkacak ta değiller ateşten.
>6:27, 25:26, 25:27, 32:12, 33:66, 33:67, 34:52, 34:53, 89:23<
2:168 Yâ eyyuhen nâsu kulû mimmâ fîl ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân (şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).
Ey insanlar… Yiyin yeryüzündeki şeylerden, ki ‘sadece’ helâl ‘caiz’, temizinden! Ve ‘yasaklanmayanı yemeyerek’ uymayın adımlarına şeytanın! Muhakkak ki o ‘şeytan’, sizlere apaçık düşmandır!*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
2:169 İnnemâ ye’murukum bis sûi vel fahşâi ve en tekûlû alâllâhi mâ lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Ancak ki, emreder sizlere kötülüğü ve müstehcenliği (kolay kazanca, kötü arzuların esiri olmaya ve günaha teşvik eder)!* Ve söylemenizi, Allâh ‘adına’ bilmediğiniz şeyleri!*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
>2:168, 2:169, 7:33, 16:116<
2:170 Ve izâ kîle lehumuttebiû mâ enzelallâhu kâlû bel nettebiu mâ elfeynâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’kılûne şey’en ve lâ yehtedûn (yehtedûne).
Ve denildiği zaman onlara ‘hakikati örtmeye şartlanmışlara’: „ Uyun, Allâh’ın indirdiği şeye ‘âyetlerindeki hükümlerine’! “; derler ki: „ Yok bizler, uyarız atalarımızın üzerinde ‘onlardan gördüğümüz’ karşımıza çıkan şeye! “.* Ve eğer olsa da mı, ataları ‘gerçeklere ait’ bir şey akıl yürütmezler ve ‘inkâra şartlandıkları için, Allâhû Teâlâ’nın razı olduğu yola’ yönlendirilmediyseler?*
>2:170, 6:148, 7:173, 14:10, 16:35, 36:6, 98:5<
>3:151, 4:117, 6:100, 10:18, 23:117, 39:3, 42:21, 46:5<
2:171 Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ (nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn (ya’kılûne).
Ve emsali, inkâr eden kimselerin, ‘şu’ misal gibidir: O ki, ‘çobanın’ haykırış sebebini işitmeyen ‘hayvan sürüsü gibi’, bağırıp çağrıdan başkasını ‘anlamaz. Onlar, idrak etmek istemedikleri için’, sağır, dilsiz ve körlerdir.* Bu yüzden, onlar akıl yürütmezler.
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
2:172 Yâ eyyuhellezîne âmenû kulû min tayyibâti mâ razaknâkum veşkurû lillâhi in kuntum iyyâhu ta’budûn (ta’budûne).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! ‘İsterseniz’ yiyin temizlerinden, sizleri rızıklandırdığımız şeylerden! Ve şükredin Allâh’a! Eğer yalnızca O’na ‘hizmetle, ibadetle’ kulluk ederseniz!*
>2:21, 2:153, 2:186, 6:102, 7:55, 7:56, 7:205, 15:98, 15:99, 17:110, 20:8, 59:24, 98:5<
2:173 İnnemâ harrame aleykumul meytete ved deme ve lahmel hınzîri ve mâ uhille bihî li gayrillâh (gayrillâhi), fe menidturra gayra bâgin ve lâ âdin fe lâ isme aleyh (aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).
Sadece haram ‘caiz olmaz kıldı’ üzerlerinize ki: Leşi ve kanı ve domuz etini! Ve helâl ‘caiz’ değil ‘kıldı’ onu, Allâh’tan gayrı için ‘adlandırmayı’! Ancak kim darda kalırsa, haddi aşmaksızın ve sınırsız olmaksızın ‘yer’, buna rağmen günah yoktur üzerine! Şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:174 İnnellezîne yektumûne mâ enzelallâhu minel kitâbî ve yeşterûne bihî semenen kalîlen, ulâike mâ ye’kulûne fî butûnihim illen nâre ve lâ yukellimuhumullâhu yevmel kıyâmeti ve lâ yuzekkîhim, ve lehum azâbun elîm (elîmun).
Muhakkak o kimseler ki, ‘sır olarak’ gizlerler, indirdiği şeyleri Allâh’ın ‘âyetlerini’, kitaptan ve pazarlıyorlar onu, az bir bedele.* İşte onların yedikleri şey, karınlarına ateşten başka ‘bir şey değildir’! Ve onlarla konuşmaz Allâh, kıyâmet günü; ve onları ‘günahlardan’ arındırmaz. Ve onlaradır, elem azap.*
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:175 Ulâikellezîneşteravud dalâlete bil hudâ vel azâbe bil magfireh (magfireti), fe mâ asberehum alen nâr (nâri).
İşte onlar ‘hakikat bilgisini örtenler’, o kimselerdir ki, satın aldılar sapkınlığı, yönlendirilmeye ‘vesile, karşılığında’.* Ve de azabı, bağışlanma ‘karşılığında’. Buna rağmen ne de sabırlılar ‘cesurlar’ ateşe karşı?
>3:185, 10:58, 17:18, 17:19, 17:20, 25:15, 57:20<
2:176 Zâlike bi ennellâhe nezzelel kitâbe bil hakk (hakkı), ve innellezînahtelefû fîl kitâbi le fî şikâkin baîd (baîdin).
İşte bu ‘azap’, Allâh’ın, indirmiş olması kitabı (Kur’ân-ı Kerîm) hak ile ‘gayeyle ve onların da bunu inkârındandır’. Ve muhakkak o kimseler ki, ihtilâf ettiler, kitapta ‘onlar’ elbette uzak bir kopukluk içindedirler.
2:177 Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîn (nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb (rıkâbi), ve ekâmes salâte ve âtez zekât (zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ âhed (âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s (be’si) ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn (muttekûne).
Değildir razı olunan nitelik, yöneltmeniz yüzlerinizi doğu ve batıya doğru. Ve lâkin razı olunan nitelik, kişinin, ‘samimi’ inanmasıdır Allâh’a ve âhir ‘son’ güne ve meleklere ve kitaba (Kur’ân-ı Kerîm) ve bildiricilere (peygamber);* ve vermesi sevdiği maldan, akrabalara ve yetimlere ve meskensizlere ‘yoksullara’ ve (yolda mahsur kalana mecazen) yol oğluna ve gereksinenlere ‘ihtiyacı olana’ ve kölelerde ‘hürriyete kavuşturmada’! Ve uygulamasıdır ibadeti ‘namazı’,* vermesidir zekâtı! Ve vefa edenlerdir taahhüt ettikleri zaman taahhütlerine. Ve sabredenlerdir baskı altında ve darlıkta ve baskın esnasında. İşte onlar, o kimselerdir ki, samimilerdir. İşte onlar… Onlar, ‘günahlardan’ korunanlardır!*
>4:136<
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:178 Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumul kısâsu fîl katlâ el hurru bil hurri vel abdu bil abdi vel unsâ bil unsâ fe men ufiye lehu min ahîhi şey’un fettibâun bil ma’rûfi ve edâun ileyhi bi ihsân (ihsânin), zâlike tahfîfun min rabbikum ve rahmeh (rahmetun), fe meni’tedâ ba’de zâlike fe lehu azâbun elîm (elîmun).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Üzerlerinize yazıldı ‘zorunlu kılındı’ misilleme ki, katletme ‘olayında’! Hür’e hür ve kul’a kul (köle ile köle) ve dişiye dişi.* Fakat kim, affedilir de onun ‘maktulün ebeveyni yoksa’ kardeşi tarafından bir şeyle ki, o hâlde yaraşan, makul olarak ve ‘diyeti’ eda etmelidir ona, iyilikle! İşte bu, bir hafifletme Rabbinizden ve bahşedilme, bağışlanma, merhametle esirgenmedir. Artık kim, aşırılık ederse işte bunun ardından, o hâlde onadır, elem azap.*
>2:178, 2:179, 4:92, 5:32, 5:45, 17:33, 25:68<
>2:39, 2:81, 2:257, 4:56, 10:27, 13:5, 21:39, 36:63, 39:8, 40:6<
2:179 Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn (tettekûne).
Ve sizlere hayat vardır misillemede;* ey, aklı ve gönlü işleyen, derin kavrayış sahipleri! Ki, belki ‘günahlardan’ korunursunuz!
>2:178, 2:179, 4:92, 5:32, 5:45, 17:33, 25:68<
2:180 Kutibe aleykum izâ hadara ehadekumul mevtu in tereke hayrâ (hayran), el vasiyyetu lil vâlideyni vel akrabîne bil ma’rûf (ma’rûfi), hakkan alel muttekîn (muttekîne).
Üzerlerinize yazıldı ‘zorunlu kılındı’ ki, hazır olduğu zaman sizlerden birinize, ölüm; eğer bırakırsa bir hayır ‘miras’, vasiyet ‘etmesi’ ebeveyne ve akrabalara meşru olarak! ‘Bu’ hakkaniyettir ‘günahlardan’ korunanlara!
2:181 Fe men beddelehu ba’de mâ semiahu fe innemâ ismuhu alellezîne yubeddilûneh (yubeddilûnehu), innallâhe semîun alîm (alîmun).
Artık kim, onu ‘vasiyeti’ değiştirir de duymasının ardından ki, artık sadece onun günahı, onu değiştiren kimselerin üzerlerinedir. Şüphesiz ki Allâh, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet edendir; en iyi bilendir!
2:182 Fe men hâfe min mûsın cenefen ev ismen fe aslaha beynehum fe lâ isme aleyh (aleyhi), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).
Ne var ki kim, korkar da vasiyet edenin hataya meyletmesinden veya günaha gireceğinden, bu yüzden onların ‘tarafların’ arasındaki ‘gidişatı’ düzeltirse, o hâlde günah yoktur üzerine! Şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:183 Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Üzerlerinize yazıldı ‘zorunlu kılındı’ oruç! Ki yazıldığı gibi üzerlerine, sizlerden önceki kimselerin de.* Ki, belki ‘günahlardan’ korunursunuz!
Âdem aleyhisselâm’dan beri Allâhû Teâlâ’nın inananlara emri – ÎKRA.vision
2:184 Eyyâmen ma’dûdât (ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn (miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh (lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).
Adedi ‘vadeli’ günlerdir ‘oruç’. Fakat sizlerden hasta olan kimse veya yolculuk üzere, o hâlde ‘tutamadığı günlerin’ adedini, diğer günlerde ‘tamamlar’! Ve o kimselere ki, ona ‘güçlükle’ derman yetirenlere ‘sağlığı elvermeyenlere’, besin fidyedir bir yoksula! Artık kim, gönülden bir hayır ‘işleyerek fazlasını yaparsa’, o hâlde o’dur, en hayırlısı ona! Ve oruç tutmanız en hayırlısıdır sizlere ki, bir bilmiş olsanız!
2:185 Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân (furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn (teşkurûne).
Ramazan ayı ki, onda indirildi Kur’ân, yönlendirilmeye ‘vesiledir’ insanlar için. Ki, Yönlendirendendir; ve ayan beyan ‘delillerle’ ve gerçeği itibarsızdan ayıran ‘olarak’. Artık kim, şahit olduysa sizlerden bu aya, o hâlde onu oruçlu geçirsin! Ve hasta olan kimse veya yolculuk üzere, o hâlde ‘tutamadığı günlerin’ adedini, diğer günlerde ‘tamamlar’! Allâh’ın muradı, sizlere kolaylıktır ve murad etmez sizlere zorluk! Ve tamamlamanız için adedini ‘vadeli, günleri’ ve yüceltmeniz için Allâh’ı ki, sizleri yönlendirdiği şey üzerine. Ve belki şükredersiniz!
2:186 Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb (karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn (yerşudûne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve sorduğunda sana, kullarım Benden, artık mutlaka yakınım ‘onlara’! İcabet ederim davet edenin davetine ‘duasına’, beni davet ettiği zaman ‘Bana, dua edince’.* O hâlde onlar da Bana ‘davetime’, icabet etsinler! Ve Bana ‘samimi’ inansınlar! Ki, belki ‘razı olduğum yola’ erişirler!
>1:4, 2:186, 3:195, 8:9, 21:112<
2:187 Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun (lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid (mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn (yettekûne).
Sizlere helâl ‘caiz’ kılındı, oruç gecesi hâtunlarınıza cinsel ilişkiye yanaşmak! Onlar, ‘gayrı meşru ilişkiden koruyan’ örtüdür sizlere ve sizler de, ‘gayrı meşru ilişkiden koruyan’ örtüsüsünüz onlara! Allâh bildi ki, mutlaka ihanet ediyor olduğunuzu nefslerinize. Bunun üzerine ‘oruç gecesi cinsel ilişkinin yasak olduğu zannınızı’ affetti, tövbelerinizi kabul eyledi! Öyleyse şimdi girişin ‘isterseniz’ onlarla ‘ilişkiye’! Ve gaye edinin onu, Allâh’ın yazdığı ‘zorunlu kıldığını’ sizlere,! Ve yiyin ve için; sizlere, belli oluncaya kadar beyaz iplik ‘ışıltı’, siyah iplikten ‘karanlıktan’ şafak vaktinde. Sonra tamamlayın orucu geceye kadar! Girişmeyin onlarla ‘ilişkiye’ ve siz, ibadete çekilmişseniz ibadethanelerde! Bunlar, Allâh’ın sınırlarıdır, artık yakınlaşmayın ona! İşte böyle beyan eder Allâh, âyetlerini ‘hakikat bilgisini’ insanlara. Ki, belki ‘günahlardan’ korunurlar.
2:188 Ve lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı ve tudlû bihâ ilel hukkâmi li te’kulû ferîkan min emvâlin nâsi bil ismi ve entum ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve yemeyin mallarınızı aranızda asılsız ‘sebeplerle’!* Ve ‘rüşvet olarak’ aktarmayın onu hâkimlere! Ki, yemeniz için bir kısmını insanların mallarından, günahla ve bildiğiniz ‘hâlde’.
>2:188, 9:34<
2:189 Yes’elûneke anil ehilleh (ehilleti), kul hiye mevâkîtu lin nâsi vel hacc (haccı), ve leysel birru bi en te’tûl buyûte min zuhûrihâ ve lâkinnel birre menittekâ, ve’tûl buyûte min ebvâbihâ, vettekûllâhe leallekum tuflihûn (tuflihûne).
‘Yâ Muhammed!’, Soruyorlar sana, hilâllerden (ay takviminden). De ki: „ O, vakit ölçüsüdür insanlar için ve haccın! “. Ve değildir razı olunan nitelik, girmeniz evlere ‘asılsız inançlara uyarak’ arkasından.* Ve lâkin razı olunan nitelik, kişinin ‘günahlardan’ korunmasıdır! Ve girin evlere kapılarından! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ki, belki felâha erersiniz!
>2:189, 24:27, 24:28, 24:29, 24:61, 33:53<
2:190 Ve kâtilû fî sebîlillâhillezîne yukâtilûnekum ve lâ ta’tedû innallâhe lâ yuhıbbul mu’tedîn (mu’tedîne).
Ve savaşın, Allâh’ın yolunda, o kimselerle ki, savaşanlarla sizlerle ve aşırılık etmeyin!* Muhakkak ki Allâh, sevmez aşırılık edenleri!
>2:190, 2:193, 4:76, 8:39, 9:12, 9:29, 9:123, 60:8, 60:9<
2:191 Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh (fîhî), fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn (kâfirîne).
Ve öldürün onları ‘sizlerle savaşanları’ bulduğunuz yerde ve çıkarın onları, sizleri çıkardıkları yerden (Mekke’den) sizler de!* Ve fitne ‘ara bozuculuk’, daha şiddetlidir katletmekten! Ve savaşmayın onlarla hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethane (Kâbe) yanında, onlar sizlerle savaşmadıkça! Fakat eğer sizlerle savaşırlarsa, o hâlde öldürün onları! İşte böyledir cezası ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışların.
>2:190, 2:193, 4:76, 8:39, 9:12, 9:29, 9:123, 60:8, 60:9<
2:192 Fe inintehev fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).
Artık eğer ‘savaşı ve inkârı’ sonlandırırlarsa, o hâlde şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:193 Ve kâtilûhum hattâ lâ tekûne fitnetun ve yekûned dînu lillâh (lillâhi), fe inintehev fe lâ udvâne illâ alez zâlimîn (zâlimîne).
Ve savaşın onlarla ta ki, fitne ‘sapkınlık’ olmasın ve olsun dîn ‘dîni algılar’ Allâh için!* Artık eğer ‘savaşı ve inkârı’ sonlandırırlarsa, o hâlde düşmanlık yoktur zalimlerden başkası üzerine!
>2:190, 2:193, 4:76, 8:39, 9:12, 9:29, 9:123, 60:8, 60:9<
2:194 Eş şehrul harâmu biş şehril harâmi vel hurumâtu kısâs (kısâsun), fe meni’tedâ aleykum fa’tedû aleyhi bi misli ma’tedâ aleykum, vettekûllâhe va’lemû ennellâhe meal muttekîn (muttekîne).
Haram ay (saldırmanın yasak olduğu aylar; Recep, Zul-kade, Zul-hicce ve Muharrem), haram ay ile ve hürmetler ‘saygı gösterilmesi gerekenler’ misillemeyledir. Ne var ki kim, aşırılık eder ‘saldırırsa’ sizlere, o hâlde, aşırılık edip ‘saldırın’ ona ki, aşırılık edip ‘saldırdığı’ kadar üzerlerinize! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki Allâh’ın, ‘günahlardan’ korunanlarla beraber olduğunu!
2:195 Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbul muhsinîn (muhsinîne).
Ve ‘rızası için’ bağış yapın, Allâh’ın yolunda!* Ve atmayın kendi ellerinizle ‘kendinizi’ tehlikeye! Ve ‘daima’ iyi ‘olun’!* Muhakkak ki Allâh, sever ‘kendisini’ koruyan, iyileri!
>2:195, 7:128, 8:40, 11:49, 13:22, 13:23, 13:24, 13:35, 18:44, 25:15, 28:77, 28:83<
>4:36, 6:151, 16:90, 17:23, 28:77, 55:60, 71:28<
2:196 Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh (lillâhi), fe in uhsirtum fe mesteysera minel hedyi ve lâ tahlikû ruûsekum hattâ yeblugal hedyu mahilleh (mahillehu), fe men kâne minkum marîdan ev bihî ezen min ra’sihî fe fidyetun min sıyâmin ev sadakatin ev nusuk (nusukin) fe izâ emintum, fe men temettea bil umreti ilel haccı fe mesteysera minel hedyi, fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâmin fîl haccı ve seb’atin izâ reca’tum tilke aşaratun kâmileh (kâmiletun), zâlike li men lem yekun ehluhu hâdırıl mescidil harâm (harâmi), vettekûllâhe va’lemû ennellâhe şedîdul ikâb (ikâbi).
Ve tamamlayın hac ve ziyareti (umre) Allâh için! Fakat eğer sıkışırsanız, o hâlde kolayınıza gelen şeyi kurban edin! Ve tıraş etmeyin başlarınızı ki, kurban, mahalline ulaşıncaya kadar! Fakat sizlerden hasta olan kimse veya başından rahatsızlığı ‘sebebiyle kurban mahalline ulaşmadan tıraş olduysa’ o hâlde, fidye ‘vermelidir’ oruçtan, sadakadan veya kurbandan! Nihayet emniyette olduğunuz zaman, artık kim, menfaatlenirse ziyaret (umre) ile hacca kadar, o hâlde kolayına gelen kurbandan ‘kesmelidir’! Fakat kim ‘bunu’ bulamazsa, öyleyse oruç tutmalıdır üç gün hacda, geri geldiğiniz zaman da yedi ‘gün’ ki, bunların tamamı on ‘gündür’! İşte bu, ahalisi hazır ‘yerleşik’ olmayan kişi içindir hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethanede (Kâbe).* Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki Allâh’ın, ezasının şiddetli olduğunu!
>2:126, 2:127, 3:96, 3:97, 8:26, 27:91, 28:57, 29:67<
2:197 El haccu eşhurun ma’lûmât (ma’lûmâtun), fe men farada fîhinnel hacca fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc (haccı), ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh (ya’lemhullâhu), ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ, vettekûni yâ ulîl elbâb (elbâbi).
Hac, malûm aylardır. O hâlde kim, onlarda haccı ‘kendisine’ zorunlu kılarsa, artık cinsel ilişkiye yanaşmak olmaz! Ve fesat ‘çıkarmak’ olmaz! Ve cebelleşmek olmaz hacda! ‘Rızası için’ ne ifa ederseniz hayırdan, bilir onu Allâh! Ve azık hazırlayın ‘hayırlarla kendinize’! Fakat azığın hayırlısı, muhakkak ki, ‘günahlardan’ korunmaktır. Ve korunun Bana, ‘karşı gelmekten’ ey, aklı ve gönlü işleyen, derin kavrayış sahipleri!
2:198 Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm (harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn (dâllîne).
Değildir üzerlerinize vebal, ‘hacda ticaret yaparak’ gaye edinmeniz bir liyakat, Rabbinizden. Artık ‘akın akın’ daldığınız zaman Arafat’tan, yâd edin Allâh’ı! Ve Meş’ar-i Harâm; hürmetli, şuur, alâmet yeri (Müzdelife, Arafat ile Mina arası) yanında da! Ve ‘içtenlikle’ yâd edin O’nu ki, yönlendirdiği gibi sizleri! Ve sizler, ondan önce elbette sapmışlardan idiniz.
2:199 Summe efîdû min haysu efâdan nâsu vestagfirûllâh (vestagfirûllâhe), innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).
Sonra akın akın gelin. İnsanların akın akın geldikleri yerden (Arafat’tan). Ve istiğfar edin Allâh’a! Şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:200 Fe izâ kadaytum menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ (zikren), fe minen nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min halâk (halâkın).
Nihayet icra ettiğinizde ayinlerinizi, artık yâd edin Allâh’ı! Atalarınızı yâd ettiğiniz gibi, hem de daha şiddetli bir yâd etmeyle.* Fakat insanlardan kimileri derler ki: „ Rabbimiz… Ver bizlere dünyada! “. Ve yoktur ona ‘bununla yetinene’, âhirette, hissesine düşen ‘sevap’.*
>2:152, 2:200, 2:239, 3:135, 4:103, 6:118, 20:14, 33:41, 62:9, 62:10<
>2:200, 10:7, 10:8, 11:15, 11:16, 17:18, 17:19, 17:20, 42:20<
2:201 Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr (nâri).
Ve onlardan kimileri derler ki: „ Rabbimiz… Ver bizlere dünyada, iyilikler ve âhirette de iyilikler; ve koru bizleri ateş azabından! “.
2:202 Ulâike lehum nasîbun mimmâ kesebû vallâhu serîul hısâb (hısâbi).
İşte onlar ki, onlaradır bir nasip, kazandıkları şeyden. Ve Allâh, tez, noksansız hesaplayan, saptayandır!
2:203 Vezkurûllâhe fî eyyâmin ma’dûdât (ma’dûdâtin), fe men teaccele fî yevmeyni fe lâ isme aleyh (aleyhi), ve men teahhara fe lâ isme aleyhi, li menittekâ vettekûllâhe va’lemû ennekum ileyhi tuhşerûn (tuhşerûne).
Ve yâd edin Allâh’ı ‘tekbirlerle’, adedi ‘vadeli’ günlerde (Teşrik günleri)! Fakat kim, acele ederse iki gün içinde (Mina’dan dönmek için) bu yüzden günah yoktur üzerine! Ve kim ertelerse, o hâlde günah yoktur onun da üzerine; ki, ‘günahlardan’ korunan kişi için! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki, Zât’ı ‘huzuruna’ bir araya getirilecek olduğunuzu!*
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
2:204 Ve minen nâsi men yu’cibuke kavluhu fîl hayâtid dunyâ ve yuşhidullâhe alâ mâ fî kalbihî, ve huve eleddul hısâm (hısâmi).
Ve insanlardan kimilerinin sözü hoşuna gider, dünya hayatında. Ve şahit tutar Allâh’ı, ki, üzerine ‘yemin ederek’, kalbinde olan şeye. Ve o, husumette en amansızıdır!
2:205 Ve izâ tevellâ seâ fîl ardı li yufside fîhâ ve yuhlikel harse ven nesl (nesle), vallâhu lâ yuhıbbul fesâd (fesâda).
Ve dönüp ‘gittiği’ zaman, çalışır yeryüzünde bozgun çıkarmak için orada.* Ve mahvetmeyi ekinleri ve nesli.** Ve Allâh, sevmez bozguncuları!
>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<
>2:205, 4:119<
Klonlama, ürünlerin genlerini değiştirme – ÎKRA.vision
2:206 Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu cehennem (cehennemu), ve le bi’sel mihâd (mihâdu).
Ve denildiği zaman ona: „ Korun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! “. Alır onu itibarı günaha. Artık yeter ona, cehennem; ve elbette ne kötü ‘bir’ döşek!*
>9:68, 19:70, 19:71, 21:98, 21:101, 27:89, 39:60, 39:61, 92:14, 92:15, 92:16, 92:17<
2:207 Ve minen nâsi men yeşrî nefsehubtigâe mardâtillâh (mardâtillâhi), vallâhu raûfun bil ıbâd (ıbâdi).
Ve insanlardan kimileri satın alır kendi benliğine ‘karşı’ ki, amaçlayarak Allâh’ın hoşnutluğunu. Ve Allâh, insaf edendir; kullarına!
2:208 Yâ eyyuhellezîne âmenûdhulû fîs silmi kâffeh (kâffeten), ve lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân (şeytâni), innehu lekum aduvvun mubîn (mubînun).
Ey inançlı kimseler! Girin esenliğe ‘teslimiyete’ topyekûn! Ve uymayın adımlarına şeytanın! Muhakkak ki o ‘şeytan’, sizlere apaçık düşmandır!*
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
2:209 Fe in zeleltum min ba’di mâ câetkumul beyyinâtu fa’lemû ennallâhe azîzun hakîm (hakîmun).
Artık eğer tökezlerseniz, sizlere gelen ayan beyan şeyin ‘hakikat bilgisinin’ ardından, o hâlde bilin ki Allâh’ın, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden; olduğunu!
2:210 Hel yenzurûne illâ en ye’tiyehumullâhu fî zulelin minel gamâmi vel melâiketu ve kudiyel emr (emru), ve ilâllâhi turceul umûr (umûru).
‘Hakikati örtmeye şartlanmışlar, neyi’ gözlerler ki? İllâki gelmesini mi onlara, Allâh ‘azabı’, bulutlardan gölgeler içinde ve melekler de;* ve bitirilmesini emrin ‘kıyâmet hükmünün yerine getirilmesini’. (Mesele kapanır, peygambere ihtiyaç kalmaz, işleri Allâhû Teâlâ’ya kalır).* Ve Allâh’a ‘kalmıştır’ ki, rücu edilir emirleriyle ‘oluşan her şey’!
>4:97, 6:60, 6:61, 6:93, 7:37, 8:50, 16:28, 16:32, 47:27<
>2:210, 5:109, 6:57, 6:58, 10:11, 10:50, 10:51, 13:6, 14:42, 15:8, 16:1, 16:33, 16:61, 17:11, 18:58, 18:59, 25:25, 25:26, 35:45, 39:69, 47:18<
2:211 Sel benî isrâîle kem âteynâhum min âyetin beyyineh (beyyinetin), ve men yubeddil ni’metallâhi min ba’di mâ câethu fe innallâhe şedîdul ikâb (ikâbi).
‘Yâ Muhammed! İstersen’ sor İsrâîloğullarına! Ki verdik onlara, ‘yönlendirilmeye vesile’ nice ayan beyan âyetler ‘ibretler’! Ve kim, değiştirirse Allâh’ın lütfunu ‘hakikat bilgisini’, ona gelen şeyin ‘yönlendirilmenin’ ardından, o hâlde şüphesiz ki Allâh’ın, ezası şiddetlidir!*
>2:75, 2:159, 5:13, 9:9, 9:10, 14:28, 41:40<
2:212 Zuyyine lillezîne keferûl hayâtud dunyâ ve yesharûne minellezîne âmenû, vellezînettekav fevkahum yevmel kıyâmeh (kıyâmeti), vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayrihisâb (hisâbin).
Süslendi ‘cazip gösterildi, o kimselere ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; dünya hayatı. Ve eğleniyorlar ‘samimi’ inanan kimselerle. Ve o kimseler ki, ‘onlar, günahlardan’ korunanlardır; kıyâmet günü onlardan üstünlerdir. Ve Allâh, rızıklandırır dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi hesapsızca!*
>11:52, 13:12, 13:13, 13:26, 17:30, 24:43, 71:11, 71:12<
2:213 Kânen nâsu ummeten vâhıdeten fe beasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîne, ve enzele meahumul kitâbe bil hakkı li yahkume beynen nâsi fî mâhtelefû fîh (fîhi), ve mâhtelefe fîhi illellezîne ûtûhu min ba’di mâ câethumul beyyinâtu bagyen beynehum, fe hedâllâhullezîne âmenû li mâhtelefû fîhi minel hakkı bi iznih (iznihî), vallâhu yehdî men yeşâu ilâ sırâtın mustakîm (mustakîmin).
İnsanlar, ‘ayrılana kadar, aynı inançtan’ bir ümmettiler. Nihayet Allâh, harekete geçirdi bildiriciler (peygamber), ‘hakikat bilgisi ve cennetle’ müjdeleyiciler ve ‘kıyâmetle’ uyaranlar ‘olarak’.* Ve indirdi beraberlerinde kitap, hak ile ‘gayeyle’! Ki, hükmetmek için insanların arasında ve ihtilâf ettikleri şeyde. Ve onda (Kur’ân-ı Kerîm’de) illâki ihtilâf eden kimseler ki, onlara ayan beyan ‘deliller’ gelmesinin ardından; ‘hakikat bilgisi’ verilen, onların aralarındaki haddi aşan ‘Yahudiler ve Hristiyanlardan’ başkası değildir.* Bu yüzden yönlendirdi Allâh, ‘samimi’ inanan kimseleri ki, Hak’tan ‘inen İlâhî esaslardan yana’ ihtilâf ettikleri şeyde ‘doğruya yönelsinler’, O’nun izniyle. Ve Allâh, yönlendirir dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi ‘razı olduğu’ yol istikâmetine.*
>2:38, 2:121, 14:4, 16:36, 39:71, 62:2<
>2:41, 2:89, 2:91, 2:101, 4:47, 5:48, 6:91, 9:30, 9:31, 35:31, 46:12, 98:94, 98:5<
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
2:214 Em hasibtum en tedhulûl cennete ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum messethumul be’sâu ved darrâu ve zulzilû hattâ yekûler resûlu vellezîne âmenû meahu metâ nasrullâh (nasrullâhi), e lâ inne nasrallâhi karîb (karîbun).
Yoksa hesapladınız ‘sandınız’ mı ki, has bahçe ‘cennete’ dâhil edileceğinizi ve olmadıkça sizlere de emsali, sizlerden önceki geçmiş kimselerin ‘başlarına gelenin’?! Onlara dokundu ‘öyle’ baskı ve darlık ve sarsıldılar, elçi ve beraberindeki ‘samimi’ inanan kimseler ki, diyecek kadar: „ Ne zaman Allâh’ın yardımı? “. Değil mi ki, muhakkak ki Allâh’ın yardımı, yakındır?!
2:215 Yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne), kul mâ enfaktum min hayrin fe lil vâlideyni vel akrabîne vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîl (sebîli), ve mâ tef’alû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).
‘Yâ Muhammed!’, Soruyorlar sana, ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ ne bağış yaparlar. De ki: „ Hayırdan ne bağış yaparsanız işte o, ebeveynedir ve akrabalara ve yetimlere ve meskensizlere ‘yoksullara’ ve (yolda mahsur kalana mecazen) yol oğlunadır! “.* Ve ‘rızası için’ ne ifa ederseniz hayırdan, o hâlde şüphesiz ki Allâh, onu en iyi bilendir!
>2:219, 17:26, 17:27, 17:28, 17:29, 25:67, 30:38, 51:19, 70:24, 70:25<
2:216 Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum, ve asâ en tekrehû şey’en ve huve hayrun lekum, ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Yazıldı ‘zorunlu kılındı’ üzerlerinize savaş! Ve o, sizlerce hoşlanılmasa da.* Ve ola ki, hoşlanmadığınız bir şey ve o, sizlere en hayırlısıdır! Ve sevdiğiniz bir şey ve o, sizlere şerdir! Ve Allâh bilir ve sizler bilmezsiniz ‘sırları ve açıklanan şeyleri’!*
>2:216, 4:77, 8:5<
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
2:217 Yes’elûneke aniş şehril harâmi kıtâlin fîh (fîhi), kul kıtâlun fîhi kebîr (kebîrun), ve saddun an sebîlillâhi ve kufrun bihî vel mescidil harâmi ve ihrâcu ehlihî minhu ekberu indallâh (indallâhi), vel fitnetu ekberu minel katl (katli), ve lâ yezâlûne yukâtilûnekum hattâ yeruddûkum an dînikum inistetâû ve men yertedid minkum an dînihî fe yemut ve huve kâfirun fe ulâike habitat a’mâluhum fîd dunyâ vel âhireh (âhireti), ve ulâike ashâbun nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
‘Yâ Muhammed!’, Soruyorlar sana, haram aydan (saldırmanın yasak olduğu aylar; Recep, Zul-kade, Zul-hicce ve Muharrem) ve onda savaşmayı. De ki: „ Onda savaş büyük ‘vebal’! Ve alıkoymak, Allâh’ın yolundan ve inkâr etmek O’nu ve hürmetli, yasakların uygulandığı ibadethane (Kâbe) ‘ziyaretini engellemek’ ve çıkarmak ahalisini oradan, daha büyük ‘günahtır’ Allâh’ın katında. Ve fitne ‘ara bozuculuk’, daha büyük ‘günahtır’ katletmekten! “. Ve ‘İslâm’ı inkâr edenler’ zail olmazlar savaşmaya sizlerle ki, döndürünceye kadar sizleri dîninizden, eğer mecal edebilseler. Ve kim döndüyse sizlerden, dîninden ‘İslâm’dan’* ve o, inkârcıdır artık öldüğünde de!* O hâlde işte onlar ki, boşa çıktı gayretleri dünyada ve âhirette de.* Ve işte onlar, ateş ‘cehennem’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
>3:19, 3:83, 3:84, 3:85, 5:3, 6:161, 10:105, 16:123, 21:25, 30:30<
>5:51, 5:52, 5:53<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
2:218 İnnellezîne âmenû vellezîne hâcerû ve câhedû fî sebîlillâhi, ulâike yercûne rahmetallâh (rahmetallâhi), vallâhu gafûrun rahîm (rahîmun).
Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve hicret ‘göç’ eden kimseler ve cihâd (kararlılıkla İslâm’ı yaşama mücâdelesi) edenler Allâh’ın yolunda; mallarıyla ve canlarıyla ki, işte onlar, umarlar Allâh’ın bahşetmesini, bağışlamasını, merhametle esirgemesini.* Ve Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>3:142, 4:95, 9:20, 22:78, 29:69, 47:31<
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:219 Yes’elûneke anil hamri vel meysir (meysiri), kul fîhimâ ismun kebîrun ve menâfiu lin nâsi, ve ismuhumâ ekberu min nef’ihimâ ve yes’elûneke mâzâ yunfikûn (yunfikûne) kulil afve, kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn (tetefekkerûne).
‘Yâ Muhammed!’, Soruyorlar sana, şaraptan* ve kumardan. De ki: „ Onlarda, büyük günah ve insanlar için faydalar ‘vardır’. Onların günahları, menfaatlerinden daha büyüktür! “. Ve soruyorlar sana, ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ ne bağış yaparlar. De ki: „ Affedileni ‘gönüllü vazgeçileni’! “.* İşte böyle beyan eder Allâh, sizlere âyetleri ‘hakikat bilgisini’! Ki, belki inceden inceye düşünürsünüz!
>2:219, 16:67, 37:45, 47:15<
>2:219, 17:26, 17:27, 17:28, 17:29, 25:67, 30:38, 51:19, 70:24, 70:25<
2:220 Fîd dunyâ vel âhirah (âhirati) ve yes’elûneke anil yetâmâ kul ıslâhun lehum hayr (hayrun) ve in tuhâlitûhum fe ıhvânukum vallâhu ya’lemul mufside minel muslih (muslihi) ve lev şâallâhu le a’netekum innallâhe azîzun hakîm (hakîmun).
‘Yâ Muhammed!’, Ki dünyadan ve âhiretten de ve soruyorlar sana, yetimlerden. De ki: „ Onların ‘gidişatını’ düzeltmek en hayırlısıdır ve eğer onları ‘aranıza’ katarsanız, artık onlar kardeşlerinizdir (yandaşlar)! “. Ve Allâh bilir, bozguncuları da ‘gidişatı’ düzeltenleri de! Ve eğer dileseydi Allâh, elbette sıkıntı verirdi sizlere. Şüphesiz ki Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!
2:221 Ve lâ tenkihûl muşrikâti hattâ yu’minn (yu’minne), ve le emetun mu’minetun hayrun min muşriketin ve lev a’cebetkum, ve lâ tunkihûl muşrikîne hattâ yu’minû ve le abdun mu’minun hayrun min muşrikin ve lev a’cebekum, ulâike yed’ûne ilen nâr (nâri), vallâhu yed’û ilel cenneti vel magfireti bi iznih (iznihi), ve yubeyyinu âyâtihî lin nâsi leallehum yetezekkerûn (yetezekkerûne).
Ve nikâhlamayın ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıran kadınları ki, ‘samimi’ inanıncaya kadar! Ve elbette köle kadın ki, ‘samimi’ inanan, en hayırlısıdır ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıran bir kadından; ve sizleri imrendirse bile. Ve nikâhlamayın kadınlarınızı ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıran erkeklerle ki, ‘samimi’ inanıncaya kadar! Ve elbette ‘samimi’ inanan kul (köle), en hayırlısıdır ‘Allâhû Teâlâ’ya’ ortak yakıştıran bir erkekten; ve sizleri imrendirse bile.* İşte onlar, davet ederler ateşe. Ve Allâh, davet eder has bahçe ‘cennete’ ve bağışlamaya izniyle. Ve beyan eder âyetlerini ‘hakikat bilgisini’ insanlara ki, belki hatırda tutarlar!*
>2:221, 4:3, 4:23, 4:24, 4:25, 5:5, 17:32, 24:2, 24:3, 24:4, 24:26, 24:32, 24:33, 58:3, 60:10<
>2:2, 7:52, 10:38, 10:57, 16:102, 17:82, 17:106, 26:192, 26:193, 26:194, 26:195<
2:222 Ve yes’elûneke anil mahîd (mahîdi), kul huve ezen, fa’tezilûn nisâe fîl mahîdi, ve lâ takrabûhunne hattâ yathurn (yathurne) fe izâ tetahherne fe’tûhunne min haysu emerekumullâh (emerekumullâhu) innallâhe yuhıbbut tevvâbîne ve yuhibbul mutetahhirîn (mutetahhirîne).
‘Yâ Muhammed!’, Ve soruyorlar sana, ‘kadınların’ hayz hâlinden. De ki: „ O, rahatsızlıktır. Bu yüzden soyutlanın hâtunlardan, hayzlıyken! Ve onlara yakınlaşmayın temizleninceye kadar! Artık temizlendikleri zaman nihayet, ‘isterseniz’ varın onlara Allâh’ın emrettiği yerden! “. Muhakkak ki Allâh, sever tövbe edenleri ve sever temizlenenleri!
2:223 Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh (mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn (mu’minîne).
Hâtunlarınız, ‘döllenen-döl veren’ tarladır sizlere. O hâlde varın tarlanıza nasıl dilerseniz! Ve sunun benlikleriniz için ‘ahlâklı davranışlar’! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki, O’na kavuşanlar olduğunuzu! ‘Yâ Muhammed!’, Ve ‘cennetle’ müjdele ‘samimi’ inananları!
2:224 Ve lâ tec’alûllâhe urdaten li eymânikum en teberrû ve tettekû ve tuslihû beynen nâs (nâsi), vallâhu semîun alîm (alîmun).
Ve kılmayın ‘bahaneyle’ Allâh’ı yeminlerinize siper! Hayırlı olmanız ve ‘günahlardan’ korunmanız ve insanların arasını düzeltmenizde. Ve Allâh, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet edendir; en iyi bilendir!
2:225 Lâ yuâhızukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm (halîmun).
Sorumlu tutmaz sizleri Allâh, boş sözlerle ‘edilmiş, gayesiz’ yeminlerinizden. Ve lâkin sorumlu tutar sizleri, kazandığı şeylerden kalplerinizin (bilinçli yeminlerinizden)!* Ve Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* hemen cezalandırmayan, ılımlı davranandır!
>2:225, 2:284, 5:89, 33:5, 66:2<
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:226 Lillezîne yu’lûne min nisâihim terabbusu erbaati eşhur (eşhurin), fe in fâû fe innallâhe gafûrun rahîm (rahîmun).
‘Boşanma amaçlı ilişkiden uzaklaşmaya’ söz veren kimseler, hâtunlarından ‘ayrı’ dört ay dururlar! Ancak eğer ‘süre dolmadan’ vazgeçerlerse, o hâlde şüphesiz ki Allâh, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayandır;* inançlıları esirgeyen, acıyan, bahşedendir!
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:227 Ve in azemût talâka fe innallâhe semîun alîm (alîmun).
Ve eğer boşamaya karar verirlerse, o hâlde şüphesiz ki Allâh, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet edendir; en iyi bilendir!
2:228 Vel mutallakâtu yeterabbasne bi enfusihinne selâsete kurûin, ve lâ yahıllu lehunne en yektumne mâ halakallâhu fî erhâmihinne in kunne yu’minne billâhi vel yevmil âhır (âhıri), ve buûletuhunne ehakku bi reddihinne fî zâlike in erâdû ıslâhâ (ıslâhan), ve lehunne mislullezî aleyhinne bil ma’rûf (ma’rûfi), ve lir ricâli aleyhinne dereceh (derecetun), vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).
Ve boşanmış kadınlar, kendi başına gözetlerler ‘beklerler’, üç dönem ‘hayz hâlini’ (ki, olası bir gebelik belli olsun)! Ve helâl ‘caiz’ değildir onlara gizlemek, rahimlerindeki, Allâh’ın oluşumunu yapılandırarak yarattığı şeyi! Ki eğer onlar, ‘samimi’ inanıyorlarsa Allâh’a ve âhir ‘son’ güne. Ve kocalarına müstahaktır geri dönmek onlara ki, işte bu ‘süre’ içinde, eğer murad ederlerse uzlaşmayı. Ve onların ‘kadınların hakkı’, onların ‘kocalarının’ üzerinde, onun makul ‘hakkı’ kadardır. Erkekler ki, ‘kadınların’ üzerinde bir mertebe ‘daha önceliklidir’! Ve Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!
2:229 Et talâku merratân (merratâni), fe imsâkun bi ma’rûfin ev tesrîhun bi ihsân (ihsânin), ve lâ yahıllu lekum en te’huzû mimmâ âteytumûhunne şey’en illâ en yehâfâ ellâ yukîmâ hudûdallâh (hudûdallâhi), fe in hıftum ellâ yukîmâ hudûdallâhi, fe lâ cunâha aleyhimâ fî meftedet bih (bihî), tilke hudûdullâhi fe lâ ta’tedûhâ, ve men yeteadde hudûdallâhi fe ulâike humuz zâlimûn (zâlimûne).
‘Dönüşü mümkün’ boşama iki defadır! Öyleyse ‘kadını ya’ makul olarak tutmak veya iyilikle serbest bırakmalıdır. Ve helâl ‘caiz’ değildir sizlere ki, verdiğiniz şeyden onlara, bir şey almanız! Ki müstesnadır, korkmaları ‘karı-kocanın’, uygulayamamayı Allâh’ın sınırlarını. Fakat eğer korkarsanız, ‘karı-kocanın’ uygulamamalarından Allâh’ın sınırlarını, artık olmaz vebal üzerlerine, ‘kadının aldığı evlilik bağışını, boşanmak isteğiyle iade etmesi’ ona, verdiği bedelde. Bunlar, Allâh’ın sınırlarıdır; artık aşırılık etmeyin ona! Ve kim, aşırılık ederse Allâh’ın sınırlarına, o hâlde işte onlar… Onlar, zalimlerdir.
2:230 Fe in tallakahâ fe lâ tahıllu lehu min ba’du hattâ tenkiha zevcen gayrah (gayrahu), fe in tallakahâ fe lâ cunâha aleyhimâ en yeterâceâ in zannâ en yukîmâ hudûdallâh (hudûdallâhi), ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuhâ li kavmin ya’lemûn (ya’lemûne).
Buna rağmen ‘kocanın ikinci boşamasının’ ardından eğer onu ‘karısını, üçüncü kez de’ boşarsa, artık helâl ‘caiz’ değildir ona! Nikâhlanmadıkça ondan başka bir eşle! Ne var ki, eğer ‘ikinci eş de’ onu boşarsa, artık vebal olmaz üzerlerine, ‘ilk karı-kocanın birbirine’ gelmelerinde. Eğer ki zannederlerse, uygulayabilmeyi Allâh’ın sınırlarını! Ve bunlar, Allâh’ın sınırlarıdır! Allâh onu, beyan eder ‘hakikat bilgisini, anlaya’ bilen bir toplum için!
2:231 Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin ev serrihûhunne bi ma’rûf (ma’rûfin), ve lâ tumsikûhunne dırâran li ta’tedû, ve men yef’al zâlike fe kad zaleme nefseh (nefsehu), ve lâ tettehızû âyâtillâhi huzuvâ (huzuven), vezkurû ni’metallâhi aleykum ve mâ enzele aleykum minel kitâbi vel hikmeti yeızukum bih (bihî), vettekûllâhe va’lemû ennallâhe bi kulli şey’in alîm (alîmun).
Ve boşadığınız zaman hâtunları, nihayet vadelerine ulaştıklarında, artık tutun onları meşru olarak veya serbest bırakın onları makul olarak. Ve onları tutmayın, zarar vererek, aşırılık ederek! Ve kim, ifa ederse işte bunu ‘yasaklananı’, ancak kendi benliğine zulmetmiş olur. Ve edinmeyin Allâh’ın âyetlerini, alay ‘konusu’! Ve hatırlayın, Allâh’ın lütfunu üzerlerinizdeki! Ve indirdiği şeyi ‘âyetlerindeki hükümlerini’ sizlere, kitaptan (Levh-i Mahfûz; Allâh’ın ilminin, saklanmış ve korunmuş kayıt levhası)!* Ve hükümleri ki, onunla sizlere, nasihat olması için. Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki Allâh’ın, her şeyi en iyi bilen; olduğunu!
>6:59, 13:39, 36:12, 57:22, 85:21, 85:22<
2:232 Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf (ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhır (âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather (atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve boşadığınız zaman hâtunları, nihayet vadelerine ulaştıklarında, artık onları sıkıştırmayın ‘engel olmayın, yeni’ eşleriyle nikâhlarına; ki, murad ettikleri zaman meşru olarak ‘kendi’ aralarında! İşte bununla nasihat ediliyor ona ki, sizlerden ‘samimi’ inanıyor olan kimseye, Allâh’a ve âhir ‘son’ güne de. İşte bu, ‘günahlardan’ daha çok arındırıcıdır sizleri ve ‘şartlanmalardan’ daha temizdir. Ve Allâh bilir ve sizler bilmezsiniz ‘sırları ve açıklanan şeyleri’!*
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
2:233 Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah (radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf (ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik (zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf (ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).
Ve ‘bebek sahibi’ anneler, emzirirler evlâtlarını tam olarak iki yaş dönümüdür ki, emzirmeyi tamamlamayı murad eden kişi içindir. Ve üzerinedir ‘temin etmek’ kendisi için doğurulmuş olan ‘babanın’, onların ‘annelerin’ rızıkları ve giyimleri makul olarak! Yükümlü tutulmasın ‘hiçbir’ can, yetisinin dışında ne bir anne evlâdıyla ve ne de kendisi için doğurulmuş olan ‘baba’ evlâdıyla! Ve vâris üzerindeki ‘sorumluluk, görev de’ işte bunun benzeridir. Artık eğer ‘boşanmış anne ve baba’ murad ederlerse rızalarıyla ve danışarak sütten kesmeyi, artık olmaz vebal üzerlerine. Ve eğer muradınız, evlâtlarınıza ‘sütanne tutup’ emzirtmekse, artık olmaz vebal üzerlerinize, makul olarak verdiğiniz şeyi ‘kararlaştırdığınız ücreti’ teslim ettiğiniz zaman! Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bilin ki Allâh’ın, gayret ettiğiniz şeyleri, her hâliyle gören; olduğunu!
2:234 Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcen yeterabbasne bi enfusihinne erbeate eşhurin ve aşrâ (aşran), fe izâ belagne ecelehunne fe lâ cunâhe aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne bil ma’rûf (ma’rûfi), vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).
Ve o kimseler ki, sizlerden vefat ettirilirler. Ve ‘onların, geride’ bıraktığı eşleri kendi başına gözetlerler ‘beklerler’, dört ay ve on gün (ki, olası bir gebelik belli olsun)! Nihayet vadelerine ulaştıkları zaman, artık olmaz vebal üzerlerinize, ifa ettikleri şeylerden kendilerince meşru olarak! Ve Allâh, gayret ettiğiniz şeylerden haberdar, üstün bilgi sahibidir!
2:235 Ve lâ cunâhe aleykum fîmâ arradtum bihî min hitbetin nisâi ev eknentum fî enfusikum, alimallâhu ennekum se tezkurûnehunne ve lâkin lâ tuvâıdûhunne sirran illâ en tekûlû kavlen ma’rûfâ (ma’rûfen), ve lâ ta’zimû ukdeten nikâhı hattâ yeblugal kitâbu eceleh (ecelehu), va’lemû ennallâhe ya’lemu mâ fî enfusikum fahzerûh (fahzerûhu), va’lemû ennallâhe gafûrun halîm (halîmun).
Ve olmaz vebal üzerlerinize, ‘kocaları ölen’ hâtunlara, evlenme teklifinizi ima etmenizde veya nefsinizde gizlemenizde! Allâh bildi ki, mutlaka hatırlayacak olduğunuzu onları. Ve lâkin onlarla sözleşmeyin sırlarda! Ki, müstesnadır söylemeniz makul söz. Ve azmetmeyin nikâh bağına ki, ulaşıncaya kadar kitapta ‘Kur’ân-ı Kerîm de yazılı’ vadesine!* Ve bilin ki Allâh’ın, biliyor olduğunu, benliklerinizdeki şeyi!* O hâlde sakının O’ndan! Ve bilin ki Allâh’ın, fazlalığına bakmaksızın günahları örten, bağışlayan;* hemen cezalandırmayan, ılımlı davranan; olduğunu!
>2:234<
>2:255, 6:59, 11:123, 13:9, 15:24, 16:19, 67:13, 67:14<
>5:39, 15:49, 17:25, 20:82, 25:71, 28:16, 39:53<
2:236 Lâ cunâha aleykum in tallaktumun nisâe mâ lem temessûhunne ev tefridû lehunne farîdâh (farîdâten) ve mettiûhunne alel mûsiı kaderuhu ve alel muktiri kaderuh (kaderuhu) metâan bil ma’rûf (ma’rûfi), hakkan alel muhsinîn (muhsinîne).
Olmaz vebal üzerlerinize, eğer boşarsanız hâtunları ki, henüz dokunmadan onlara, veya belirlemeden onlara, zorunlu kılınan evlilik bağışı! Ve onların bir geçimlikle ‘imkânları’ geniş olanın kendi gücü yettiğince ve dar olanın da kendi gücü yettiğince, makul olarak menfaatlendirilmesi, hakkaniyettir üzerine ‘kendisini’ koruyan, iyilere!
2:237 Ve in tallaktumûhunne min kabli en temessûhunne ve kadfaradtum lehunne farîdaten fe nısfu mâ faradtum illâen ya’fûne ev ya’fuvellezî bi yedihî ukdetun nikâh (nikâhı), ve en ta’fû akrabu lit takvâ ve lâ tensevul fadla beynekum innallâhe bi mâ ta’melûne basîr (basîrun).
Ve eğer boşarsanız onları, dokunmadan önce onlara; ve olur yine de zorunluluk ki, yarısıdır, onlara belirlediğiniz zorunlu kılınan evlilik bağışının! Müstesnadır ‘kadınların’ affetmeleri ‘vazgeçmeleri’ veya nikâh bağı elinde olan kimsenin ‘erkeğin’ affetmesi ‘hepsini kadına bırakması’. Ve affetmeniz ‘diğer yarısını da bırakmanız’ daha yakın ‘davranıştır, günahlardan’ korunmak için! Ve unutmayın aranızdaki liyakati! Şüphesiz ki Allâh, gayret ettiğiniz şeyleri her hâliyle görendir!
2:238 Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ ve kûmû lillâhi kânitîn (kânitîne).
Muhafaza edin ibadetleri ve ara ibadeti ‘namazı’!* Ve ‘Allâhû Teâlâ’nın huzurunda’ dikilin! Allâh’a âmâde olun!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:239 Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ (rukbânen), fe izâ emintum, fezkurûllâhe kemâ allemekum mâ lem tekûnû ta’lemûn (ta’lemûne).
Fakat eğer ‘bir tehlikeden’ korkarsanız, o hâlde ‘namazı’ yaya olarak veya binmişken ‘binekte kılın’! Nihayet emniyette olduğunuz zaman da, artık ‘namazla’ yâd edin Allâh’ı! Sizlere öğrettiği gibi biliyor olmadığınız şeyleri ‘nasıl kılacağınızı’.
2:240 Vellezîne yuteveffevne minkum ve yezerûne ezvâcâ (ezvâcen), vasıyyeten li ezvâcihim metâan ilel havli gayre ıhrâc (ıhrâcın), fe in harecne fe lâ cunâha aleykum fî mâ fealne fî enfusihinne min ma’rûf (ma’rûfin), vallâhu azîzun hakîm (hakîmun).
Ve o kimseler ki, sizlerden vefat ettirilirler. Ve ‘onlar, öncesinden geride’ bıraktığı eşlere vasiyet etmelidir! Ki, eşleri için geçimlik ‘evinden’ çıkarılmaksızın bir yıla kadardır. Fakat eğer ‘eş, kendiliğinden’ çıkarsa, artık olmaz vebal üzerlerinize, ifa ettikleri şeylerden kendilerince meşru olarak! Ve Allâh, mutlak yüce, eşsiz, benzersizdir; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmedendir!
2:241 Ve lil mutallakâti metâun bil ma’rûf (ma’rûfi) hakkan alel muttekîn (muttekîne).
Ve boşanmış kadınların meşru olarak ‘bir geçimlikle’ menfaatlendirilmesi hakkaniyettir ‘günahlardan’ korunanlara!
2:242 Kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum ta’kılûn (ta’kılûne).
İşte böyle beyan eder Allâh, sizlere âyetlerini ‘hakikat bilgisini’! Ki, belki akıl yürütürsünüz!
2:243 E lem tera ilellezîne haracû min diyârihim ve hum ulûfun hazaral mevti, fe kâle lehumullâhu mûtû summe ahyâhum innallâhe le zû fadlin alen nâsi ve lâkinne ekseren nâsi lâ yeşkurûn (yeşkurûne).
Baksana o kimselere ki, diyarlarından çıktılar ve onların binlercesi ölüm korkusuyla! Bu yüzden dedi ki, onlara Allâh: „ Ölün! “. Sonra da ‘yeniden türeterek’ yaşattı onları.* Şüphesiz ki Allâh, elbette liyakat sahibidir insanlara! Ve lâkin insanların birçoğu şükretmezler.
>2:28, 2:54, 2:243, 4:66<
2:244 Ve kâtilû fî sebîlillâhi va’lemû ennallâhe semîun alîm (alîmun).
Ve savaşın, Allâh’ın yolunda!* Ve bilin ki Allâh’ın, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet eden; en iyi bilen; olduğunu!
>2:190, 2:193, 4:76, 8:39, 9:12, 9:29, 9:123, 60:8, 60:9<
2:245 Menzellezî yukridullâhe kardan hasenen fe yudâifehu lehû ed’âfen kesîrah (kesîraten), vallâhu yakbidu ve yebsut (yebsutu) ve ileyhi turceûn (turceûne).
Kimdir o kimse ki, borç verir Allâh’a, bir borç ki, iyilikledir. O hâlde, defalarcadır o, ona, defaten çoğaltılarak. Ve Allâh, ‘adaleti gereği rızkı’ daraltır ve genişletir!* Ve Zât’ı ‘huzuruna’ rücu edilirsiniz!
>11:52, 13:12, 13:13, 13:26, 17:30, 24:43, 71:11, 71:12<
2:246 E lem tera ilel melei min benî isrâîle min ba’di mûsâ, iz kâlû li nebiyyin lehumub’as lenâ meliken nukâtil fî sebîlillâh (sebîlillâhi), kâle hel aseytum in kutibe aleykumul kıtâlu ellâ tukâtil (tukâtilû), kâlû ve mâ lenâ ellâ nukâtile fî sebîlillâhi ve kad uhricnâ min diyârinâ ve ebnâinâ fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu tevellev illâ kalîlen minhum vallâhu alîmun biz zâlimîn (zâlimîne).
Baksana İsrâîloğulları yetkililerine, Mûsâ’nın ardından! Bildiricilerine (peygamber) demişlerdi ki: „ Harekete geçir bizlere bir hükümdar ki, savaşalım Allâh’ın yolunda! “. ‘Peygamberleri’ dedi ki: „ Ola ki, eğer üzerlerinize yazılır da ‘zorunlu kılınır’ savaş, ya savaşmazsanız? “. Dediler ki: „ Ve olmaz savaşmamamız Allâh’ın yolunda; ve çıkarılmışken diyarımızdan ve oğullarımızdan ‘uzaklaştırılmışken’! “. Nihayet yazılınca da ‘zorunlu kılınınca’ üzerlerine savaş, dönüp ‘gittiler’, onlardan birazı dışında. Ve Allâh, en iyi bilendir; zalimleri!
2:247 Ve kâle lehum nebiyyuhum innallâhe kad bease lekum tâlûtemelikâ (meliken), kâlû ennâ yekûnu lehul mulku aleynâ ve nahnu ehakku bil mulki minhu ve lem yu’te seaten minel mâl (mâli), kâle innallâhestafâhu aleykum ve zâdehu bestaten fîl ilmi vel cism (cismi), vallâhu yu’tî mulkehu men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).
Ve dedi ki, onlara bildiricileri (peygamber): „ Muhakkak ki Allâh, harekete geçirdi sizlere Tâlut’u, hükümdar olarak! “. Dediler ki: „ Nasıl olur onun hükümdarlığı üzerimize? Ve ‘asıl’ bizlere müstahaktır hükümdarlık ki, ondan ‘çok’. Ve ‘ona’ verilmemişken maldan ‘servetten’ bolca! “. ‘Peygamberleri’ dedi ki: „ Muhakkak ki Allâh, seçkin kıldı onu, üzerlerinize ve ona, ziyade etti bilgide yeğlik ve heybet! “. Ve Allâh, verir saltanatını, hükümdarlığını dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye!* Ve Allâh, ilmi, kudreti, lütufları geniş, her şeyi kapsayandır; en iyi bilendir!
>11:52, 13:12, 13:13, 13:26, 17:30, 24:43, 71:11, 71:12<
2:248 Ve kâle lehum nebiyyuhum inne âyete mulkihî en ye’tiyekumut tâbûtu fîhi sekînetun min rabbikum ve bakiyyetun mimmâ terake âlu mûsâ ve âlu hârûne tahmiluhul melâikeh (melâiketu), inne fî zâlike le âyeten lekum in kuntum mu’minîn (mu’minîne).
Ve dedi ki, onlara bildiricileri (peygamber): „ Muhakkak ki onun hükümdarlığının âyeti ‘alâmeti’, bir sandığın (ahit sandığı) sizlere gelmesidir! İçindekiler, sükûnettir Rabbinizden ve arta kalanlardır bıraktığı şeylerden, Mûsâ ailesinin ve Hârûn ailesinin ki, yüklendirilirler onunla melekler. “. Muhakkak ki işte bunda, elbette âyet ‘alâmet vardır’ sizlere, eğer ‘samimi’ inananlarsanız!
2:249 Fe lemmâ fesale tâlûtu bil cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi neher (neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat’amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih (yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meahu, kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih (cunûdihî), kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesîraten bi iznillâh (iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn (sâbirîne).
Böylelikle ayrıldığında Tâlut, ‘çatışma için’ orduyla, dedi ki: „ Muhakkak ki Allâh, yoklar sizleri bir nehir ile.* Öyle ki kim içerse ondan, artık benden değildir! Ve kim doymazsa ona, o hâlde muhakkak ki o, bendendir ki, müstesnadır eliyle bir tutam tutan kişi! “. Fakat onlardan birazı dışında, ondan ‘sudan doya doya’ içtiler. Derken ‘nehri’ geçtiler o ‘Tâlut’ ve beraberindeki inançlı kimseler. (Sudan rahatsızlanıp geride kalanlar) Dediler ki: „ Tâkatımız yok bugün, Câlut’a ve onun ordusuna! “. Dediler ki, kendilerinin mutlaka Allâh’a kavuşanlar olduklarını uman kimseler: „ Nice az birliklerden galip geldi ‘sayıca’ çok birliğe ‘karşı’, Allâh’ın izniyle! “. Ve Allâh, sabredenlerle beraberdir!
>8:25, 9:126, 21:35, 29:2<
2:250 Ve lemmâ berazû li câlûte ve cunûdihî kâlû rabbenâ efrig aleynâ sabren ve sebbit ekdâmenâ vensurnâ alel kavmil kâfirîn (kâfirîne).
Ve karşısına çıktıklarında Câlut’un ve ordusunun, dediler ki: „ Rabbimiz… Üzerimize sabır yağdır ve sabit kıl ayaklarımızı ‘yolunda’!* Ve bizlere yardım et, inkâr eden topluma karşı! “.
>2:250, 3:146, 3:147, 8:11, 16:94, 47:7<
2:251 Fe hezemûhum bi iznillâhi, ve katele dâvudu câlûte ve âtâhullâhul mulke vel hikmete ve allemehu mimmâ yeşâu, ve lev lâ def’ullâhin nâse, bâ’dahum bi ba’din le fesedetil ardu ve lâkinnallâhe zû fadlin alel âlemîn (âlemîne).
Nihayet onları yenilgiye uğrattılar Allâh’ın izniyle; ve katletti Dâvûd, Câlut’u. Ve verdi ona Allâh, hükümdarlık ve idrak ‘yetisi’ ve öğretti ona, dilediği şeylerden. Ve olmasaydı Allâh’ın defetmesi, insanlardan birilerini bir kısmıyla, elbette yeryüzünde bozgun çıkardı.* Ve lâkin Allâh, liyakat sahibidir; var olan her şeyin üzerine!
>6:123, 7:86, 8:36, 11:19, 14:3, 16:88, 17:16, 34:34, 43:23<
2:252 Tilke âyâtullâhi netlûhâ aleyke bil hakk (hakkı), ve inneke le minel murselîn (murselîne).
‘Yâ Muhammed!’, Bunlar, Allâh’ın âyetleridir ki, kıraat ediyoruz onu sana, gerçekleriyle! Ve muhakkak ki sen, elbette gönderilmiş ‘elçilerdensin’!
2:253 Tilker rusulu faddalnâ ba’dahum alâ ba’d (ba’din), minhum men kellemallâhu ve rafea ba’dahum derecât (derecâtin), ve âteynâ îsâbne meryemel beyyinâti ve eyyednâhu bi rûhıl kudus (rûhıl kudusi), ve lev şâallâhu maktetelellezîne min ba’dihim min ba’di mâ câethumul beyyinâtu ve lâkinihtelefû fe minhum men âmene ve minhum men kefer (kefere), ve lev şâallâhu maktetelû ve lâkinnallâhe yef’alu mâ yurîd (yurîdu).
Bunlar, elçiler ki, liyakatli kıldık onların, bazılarını bazılarının üzerine. Onlardan kimileriyle konuştu Allâh ‘vahiyle’;** ve yükseltti onların bazılarını da mertebelerle. Ve verdik Meryem oğlu Îsâ’ya ayan beyan ‘deliller’. Ve destekledik onu, Ruh’ûl Kudüs (Kutsal Ruh; Melek) ile.* Ve eğer dileseydi Allâh, birbirlerini katledemezlerdi bunun ardından gelen kimseler ki, onlara ayan beyan ‘deliller’ gelmesinin ardından. Ve lâkin ihtilâf ettiler. Artık onlardan kimileri ‘hakikat bilgisine’ inandı ve onlardan kimileri de inkâr etti. Ve eğer dileseydi Allâh, birbirlerini katledemezlerdi. Ve lâkin Allâh, ifa eder murad ettiği şeyi!
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
>5:110, 16:2, 16:102, 17:85, 58:22, 66:12<
2:254 Yâ eyyûhellezîne âmenû enfikû mimmâ razaknâkum min kabli en ye’tiye yevmun lâ bey’un fîhi ve lâ hulletun ve lâ şefâah (şefâatun), vel kâfirûne humuz zâlimûn (zâlimûne).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ bağış yapın, sizleri rızıklandırdığımız şeylerden! ‘Öyle bir’ gün gelmeden önce ki, onda alış-veriş olmaz ve dostluk ve şefaat.* Ve inkâr edenler, onlar zalimlerdir.
>19:87, 21:28, 39:43, 39:44, 53:26, 78:38<
2:255 Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm (kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm (nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard (ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih (iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard (arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm (azîmu).
Allâh ki, ilâh olamaz O’nun dışında!* Ki, evvelî ve ebedî diridir! Var olan her şeyin kaynağı, dayanağıdır! O’na olmaz dalgınlık ve ne de uyku! Zât’ının dır, ne varsa göklerde ve ne varsa yerde! Kimdir o kimse ki, şefaat eder huzurunda,* O’nun izni olmadıkça? Ki bilir, onların ‘yarattıklarının’, önlerindekileri ve arkalarındakileri (geçmiş ve geleceklerini)!* Ve kavrayamazlar bir şeyi ilminden ki, müstesnadır dilediği şey.* Kapsamıştır O’nun kürsüsü gökleri ve yeri! Ve O’na ağır gelmez, muhafaza etmek onları. O’dur, üstün, kudretli, ulvi; ihtişamlı, ölçüsüz büyük!
>17:44, 26:23, 26:24, 42:11, 59:22, 59:23, 59:24, 112:4<
>19:87, 21:28, 39:43, 39:44, 53:26, 78:38<
>6:61, 13:11, 17:13, 17:71, 18:49, 21:28, 43:80, 50:17, 50:18, 69:19, 69:25, 82:10, 82:11, 82:12, 84:7, 84:8, 86:4<
>6:98, 10:39, 20:110, 20:114<
2:256 Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy (gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm (alîmun).
Dînde zorlama olmaz! ‘Ayrılıp’ belli olmuştur olgunluk, karmaşadan.* Artık kim, tâğut’u (Allâhû Teâlâ’yı hiddetlendirenler), inkâr eder ve ‘samimi’ inanır Allâh’a, o hâlde, kopmaz sağlam bir kulpa tutunmuş olur.* Ve Allâh, işitmesi devamlı ve her şeyi kapsayan, işittiğine icabet edendir; en iyi bilendir!
>2:256, 4:170, 6:104, 7:146, 10:108, 11:120, 17:107, 18:29, 39:41, 90:10<
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
2:257 Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr (nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât (zulumâti), ulâike ashâbun nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
Allâh, himayecisidir o kimselerin ki, ‘samimi’ inananlardır. Çıkarır onları, karanlıklardan ‘İlâhî esaslar bilgisizliğinden’ aydınlığa ‘İlâhî esasları görmeye’! Ve o kimseler ki, ‘hakikat bilgisini’ örtmeye şartlanmışlardır; himayecileri tâğut’tur (Allâhû Teâlâ’yı hiddetlendirenler), çıkarırlar onları, aydınlıktan karanlıklara.* İşte onlar, ateş ‘cehennem’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
>2:257, 6:122, 24:40<
2:258 E lem tera ilellezî hâcce ibrâhîme fî rabbihî en âtâhullâhul mulk (mulke), iz kâle ibrâhîmu rabbiyellezî yuhyî ve yumîtu, kâle ene uhyî ve umît (umîtu), kâle ibrâhîmu fe innallâhe ye’tî biş şemsi minel maşrıkı fe’ti bihâ minel magribi fe buhitellezî kefer (kefere), vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn (zâlimîne).
Baksana o kimseye ki, tartıştı İbrâhîm’le Rabbi hakkında! Ki, Allâh’ın ona verdiği saltanat, hükümdarlıkla ‘büyüklenerek’! Demişti ki, İbrâhîm: „ Rabbim… Zât’ı, yaşatır ve öldürür! “. ‘Hükümdar’ dedi ki: „ Ben de yaşatır ve öldürürüm! “. Dedi ki, İbrâhîm: „ O hâlde muhakkak ki Allâh, getirir güneşi doğudan, haydi sen de onu batıdan getir! “. Fakat şaşakaldı inkâr eden kişi. Ve Allâh, ‘inkâra şartlandıkları için’ yönlendirmez zalimler toplumunu!*
>2:171, 3:108, 6:104, 7:101, 7:179, 8:22, 8:23, 10:100, 13:19, 17:72, 17:97, 21:45, 22:46, 25:44, 40:35, 64:11, 67:10<
2:259 Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh (beasehu), kâle kem lebist (lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm (yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten lin nâsi venzur ilâl izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ (lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Veya o kimse ki, uğradı bir memlekete; ve o ‘evler’ boş, virane, temelleri üzerine yıkılmış ‘görünce’ dedi ki: „ Nasıl yaşatır ki Allâh burayı, onun ölümünden sonra? “. Bunun üzerine Allâh, öldürdü onu yüz yıl, sonra diriltti onu. ‘Sonra da ona, vahiyle’ dedi ki: „ Nice kaldın? “.** Dedi ki: „ Bir gün veya günün bir kısmı kadar! “. „ Yok! “ dedi.: „ Yüz yıl kaldın! Haydi bak yiyecek ve içeceğine, bozulmadı. Ve bak merkebine. Ve ‘bu’ seni kılmamız içindir insanlara bir âyet ‘alâmet’! Ve bak kemiklere, nasıl inşa ediyoruz onu, sonra giydiriyoruz ona et! “. Artık ona belli olunca, dedi ki: „ ‘Artık’ daha iyi biliyorum ki, Allâh’ın, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretli olduğunu! “.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
2:260 Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ (sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm (hakîmun).
Ve demişti ki İbrâhîm: „ Rabbim… Göster bana, ölüleri nasıl yaşatırsın! “. ‘Allâhû Teâlâ, vahiyle’** dedi ki: „ Ve inanmıyor musun? “. ‘İbrâhîm aleyhisselâm’: „ Yok ‘inanıyorum’! “ dedi.: „ Ve lâkin ‘fiilen görüp’ kanaati için kalbimin. “. ‘Allâhû Teâlâ, vahiyle’ dedi ki: „ O hâlde al kuşlardan dört ‘cins’, böylelikle alıştır kendine, sonra kıl ‘koy’, üzerine her dağın ‘tepenin’ onlardan bir kısmını, sonra da onları çağır. Sana süratle gelirler (çağrıldığınızda, sizler de bunun gibi gelirsiniz)!* Ve bil ki, Allâh’ın, mutlak yüce, eşsiz, benzersiz; âdil, hakkı yerine getiren, adaletle hükmeden; olduğunu! “.
>2:253, 4:164, 7:62, 7:117, 7:143, 19:9, 21:45, 42:51<
(42:51’den bilindiği gibi, Allâhû Teâlâ’nın, hiçbir insanla konuşması olmamıştır! Kelâmıyla olsa da, yine vahiyledir veya melekler aracılığıyla.)
2:261 Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbeh (habbetin), vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm (alîmun).
Emsali, ‘gönülden’ bağış yapan kimselerin ki, mallarını, Allâh’ın yolunda; ‘şu’ misal gibidir: Bir dâne ki, yetişir yedi başaklar, her bir başakta da yüz dâne. Ve Allâh, defalarca ‘bereketlendirir’ dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi!* Ve Allâh, ilmi, kudreti, lütufları geniş, her şeyi kapsayandır; en iyi bilendir!
>11:52, 13:12, 13:13, 13:26, 17:30, 24:43, 71:11, 71:12<
2:262 Ellezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi summe lâ yutbiûne mâ enfekû mennen ve lâ ezen lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
O kimseler ki, bağış yaparlar mallarını Allâh’ın yolunda; sonra peşinden bağışladıkları şeyi ‘ne’ minnettar kılar ve ne de eziyetle ‘gönül inciterek verirler’ onlara ‘ihtiyaç sahiplerine’; ki, onlara ecirleri, Rablerinin katındadır! Ve korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!
2:263 Kavlun ma’rûfun ve magfiretun, hayrun min sadakatin yetbeuhâ ezâ (ezen), vallâhu ganiyyun halîm (halîmun).
Makul bir söz ve bağışlamak, en hayırlısıdır bir sadakadan ki, peşinden ‘gelen, ihtiyaç sahibinin gönlünü inciten’ eziyetten.* Ve Allâh, hiçbir şeye muhtaç olmayan, müstağnidir; hemen cezalandırmayan, ılımlı davranandır!
>17:28<
2:264 Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tubtılû sadakâtikum bil menni vel ezâ, kellezî yunfiku mâlehu riâen nâsi ve lâ yu’minu billâhi vel yevmil âhır (âhıri), fe meseluhu ke meseli safvânin aleyhi turâbun fe esâbehu vâbilun fe terakehu saldâ (salden), lâ yakdirûne alâ şey’in mimmâ kesebû vallâhu lâ yehdîl kavmel kâfirîn (kâfirîne).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Geçersizleştirmeyin sadakalarınızı, minnettar kılarak ve eziyetle ‘gönül inciterek’, o kimseler gibi ki, bağış yapar malını insanlara gösteriş ‘için’! Ve ‘samimi’ inanmaz Allâh’a ve âhir ‘son’ güne!* Artık onun emsali ‘şu’ misal gibidir: Sert bir kaya ki, üzerinde toprak, öyle ki, ona isabet etti de bolca bir yağmur, böylelikle ‘toprak gider, tekrar’ onu bırakır cavlak kaya ‘hâlinde’. Muktedir olmazlar bir şey üzerinde, kazandıkları şeylerden ‘elde etmeye’.* Ve Allâh, ‘razı olduğu yola’ yönlendirmez inkârcılar toplumunu!*
>2:6, 6:12, 6:109, 6:110, 6:111, 7:146, 8:55, 10:39, 10:40, 10:96, 10:97, 17:10, 26:201<
>2:264, 3:117, 14:18, 18:104, 18:105, 24:39, 25:23<
>8:18, 8:19, 12:52, 16:107<
2:265 Ve meselullezîne yunfikûne emvâlehumubtigâe mardâtillâhi ve tesbîten min enfusihim ke meseli cennetin bi rabvetin esâbehâ vâbilun fe âtet ukulehâ dı’feyn (dı’feyni), fe in lem yusıbhâ vâbilun fe tall (tallun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr (basîrun).
Ve emsali, ‘gönülden’ bağış yapan kimselerin ki, mallarını, amaçlayarak Allâh’ın hoşnutluğunu ve benliklerinde sabitleyerek, ‘şu’ misal gibidir: Bir tepede bahçe ki, ona bolca bir yağmur isabet etti de, böylelikle verdi yemişlerini iki kat. Öyle ki, bolca bir yağmur isabet etmese de ona, öyle ki, çiselese bile. Ve Allâh, gayret ettiğiniz şeyleri her hâliyle görendir!
2:266 E yeveddu ehadukum en tekûne lehu cennetun min nahîlin ve a’nâbin tecrî min tahtihel enhâru, lehû fîhâ min kullis semarâti ve esâbehul kiberu ve lehu zurriyyetun duafâu fe esâbehâ ı’sârun fîhi nârun fahterakat kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyâti leallekum tetefekkerûn (tetefekkerûne).
Arzular mı ki, sizlerden biriniz, olmasını onun bir bahçesi, hurma ağaçlarından ve üzümlerden ki, akar onun altından nehirler ki, oranın vardır içinde, her mahsullerden; ve ona, yaşlılık isabet etti ve onun zayıf soyu ‘âciz evlâtları varken’. Bu yüzden ona ‘bahçeye’, ateşli ‘şimşekli’ bir kasırga isabet etti de, öylece onu yaktı.* İşte böyle beyan eder Allâh, sizlere âyetleri ‘hakikat bilgisini’! Ki, belki inceden inceye düşünürsünüz!
>2:266, 17:92, 18:40, 24:43, 30:48, 34:9<
2:267 Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard (ardı), ve lâ teyemmemûl habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhı illâ en tugmidû fîh (fîhî), va’lemû ennallâhe ganiyyun hamîd (hamîdun).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ bağış yapın kazandığınız şeylerin temizlerinden ve çıkardığımız şeylerden ‘mahsullerden’ sizlere, yerden! Ve niyetlenmeyin onun kötüsünden bağış yapmaya! Ve değilseniz gözü kapalı ki, onun alıcısı olmaksızın. Ve bilin ki Allâh’ın, hiçbir şeye muhtaç olmayan, müstağni; yüceltilmeye, övgüye lâyık; olduğunu!
2:268 Eş şeytânu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ (fadlan), vallâhu vâsiun alîm (alîmun).
Şeytan, fakirlik vadeder sizlere (bu yüzden bağışa engel olur, sevabı önler) ve emreder sizlere müstehcenliği (kolay kazanca, kötü arzuların esiri olmaya ve günaha teşvik eder)!* Ve Allâh, vadediyor sizlere bağışlanma ve liyakat Kendisinden! Ve Allâh, ilmi, kudreti, lütufları geniş, her şeyi kapsayandır; en iyi bilendir!
>2:208, 2:268, 4:120, 5:91, 6:121, 8:48, 14:22, 16:99, 17:62, 17:63, 17:64, 17:65, 24:21, 35:6<
2:269 Yu’til hikmete men yeşâu, ve men yu’tel hikmete fe kad ûtiye hayran kesîrâ (kesîren), ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb (elbâbi).
‘Allâhû Teâlâ’, verir idrak ‘yetisini’ dilediği ‘rızasına uyan’ kişiye. Ve kime verilirse idrak ‘yetisi’, o hâlde ‘ona’ verilmiş olur çok hayır. Ve hatırda tutmaz aklı ve gönlü işleyen, derin kavrayış sahiplerinden başkası.*
>7:52, 7:185, 10:101, 18:109, 23:71, 27:93, 31:27, 41:53, 51:20, 51:21, 51:22, 51:23<
2:270 Ve mâ enfaktum min nafakatin ev nezertum min nezrin fe innallâhe ya’lemuh (ya’lemuhu), ve mâ liz zâlimîne min ensâr (ensârın).
Ve ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ ne bağış yaptıysanız nafakadan, veya ne adaysanız bir adaktan, o hâlde şüphesiz ki, Allâh, bilir onu! Ve yoktur zalimlere yardımcıları!
2:271 İn tubdûs sadakâti fe niimmâ hiy (hiye), ve in tuhfûhâ ve tu’tûhâl fukarâe fe huve hayrun lekum ve yukeffiru ankum min seyyiâtikum vallâhu bi mâ ta’melûne habîr (habîrun).
Eğer açıklasanız sadakaları, işte o ne güzeldir. Ve eğer saklar da onu ‘sadakaları’ ve onu ‘böyle’ verirseniz fakirlere, o hâlde o, en hayırlısıdır sizlere! Ve ‘Allâhû Teâlâ’ örter sizlerden kötülüklerinizden ‘günahlarınızdan bir kısmını’. Ve Allâh, gayret ettiğiniz şeylerden haberdar, üstün bilgi sahibidir!
2:272 Leyse aleyke hudâhum ve lâkinnallâhe yehdî men yeşâu, ve mâ tunfikû min hayrin fe li enfusikum, ve mâ tunfikûne illebtigâe vechillâh (vechillâhi), ve mâ tunfikû min hayrin yuveffe ileykum ve entum lâ tuzlemûn (tuzlemûne).
‘Yâ Muhammed!’, Değildir üzerine onların, ‘insanların’ yönlendirilmeleri. Ve lâkin Allâh, yönlendirir dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi.* Ve ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ bağış yaptığınız şey hayırdan, ancak benlikleriniz içindir. Ve bağış yaptığınız şey, gaye edinmekten başka ‘bir şey’ değildir, Allâh’ın yüzünü ‘rızasını’. Ve ‘rızası için’ ne bağış yaparsanız hayırdan, ‘olanca’ vefa edilir sizlere! Ve sizler zulmedilmezsiniz!*
>2:256, 5:16, 5:48, 7:178, 9:126, 16:9, 18:29, 31:22, 39:41, 64:11<
>7:8, 7:9, 23:102, 23:103, 99:7, 99:8, 101:6, 101:7, 101:8, 101:9<
2:273 Lil fukarâillezîne uhsirû fî sebîlillâhi lâ yestatîûne darben fîl ardı, yahsebuhumul câhilu agniyâe minet teaffuf (teaffufi), ta’rifuhum bi sîmâhum, lâ yes’elûnen nâse ilhâfâ (ilhâfen), ve mâ tunfikû min hayrin fe innallâhe bihî alîm (alîmun).
‘Sadakalarınız’, fakirler içindir ki, adadılar kendilerini Allâh’ın yolunda! Ki, mecal edemezler yeryüzünde ‘dilenerek kapıları’ vurmaya. Sanır onları, cahil ‘düşüncesiz olan’ zengin ki, ‘bu onların’ edeplerindendir. Onları tanırsın ‘mizaçlarının oluşturduğu’ görünümlerinden, sual etmezler insanlardan ısrarla! Ve ‘rızası için’ ne bağış yaparsanız hayırdan, o hâlde şüphesiz ki Allâh, onu en iyi bilendir!
2:274 Ellezîne yunfikûne emvâlehum bil leyli ven nehâri sirran ve alâniyeten fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
O kimseler ki, ‘Allâhû Teâlâ’nın rızası için’ bağış yaparlar mallarını gece ve gündüz, sırlarda ve aşikâr! Artık onlara ecirleri, Rablerinin katındadır! Ve korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!
2:275 Ellezîne ye’kulûner ribâ lâ yekûmûne illâ kemâ yekûmullezî yetehabbetuhuş şeytânu minel mess (messi), zâlike bi ennehum kâlû innemal bey’u mislur ribâ, ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ fe men câehu mev’izatun min rabbihî fentehâ fe lehu mâ selef (selefe), ve emruhû ilâllâh (ilâllâhi), ve men âde fe ulâike ashâbun nâr (nâri), hum fîhâ hâlidûn (hâlidûne).
O kimseler ki, yedikleri kâr payı ‘sebebiyle, âhirette’ kalkmazlar ki o, şeytan dokunuşu debelenmesi gibi kalkıyor olmaksızın*. İşte bu, onların demelerindendir, ki: „ Alış-veriş de sadece kâr payına benzer! “. ‘Oysa ki’ Allâh, alış-verişi ve helâl ‘caiz’ ve kâr payını haram ‘caiz olmaz’ kıldı! Öyleyse, Rabbinden ona, nasihat gelen kimse, artık ‘kâr payı almayı’ sonlandırırlarsa, o hâlde geçmişte olan şey onundur ve onun işi ‘hükmü’, Allâh’a ‘kalmıştır’!* Ve kim dönerse, o hâlde işte onlar, ateş ‘cehennem’ sahabeleridir; onlar, orada kalıcılardır.
>2:275, 14:41, 40:51, 83:6<
>2:276, 2:178, 3:130, 30:39<
2:276 Yemhakullâhur ribâ ve yurbîs sadakât (sadakâti), vallâhu lâ yuhıbbu kulle keffârin esîm (esîmin).
Allâh, imha eder kâr payını ‘bereketsiz kılar’ ve artırır sadakaları ‘bereketlendirir’.* Ve Allâh, sevmez günahkâr inkâr edenlerin tümünü!
>2:276, 2:178, 3:130, 30:39<
2:277 İnnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti ve ekâmûs salâte ve âtevûz zekâte lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn (yahzenûne).
Muhakkak o kimseler ki, ‘samimi’ inananlardır ve gayretleri erdemlidir; ve uyguladılar ibadeti ‘namazı’* ve verdiler zekâtı ki, onlara ecirleri, Rablerinin katındadır! Ve korku yoktur onlara ve ne de hüzünlenirler!
>2:43, 2:238, 4:103, 11:114, 14:40, 17:78, 17:110, 19:31, 19:55, 20:130, 20:132, 21:73, 22:78, 25:64, 30:17, 30:18, 39:9, 50:39, 51:17, 51:18, 52:49, 73:2, 73:3, 73:4, 76:16<
2:278 Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe ve zerû mâ bakiye miner ribâ in kuntum mu’minîn (mu’minîne).
Ey inanan kimseler! Korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve bırakın ‘henüz alınmayan’ kâr payından arta kalan şeyi eğer ‘samimi’ inananlarsanız!*
>2:276, 2:178, 3:130, 30:39<
2:279 Fe in lem tef’alû fe’zenû bi harbin minallâhi ve resûlih (resûlihî), ve in tubtum fe lekum ruûsu emvâlikum, lâ tazlimûne ve lâ tuzlemûn (tuzlemûne).
Buna rağmen eğer uygulamazsanız, öyleyse bilin ki, harp ‘ilan olundu’ Allâh’tan ve elçisinden!* Ve eğer tövbe ederseniz, o hâlde mallarınızın esasları ‘sermayeniz’ sizlerindir! ‘Dünyada’ zulmetmezsiniz ve ‘âhirette de’ zulmedilmezsiniz!*
>3:179, 4:13, 4:14, 4:69, 8:13, 8:29, 9:63, 24:47, 33:36, 58:5, 58:20<
>7:8, 7:9, 23:102, 23:103, 99:7, 99:8, 101:6, 101:7, 101:8, 101:9<
2:280 Ve in kâne zû usratin fe naziratun ilâ meysereh (meyseretin) ve en tesaddekû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).
Ve eğer ‘borçlu’ zorluk sahibi de ‘ödeyemiyorsa’, o hâlde kolaylaşıncaya kadar gözleyerek ‘süre verin’! Ve ‘borcunu’ sadaka etmeniz en hayırlısıdır sizlere ki, bir bilmiş olsanız!
2:281 Vettekû yevmen turceûne fîhî ilâllâhi summe tuveffâ kullu nefsin mâ kesebet ve hum lâ yuzlemûn (yuzlemûne).
Ve korunun o günden* ki, rücu edilirsiniz onda, Allâh’a! Sonra ‘olanca’ vefa edilir her benliğe, kazandığı şeyler. Ve onlar zulmedilmezler.*
>11:103, 11:104, 11:105, 14:48, 14:49, 21:103, 22:56, 24:24, 25:26, 28:66, 30:14<
>7:8, 7:9, 23:102, 23:103, 99:7, 99:8, 101:6, 101:7, 101:8, 101:9<
2:282 Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh (fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl (adli), ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â (şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen ev lâ yestatîu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl (adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih (ecelihî), zâlikum aksatu indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd (şehîdun), ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum, vettekûllâh (vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh (yuallimukumullâhu), vallâhu bi kulli şey’in alîm (alîmun).
Ey ‘samimi’ inanan kimseler! Birbirinize borçlandığınız zaman bir borcu, adlandırılmış ‘bir’ vadeye ‘dek’, hemen yazın onu! Ve yazsın sizlerden bir yazıcı adaletle.* Ve kaçınmasın yazıcı, yazmaktan ki, Allâh’ın öğrettiği gibi ona; öylece yazsın. Ve kurallara göre yazdırsın, üzerinde hak ‘olan borçlu da’. Ve korunsun Allâh’a ‘karşı gelmekten’ ki, Rabbidir; ve eksiltmesin ondan ‘borçtan’ bir şey! Ancak eğer o, üzerinde hak olan kimse ‘borçlu’, akıl erdirmekten yoksun veya zayıf ‘âciz’ veya yazdırmaya mecal edemiyorsa, o, öyleyse yazdırtsın himayecisine adaletle. Ve şahitler edinin erkeklerinizden, iki şahidi! Fakat eğer bulunamıyorsa iki erkek, o hâlde hoşnut olduğunuz bir erkek ve iki kadın da şahitlerden ‘olur’. Ki, onlardan biri şaşırırsa, o hâlde diğeri onlardan birine hatırlatır. Ve kaçınmasın şahitleri, çağırıldıkları zaman. Ve usanmayın onu yazmaktan ‘borç olsa da’ küçük veya büyük, vadesi ‘ne olursa’! İşte bu, Allâh’ın katında, daha hakkaniyetli ve şahitlik için daha sağlamdır ve daha yakın ‘bir çaredir’ vehim etmemeniz için. Müstesnadır bir ticarette olmanız, devretmeye hazır, aranızda. Ki, artık değildir üzerlerinize vebal, onu yazmamanızda! Ve şahitler edinin alım-satım yaptığınız zaman! Ve mağduriyet verilmesin yazıcıya ve şahitlere! Ve eğer ifa ederseniz, o hâlde mutlaka o, fesat ‘çıkarmaktır’. Ve korunun Allâh’a ‘karşı gelmekten’! Ve Allâh, sizlere öğretiyor. Ve Allâh, her şeyi en iyi bilendir!
>2:282, 4:58, 16:76, 16:90, 49:9<
2:283 Ve in kuntum alâ seferin ve lem tecidû kâtiben fe rihânun makbûdah (makbûdatun), fe in emine ba’dukum ba’dan felyueddillezî’tumine emânetehu velyettekıllâhe rabbeh (rabbehu), ve lâ tektumûş şehâdeh (şehâdete), ve men yektumhâ fe innehû âsimun kalbuh (kalbuhu), vallâhu bi mâ ta’melûne alîm (alîmun).
Ve eğer yolculuktaysanız ve bulamadıysanız bir yazıcı, o hâlde teslim alınmış rehinler ‘yeter’! Artık emin olduğunuzda ‘rehinsiz itimata’ birbirinizden, o hâlde itimat edilen kişi onun emanetini ödesin! Ve korunsun Allâh’a ‘karşı gelmekten’ ki, Rabbidir! Ve ‘sır olarak’ gizlemeyin şahitliği! Ve kim onu ‘sır olarak’ gizlerse, o hâlde mutlaka o, günahkâr kalplidir. Ve Allâh, gayret ettiğiniz şeyleri en iyi bilendir!
2:284 Lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard (ardı), ve in tubdû mâ fî enfusikum ev tuhfûhu yuhâsibkum bihillâh (bihillâhu), fe yagfiru limen yeşâu ve yuazzibu men yeşâu, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr (kadîrun).
Allâh’ındır, ne varsa göklerde ve ne varsa yerde! Ve eğer açıklasanız da nefslerinizdekini veya saklasanız da onu, sizleri hesaba çeker Allâh onunla.* Artık bağışlar, dilediği ‘rızasına uyan’ kişiyi ve azap eder dilediği ‘müstahik’ kişiye de!* Ve Allâh, her şey üzerinde irade ettiğini, icraya kudretlidir!
>2:225, 2:284, 5:89, 33:5, 66:2<
>4:48, 6:88, 7:146, 8:23, 8:51, 9:80, 16:107, 16:108, 40:12, 47:28<
2:285 Âmener resûlu bimâ unzile ileyhi min rabbihî vel mu’minûn (mu’minûne), kullun âmene billâhi ve melâiketihî ve kutubihî ve rusulih (rusulihî), lâ nuferriku beyne ehadin min rusulih (rusulihî), ve kâlû semi’nâ ve ata’nâ gufrâneke rabbenâ ve ileykel masîr (masîru).
‘Samimi’ inandı elçi, ona indirilen şeye (İlâhî esaslara) Rabbinden; ve inançlıların da hepsi ‘samimi’ inandılar; Allâh’a ve meleklerine ve ‘diğer mukaddes’ kitaplarına ve elçilerine. ‘Samimi inananlar, dualarında derler ki’: „ Ayırmayız ‘hiç’ birini elçilerinden! “. Ve ‘yine’ derler ki: „ İşittik ve itaat ettik!* Rabbimiz… Senin bağışlamanı ‘dileriz’! Ve Sana’dır varış! “.
>3:179, 4:13, 4:14, 4:69, 8:13, 8:29, 9:63, 24:47, 33:36, 58:5, 58:20<
2:286 Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih (bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn (kâfirîne).
Yükümlü tutmaz Allâh, ‘hiçbir’ canı yetisinin dışında! Onundur kazandığı şeyler ve aleyhinedir kazandığı şeyler ‘cezalar da; derler ki’: „ Rabbimiz… Sorumlu tutma bizleri, eğer unuttuysak veya hata yaptıysak! Rabbimiz… Ve yükleme üzerimize güçlük ki, yüklediğin gibi onu üzerlerine, bizlerden önceki kimselerin! Rabbimiz… Ve yüklendirme bizleri ki ona, tâkat yetiremeyeceğimiz şeyi! Ve affet bizleri ve bağışla bizleri; ve bahşet, merhametle esirge bizleri! Sen sahibimiz, koruyucumuzsun! Artık yardım et, bizlere inkârcı topluma karşı! “.